“Türkiye’ye ‘barış’ diye imzalatılan bu antlaşma uzun süre yürürlükte kalırsa onur kırıcılığın ve insan yapısı adaletsizliğin bir anıtı olacaktır. Savaşta talihi yaver gitmedi diye kahraman ve cesur bir ırkın yok edilmeye çalışılması insanlığın bir zaferi olmayacak, fakat insanlık dışı davranışın bir örneği olarak tarihe geçecektir. ” (Mahatma Gandi, 1920)

3 gün sonra 10 Ağustos; Atatürk’ün ifadesiyle, “Türk Milleti’ne kurulan büyük suikast” Sevr Antlaşması’nın 97. yıldönümü... Türkiye’ye yeni Sevr tuzaklarının kurulduğu bugünlerde Sevr’i iyi bilmek gerekir.

TÜRKSÜZ TÜRKİYE PROJESİ

18 Ocak 1919’da Paris Barış Konferansı toplandı. I. Dünya Savaşı’nın galipleri, mağluplarla imzalanacak barış şartlarına karar verecekti. Emperyalizm, en ağır cezayı Türklere kesmeyi düşünüyordu. Türk düşmanı Lloyd George, 29 Ekim 1919’da Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada “Türkiye’yi fethettiklerini” söyleyerek şöyle demişti: “Dünyanın en zengin topraklarından biri olan geniş bir ülkeyi (Türkiye’yi) Türk’ün mahvedici nüfuzundan azad eyledik. Medeniyet yüzlerce yıl bu yolda başarısızlığa uğradıktan sonra İngiltere bunu gerçekleştirdi.” (Taha Akyol, Bilinmeyen Lozan, İstanbul, 2014, s. 23).
İşte Sevr, bu düşmanca kafanın, Avrupa’da tam 102 oturumda hazırlanan 433 maddelik bir idam fermanıdır. (Bkz. Osman Olcay, Sevr Antlaşması’na Doğru, Ankara, 1981).

SEVR’E TEPKİLER

11 Mayıs 1920’de Fransa Dışişleri Bakanlığı’nın saatli salonunda barış koşulları Osmanlı heyetine sunuldu.
Koşullar çok ağırdı. Öyle ki, Mütareke basını bile ayağa kalktı. Örneğin, Refi Cevat, “Taslak değiştirilmezse bunu kolay kolay her el imzalamaz” dedi. Ali Kemal de Peyami Sabah’ta “Lanet, lanet lanet” başlıklı bir yazıyla Sevr’i eleştirdi.
Tevfik Paşa ve Veliaht Abdülmecit de Sevr’in kabul edilemeyecek kadar ağır olduğunu belirttiler.
Sevr taslağı, 22 Mayıs 1920’de TBMM’de görüşüldü. Milletvekilleri antlaşma taslağını çok ağır sözlerle eleştirdiler. Örneğin Afyon Milletvekili Nebil Efendi, “Boşuna yorulmuşlar, kısacası Türkiye’yi yok ediyoruz deselerdi, daha iyi olurdu” dedi. Antalya Milletvekili Rasih Efendi, “Çanakkale müdafaası bu milleti yeniden diriltmişti... Yaşamak isteyen bu milleti kaldırmak ellerinde ise gelsinler kaldırsınlar” dedi.
Hint Müslümanları da Vahdettin’e çektikleri bir telgrafta Türklerin yanında olduklarını belirttiler. (Sina Akşin, İç Savaş ve Sevr’de Ölüm, İstanbul, 2010, s.112-119)
Hindistan’dan Mahatma Gandi de, Sevr Antlaşması’na çok büyük bir tepki gösterdi. Antlaşmayı “adaletsizlik anıtı” olarak adlandırdı. (R. K. Sinha, Kurtuluş Savaşı, Devrimler, Mustafa Kemal ve Mahatma Gandi, İstanbul, 1972, s.102, 112,138, 180,181)

02topcu Saltanat Şurası’nda Sevr’e onay vermeyen Topçu Feriki Rıza Paşa


SÜNGÜNÜN UCUNDAKİ ANTLAŞMA

Müttefikler, Osmanlı’ya Sevr’i süngüyle dayatmak istediler.
22 Haziran 1920’de Hayta Konferansı kararı gereğince Yunanlılar, Milne Hattı’nı geçerek Uşak ve Bursa doğrultusunda ilerlemeye başladılar: 22 Haziran’da Akhisar, 23 Haziran’da Salihli, 24 Haziran’da Alaşehir, Kırkağaç ve Soma Yunanlılarca işgal edildi. 25 Haziran’da İngilizler Bandırma’ya asker çıkardı. 28 Haziran’da Kula, 30 Haziran’da Eşme, Sındırgı, 1 Temmuz’da Nazilli, Edremit Yunanlılarca işgal edildi. 6 Temmuz’da bir İngiliz filosu 3 saat Mudanya’yı bombaladı. 7 Temmuz’da Mudanya, 8 Temmuz’da Bursa Yunanlılarca işgal edildi. 10 Temmuz’da bir Ermeni Lejyonu Adana’ya geldi.
10 Temmuz’da TBMM Başkanlık kürsüsü siyah bir örtüyle örtüldü.
12 Temmuz’da Osmanlı Adliye Nazırı Ali Rüştü Efendi, Yunan taarruzunun “İstanbul hükümetinin programına uygun olduğunu” açıkladı ve “Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini” istedi. (Turgut Özakman, 1881-1938 Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi, 3. bas, Ankara, 2009, s.96) .
16 Temmuz 1920’de dağılan Spa Konferansı’nda İstanbul hükümetinin, barış şartlarının yumuşatılması önerisi, İtilaf devletlerince reddedildi. Osmanlı’ya Sevr’i imza için 10 gün süre tanındı.
18 Temmuz 1920’de Hürriyet ve İtilaf Fırkası lideri Sadık Bey, Sevr Antlaşması’nın imzalanmasında sakınca olmadığını belirtti.
20 Temmuz’da Tekirdağ, bir İngiliz filosunun koruması altındaki Yunan birliğince işgal edildi. Aynı gün Sevr Antlaşması, Osmanlı Bakanlar Kurulu’nda görüşülüp kabul edildi.

OSMANLI SEVR’İ İMZALADI

22 Temmuz’da Yıldız Sarayı’nda Padişah Vahdettin’in başkanlığında bir Saltanat Şurası toplandı. 50’ye yakın devlet adamı, komutan ve ulama mensubunun katıldığı toplantıda Sevr Antlaşması’nın kabulü için bulunan gerekçe İstanbul’un elden çıkmasını ve daha ağır şartları önlemekti. Damat Ferit’e göre “var olabilmek için” Sevr’i imzalamaktan başka çare yoktu; “Yokluğa varlığı yeğleyenler varsa söz aldıktan sonra görüşlerini sözlü veya yazılı kısaca belirterek tutanağı imzalayacaklar” dedi. Hadi Paşa’ya göre ise Sevr Antlaşması’nı imzalamamak demek “ölmek daha iyidir” demekti. Bu da “intihar” demekti. İntihar da günahtı!
Konuşmalardan sonra Vahdettin, “Kabul edenler ayağa kalksın, kabul etmeyenler otursun” dedi. Herkes ayağa kalktı. Sadece Topçu Feriki Rıza Paşa, ayakta olduğu halde “çekimser” olduğunu söyledi. (Akşin, age, s. 184-185).
Sevr Antlaşması, bizzat padişah Vahdettin’in huzurunda, Saltanat Şurası’na davet edilen 43 kişinin 42’si tarafından kabul edildi.
Bu toplantıdan bir gün önce, 21 Temmuz’da L. George, İngiliz Parlamentosu’nda “Türkiye artık yoktur...” demişti. (Akşin, age, s. 185)
Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşat Halis beylerden oluşan Osmanlı heyeti, 10 Ağustos 1920’de Fransa’da Paris’in banliyösündeki Sevr kentinde, namlı porselen fabrikasının çinili salonunda Sevr Antlaşması’nı imzaladı.

TBMM’YE SEVR BASKISI

07szt04a_ant_izm_ist_ank_trb

TBMM, 7 Haziran 1920’de, İstanbul’un işgal edildiği 16 Mart 1920’den itibaren İstanbul hükümetince yapılan bütün antlaşmaların geçersiz sayılacağına karar vermişti. Bu doğrultuda Sevr Antlaşması’nı da geçersiz saydı.
19 Ağustos 1920’de, TBMM, Sevr Antlaşması’nı kabul edenlerle, antlaşmayı imzalayanları “vatan haini” ilan etti.
7 Ekim 1920’de Ankara İstiklal Mahkemesi, Sevr’i kabul eden Damat Ferit ile imzalayan Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşat Halis’i idama mahkûm etti.
21 Ağustos 1920’de Yüksek Komiserler ilk kez Vahdettin’i ayrı ayrı ziyaret ederek Milli Hareket’in bastırılmasını istediler. O gün Vahdettin’le bizzat görüşen İngiliz Amiral de Robeck, İngiliz Dışişleri’ne şu bilgileri vermişti: “Vahdettin, Türkiye’nin ölüm fermanı demek olan Sevr Antlaşması’nın imzalanması için emir verirken gelecekte İngiltere’nin yardımına dayanacağı ümidi beslediğini... yaşayacak olduğu taktirde bir dost yardımına ihtiyacı olduğunu... belirtmiştir.” (Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Ankara, 1991, s. 7.)
10 Ekim 1920’de Yüksek Komiserler, Vahdettin’i ziyaret edip Sevr’in kabulü için Ankara’yı ikna etmek üzere Anadolu’ya bir heyet göndermesini istediler.
4 Kasım 1920’de Tevfik Paşa Hükümeti, Anadolu’ya gidecek heyete, “Hükümet Sevr Antlaşması’na uymakla yükümlüdür. Ankara Sevr’i kabul etmelidir” talimatını verdi.
5 Aralık 1920’de Atatürk, Vahdettin’in Anadolu’ya gönderdiği heyet ile Bilecek’te buluştu. Ancak heyetin İstanbul’a dönmesine izin vermeyip Ankara’ya götürdü.
Müttefikler, Sevr Antlaşması’nı TBMM’ye kabul ettirebilmek için yine süngüye dayandılar. 1921 yazında başlayan Yunan taarruzunun nedeni Sevr’i TBMM’ye kabul ettirmekti. Atatürk’ün başkomutanlığında önce Sakarya, sonra Büyük Taarruz’un kazanılmasıyla bu emperyalist plan suya düştü. Türkiye, Lozan Antlaşması’yla Sevr’i yırtıp tarihin çöp tenekesine attı.

Sevr neden geçersizdir?


 

02haritayeni Kurtuluş Savaşı’nı kazanarak Sevr’i yırttık, Lozan’la bugünkü Türkiye’ye sahip olduk. (Harita 1927 tarihli)


Vahdettin aklayıcıları, Vahdettin’in Sevr’den “mecelle-i mesaib”, yani “musibetler belgesi” olarak söz ettiğini; TBMM’ye zaman kazandırmak için Sevr’i imzaladığını, ancak onaylamadığını, antlaşmanın bu nedenle geçersiz olduğunu (!) iddia ederler.
Ancak gerçekler çok başka...
- Sevr’in geçersiz olmasının nedeni, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıdır. Eğer Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı kaybetseydi ve Lozan imzalanmasaydı, pekâlâ Sevr onaylanıp yürürlüğe girecekti.
- Osmanlı Anayasası’nın (Kanuni Esasi) 7. Maddesine göre antlaşmaları Ayan ve Mebusan Meclisleri onaylıyordu. Vahdettin, antlaşmayı onaylasa bile (Meclis kapalıydı, açık da olsa onaylamazdı) hukuki bir anlamı olmayacaktı...
- Vahdettin, Sevr’i “TBMM’ye zaman kazandırmak için” değil, “Ankara’nın işine yarar diye” onaylamamıştı. 14 Ekim 1920’de Amiral de Robeck, Lord Curzon’a gönderdiği “çok gizli” yazıda şöyle demişti: “Sultan, antlaşmanın hemen onaylanmasının Anadolu’daki milliyetçi ateşi körükleyeceğini söyledi.” (Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, C.2, s. 361)
- Sevr Antlaşması’nın imzalanmasından sonra şartlar değişti: Damat Ferit istifa etti. Yunanistan’da Venizelos iktidardan düştü. Fransa’nın istemediği Konstantin tahta çıktı. Ayrıca TBMM’nin emrindeki ordular Ermenileri yendi. Güneyde Fransızlar yenildi. Yunan ordusuna karşı kazanılan I. ve II. İnönü zaferleri hesapları bozdu. Ayrıca TBMM-Sovyet Rusya yakınlaşması Müttefiklerde tereddüt yarattı. İtalyanlar ve Fransızlar çekildi. İngiltere, Milli Hareketi yok etmeden Sevr’in onaylanmasının anlamsız olduğunu gördü.
- Sevr Antlaşması onaylanmadığı için hukuken yürürlüğe girmedi, ancak fiilen yürürlüğe girdi. Örneğin, imzalanmasından iki gün sonra, 12 Ağustos’ta Yunanlılar Sevr’de ifade edildiği biçimde, İzmir’in yönetimini resmen devraldılar. İzmir’de Yunan yasaları kabul edilip Yunan mahkemeleri kuruldu. 22 Ağustos’ta İstanbul hükümeti, Sevr Antlaşması’yla terk ettiği yerlerdeki memurların maaşlarını kesti. Sevr’deki gibi kapitülasyon sistemi yürürlüğe kondu. Türk maliyesi tamamen Müttefiklerin denetimine geçti. Müttefikler, Sevr’deki gibi İstanbul’u ve Boğazları ellerinde tutup yönetiyorlardı. Hükümeti ve orduyu denetliyorlardı. Silahlara el koymuşlardı. (Turgut Özakman, Vahdettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele, 6. bas. Ankara, 2007, s. 385,386)
Sevr Antlaşması onaylanmasa da Lozan Antlaşması’na kadar uluslararası alanda resmen kabul gören bir metindi. Örneğin Şubat 1921’deki Londra Konferansı’nda, 22 Mart 1922 tarihli barış teklifinde, Fransa ile görüşmelerde hep Sevr Antlaşması esas alındı.
- Vahdettinci yazarlar Sevr’in bir “antlaşma” değil “proje” olduğunu, Atatürk’ün bile Nutuk’ta sadece bir yerde “antlaşma”, diğer yerlerde “proje” dediğini belirtirler. Ancak bu da yalan... Atatürk, Nutuk’ta Sevr’den sadece “proje” diye söz etmemiş, birden çok yerde de “muahede” yani “antlaşma” diye söz etmiştir. Örneğin, “Fransa Hükümetiyle Yapılan Görüşmeler ve Ankara Antlaşması” başlıklı bölümde bir paragrafta tam 4 defa “Sevr Antlaşması” ifadesini kullanmıştır: “Sevr Antlaşması, Türk milleti için öylesine uğursuz bir ölüm kararıdır ki onun bir dost ağzından çıkmamasını isteriz. Bu görüşmelerimiz sırasında da Sevr Antlaşması’nın adını anmak istemem. Sevr Antlaşması’nı kafasından çıkarmak istemeyen milletlerle güven ilkesine dayanan işlemlere girişemeyiz. Bizim bakımımızdan böyle bir antlaşma yoktur.” (Gazi Mustafa Kemal, Nutuk/Söylev, C.2, 3. bas. Ankara, 1989, s. 831) Nutuk’ta Lozan Antlaşması’yla diğer antlaşma tekliflerini karşılaştırırken de en sonda Sevr’den “antlaşma” diye söz etmiştir: “Bu antlaşma (Lozan), Türk Milleti’ne karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın yıkılışını ifade eden bir siyasi zaferdir.” (Nutuk, s. 1023).

Sevr Türkiyesi


Sevr Antlaşması ve ona ek üçlü antlaşmaya göre Türkiye’ye kalan yerler şöyle: Bolu, Adapazarı, Zonguldak, Kastamonu, Sinop, Samsun, Ordu, Giresun’un batısı, Amasya, Tokat’ın kuzeyi, Elazığ’ın kuzeyine uzanan bir koridor... Yozgat, Çorum, Çankırı, Kırşehir, Ankara, Nevşehir’in ve Konya’nın kuzeyi, Afyon’un doğusu, Eskişehir, Bursa’nın doğusu, Bilecik... Yani Sevr Türkiye’si, bugünkü Türkiye’nin üçte biriydi...
Sevr, başında, yetkileri elinden alınmış kukla bir halifenin bulunduğu, (Madde 36, 139), ordusu, donanması, hava gücü olmayan, askeri okulları kapatılmış (Madde:168), tüm zenginlikleri elinden alınmış, borçlu, kapitülasyonlarla sömürülen, çok hukuklu, sürekli Batı’nın denetimi altında tutulan, Anadolu’nun ortasına sıkıştırılmış çok küçük bir Türkiye bırakıyordu.

Sevr’in hayaleti


Sevr, siyasi, ekonomik, askeri, kültürel olarak “tam bağımlı” bir Türkiye projesiydi. Atatürk’ten sonraki Türkiye tarihi iyi incelenirse Sevr’in adım adım hayata geçirilmek istendiği görülür:
Önce devletçi kalkınmaya son verilmesi, sonra milli varlıkların haraç mezat satılması, önce NATO etkisi, sonra kumpaslarla ordunun zayıflatılması, şimdi askeri okulların kapatılması, Sevr’in “soy, din, dil azınlıkları”nı hatırlatırcasına etnik ve dinsel ayrılıkların kaşınıp ulus devletin aşındırılması, AB dayatması yasalarla Türkiye’nin, Batı denetimine sokulması, Lozan’la siyasi ve idari yetkileri elinden alınan Fener-Rum Patrikhanesi’nin “ekümeniklik” tartışmaları, Ege’deki adaların Yunanistan tarafından işgaline ses çıkarılmaması, güney sınırımızda Kürdistan hazırlıklarının yapılması, “başkanlık” adı altında tek adam yönetimine sürüklenmemiz (Sevr’de de bir tek adam ‘kukla halife’ vardı) ve şimdi de Lozan’da reddettiğimiz çok hukukluluğa davetiye çıkaracak “müftülere nikâh yetkisi” tartışmaları...
Dikkatli bakın! Sevr’in hayaletinin Türkiye’nin üzerinde dolaştığını göreceksiniz.