Yıl,1993.
Güneydoğu’da uzun yıllar görev yapan emekli Binbaşı Ahmet Cem Ersever, kimi faili meçhul cinayetler konusunda bana özel bilgi veriyordu. Aydınlık gazetesindeki köşemde bunları isim vermeden yazıyordum. Çok geçmedi...
Ersever ve iki arkadaşı kaçırılıp öldürüldü.
Aydınlık gazetesini arayan kişi, “Ersever’i infaz ettik. Sıra Soner’de” deyip telefonu kapattı. Ardından adresime postadan Ersever’in nüfus kağıdını gönderdiler.
Sıra bende miydi?..
Ankara’dan kaçtım...
Saklandığım yerde boş oturamazdım; “Erbakan” kitabını yazdım. Bir yıl sonra kitap “Hangi Erbakan” adıyla çıktı.
Yıl, 2011.
Silivri Cezaevi’ne atılalı henüz 15 gün geçti; Necmettin Erbakan 27 Şubat’ta vefat etti. Koğuşta televizyondan dönemin cumhurbaşkanı, başbakanı, bakanları ve diğer AKP’li politikacıların Erbakan ardından dizdiği methiyeleri seyrettim.
Tarih, bahtsızların bilimidir. Erbakan siyasal yaşamı boyunca itilerek, bastırılarak, eziyet edilerek ve arkadan hançerlenerek yalnızlığa terk edilmiş bir politikacıydı.
AKP’lilerin Erbakan’ı öven sözlerine karşılık koğuşta “söylesenize, ‘o kimsenin hizmetine girmedi’ desenize” diye bağırdığımı anımsıyorum!
Sesimi kim duyabilirdi?..
Hakikatin başka kalıplara sokularak tanınmaz hale getirilmesine karşı çıkmalıydım.
Yazdığım kitapta Erbakan’ın yaşamını 1993 yılına kadar getirmiştim. Şimdi, Silivri zindanında hayatının sonuna kadar olan bölümünü de yazmalıydım.
AKP’liler gerçeği söylemiyordu çünkü...

CIA-Erbakan ilişkisi


Yıl, 1989.
Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla Soğuk Savaş bitti.
Sovyetler Birliği dağıldı.
CIA, başta Kafkasya ve Balkanlar olmak üzere Müslüman ülkelere “Ilımlı İslam” teorisiyle girme stratejisini hayata geçirdi.
Soğuk Savaş döneminden ilişkisi olduğu FETÖ’yü bu bölgelere bu amaçla soktu.
O yıllarda... Türkiye ekonomik ve siyasi krizlerle uğraşıyordu. PKK terörü artmıştı. Devlet içinde Susurluk benzeri çeteler oluşmuştu. Faili meçhul suikastlar oluyordu.
Halk yoksullaşmıştı. Yolsuzluk, gelir dağılımı adaletsizliği, enflasyon, faizler tarihi zirvedeydi.
Tüm bunlar Özal’ın getirdiği -ABD patentli- neoliberalizmin sonuçlarıydı.
O süreçte iki partinin şansı vardı: SHP ve RP.
1989 yerel seçiminde büyük başarı sağlayan SHP, kısa sürede belediyelerdeki -rüşvet gibi- başarısızlıklarla umut olmaktan çıktı. RP’nin ise yıldızı parlıyordu...
Bunu kavrayıp kitap yazan tek ben değildim kuşkusuz! Graham Fuller gibi “Ilımlı İslam” taraftarı CIA ajanları, Harry Cole ya da Eugene Zajac gibi ABD diplomatları RP ile ilişki kurdu.
O dönem partinin dışişleri sorumlusu Abdullah Gül, Erbakan’ı -1992 ve 1994’te- ABD’ye götürdü. Öyle ki... 1994 yılının ilk dokuz ayında RP ile ABD’liler arasında 15 görüşme yapıldı. Büyükelçilikte RP’liler ile temas kurmak için Dean Deal adlı -muhtemelen CIA ajanı- görevlendirildi.
Ankara’ya ziyarete gelen CIA Başkanı John Deutch Erbakan’la da görüştü.
Wikileaks sızıntılarında Amerikalı diplomatlar, RP’den “Kürt sorununu çözecek parti” diye bahsediyordu. Dillerindeki “hoca” gitmiş “profesör” gelmişti; Erbakan’a yeni imaj çiziliyordu. Ve:
21 Aralık 1995 genel seçiminden RP yüzde 21.4 ile birinci parti olarak çıktı. Erbakan başbakan olacak mıydı?
Bu sorunun yanıtı, Müslüman ülkelerde İran ile nüfuz kavgası veren ABD için de riskler taşıyordu. Erbakan’a güvenebilir miydiler?..

Neoliberal-Takiye


ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Peter Tarnoff Türkiye’ye geldi; Erbakan’ın evinde görüşme yapıldı. Çıkarken medya önünde Erbakan’ın elini sıkıp, “sizinle çalışmak zevk olacak” dedi.
ABD, Erbakan’a şans verecekti.
BOP’un Ilımlı İslam lideri yapacaklardı. Ama...
Milliciliği değil, küreselleşmeyi seçecekti...
İslam Ortak Pazarı gibi projeleri unutacaktı...
Kamu korumacılığını değil, özelleştirmeyi savunacaktı...
Sıkı kemer sıkma politikalarını uygulayacaktı...
O sığ emperyalizm laflarını etmeyip İsrail ve ABD ile dost olacaktı...
Erbakan başbakanlık koltuğuna oturdu.
Ve bu emperyalist dayatmaların hiçbirini yapmadı! Aksine...
Kamu çalışanına yüzde 50 ve asgari ücrete yüzde 70 zam yaptı.
Tarımsal Destekleme Fonu’nu ve esnafa verilen teşvikleri artırdı.
Bankaların repo oranlarını düşürdü. “Havuz” sistemiyle özel bankaların kamuyu sömürmesinin önüne geçmeye çalıştı.
Hele dış politika... İlk yurtdışı gezisini ABD’nin baş düşmanı İran’a gerçekleştirip 23 milyar dolarlık doğalgaz anlaşması yaptı. Müslüman D-8’lerin kurulmasına öncü oldu. Uzatmayayım...
Sonra ne oldu?
Kültürel sorunlar, ekonomik ve siyasi gündemin önüne geçti.
Ardından... 28 Şubat oldu.
Ardından... RP’de “Yenilikçiler” diye Erbakan’a karşı çıkan bir ekip doğdu. Bunlar sonra -Erbakan’ın deyimiyle arka kapıdan kaçanlar partisi- AKP’yi kurdular.
Erbakan’ın yapmak istemediklerini yapmak için -kısa dönem Erbakan’ın arkasında olan ABD ile İsrail lobisi tarafından- iktidara getirildiler. CIA ürünü FETÖ ile bu amaçla ittifak yaptılar.
Bugün “28 Şubat mağduruyuz” diye hiç söylenmesinler.
28 Şubat doğumludurlar!
Siyasi, ekonomik ve dış politika alanında 28 Şubat hâlâ iktidardadır!
Öyle bağlanmışlar ki...
FETÖ’den darbe yemelerine rağmen hâlâ ABD’nin gözüne bakmaktadırlar!