Yıl, 2002...
14 yaşındaydı.
Aydın/Kuyucak Anadolu Lisesi hazırlık sınıfı öğrencisiydi.
İngilizce dönem ödevi konusu “röportaj” idi; tanınmış biriyle röportaj yapacaktı öğrenciler.
Rol modeli büyük gazeteci Leyla Umar idi; onun gibi araştırmaya dayalı röportaj yapacaktı.
Evlerine iki gazete giriyordu; Cumhuriyet ve Leyla Umar’ın çalıştığı Vatan!
Okumaya meraklıydı; beğendiği köşe yazılarını kesip biriktiriyordu. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ve Emin Çölaşan’ın kitapları başucundaydı.
Siyasetle ilgiliydi. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin etkinliklerinde gönüllü çalışıyordu.
Kimle röportaj yapacaktı? Yakın arkadaşları, Tarkan, Nez gibi ünlüler ile söyleşi yapacaktı.
Karar verdi. Zoru seçti; bir siyasi parti lideri ile yapacaktı.
Fırsat ayağına geldi; parti lideri, ilçe belediye başkanını ziyarete gelecekti. O kalabalık içinde baş başa görüşemeyeceklerini tahmin etti; mektup yazdı.
“Lise öğrencisi küçük bir kız gibi değil de, kendinden emin mahalli bir lider gibi selamladım. Elini sıkıp kendimi tanıttım. Sonra da mektubu uzattım... Tanışmamız böyle oldu.”
Aradan günler geçti...
Okul dönüşü -ismini taşıdığı- babaannesi, “Ankara’dan aradılar” dedi.
Arayan parti lideriydi...

İlk kırıklık


Yıl, 2006...
Kararlıydı. Üniversite sınavında sadece beş tercih yaptı; İletişim Fakültesi.
İlk tercihi, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni kazandı.
Gazeteci olmak istiyordu. Özellikle de artık arada bir telefonda görüştüğü siyasi parti liderinin teşvikiyle de başka meslek düşünemez olmuştu.
Ankara günleri...
Bir yanda okula diğer yanda partinin salı toplantılarına gitti. Konuşmalara dair notlar aldı ve bunları rapor halinde parti liderine verdi.
Partinin gençlik kollarına katıldı. “Genç Söylev” dergisinin editörü oldu.
Partide herkes “liderin manevi kızı” diyordu.
Okul bitmek üzereydi.
Parti liderinin -partinin parasıyla kurdurup akrabaları üzerinde gösterdiği- televizyon kanalında çalışmaya başladı. Haberler -röportajlar yaptı. Emeline kavuşmuştu. Mutluydu.
Fakat...
Parti liderinin skandalı gündeme bomba gibi düştü. Yıkıldı. Sebebi, parti liderinin özel hayatı değildi; ilişki yaşadığı kadını milletvekili yapmasıydı! Siyasete olan inancı kırıldı.
Televizyon kanalından ayrıldı. Başka kanallarda çalıştı.
Bir gün...
“Hadi gel yeniden yapılanıyor televizyon” dediler. Geldi. Yine koşturmaya başladı.
Bir gün “İstanbul’da büro kurduk oraya gidiyorsun” dediler.
Hiç bilmediği İstanbul’a ilk adımını attı.
Başına neler geleceğini hiç bilmiyordu...

Sembol oldu, kovuldu

Yıl, 2013...


“Dolmuş muavinine sordum; ‘Pardon! Gezi Parkı neresi?’ Eliyle yan tarafı gösterdi. Nar çiçeği pantolonum, nar çiçeği tişörtüm ve fönlü saçlarımla oldukça bakımlı girdim Gezi Parkı’na... Yaşayacaklarımdan henüz habersizdim. İstanbul eylemlerine çok uzaktım, hiç tecrübem yoktu. Gezi Parkı, tarihin en yiğit direnişine hazırlanıyordu...”
Ve...
Sabahlara kadar ayrılmayacağı bir güç dönemin en yakın canlı tanıklarından biri oldu.
Merkez medya “penguen belgeseli” gösterirken o tek başına Türkiye’nin haber kaynağı oldu.
Bir kaç yıldır çalışıyordu ama ilk Gezi’de gazeteci oldu.
Olağanüstü zorlu günleri, bir haberci olarak alnının akıyla geçirdi.
Müsamahasız sertlikten payına düşeni aldı; dayak yedi, ölümden döndü, yaralandı ama pes etmedi. Mesleğini yapmak için baret taktı, talcid’li süt ile maske yaptı.
Gözü pek duruşuyla Gezi Parkı’na gazeteciliğin abidesini dikti.
Ayşen Gruda’nın sözüyle, “Gezi’nin Amazonu” idi.
Her ailenin kızı oldu; gördüklerinde yanağından makas aldıkları.
Uluslararası gazeteler onunla röportaj yaptı.
Ancak. Televizyon yöneticileri “çok fazla ön planda” diye “ekran yasağı” getirdiler. Genç gazetecinin itibarından rahatsızlık duydular. Sonra da bu saygınlığı çirkin “para toplama” aracına dönüştürmek istediler...
Yöneticilerinin ruhunu karartmasına tahammül edemedi. Direndi. Kovuldu. Tarih, 2 Şubat 2015 idi.
“Dik durmanın, susmamanın bir bedeli olacaktı; ödedim, ödüyorum ve anlaşılıyor ki ödemeye de devam edeceğim...”
Adı, Makbule Cengiz.
Çakırcalı Mehmet Efe’nin torunu...
Atatürk’ün kızı...
Hiç bana sormayın:
- O parti lideri kim?
- O televizyon kanalı hangisi?
Makbule Cengiz tüm yaşadıklarını isimler vererek kitap yaptı:
“Üzgünüm, Yazmak Zorundaydım!”
Sonra...
Sonra ne oldu biliyor musunuz? Kimileri Makbule Cengiz’e kızdı; “bu dönemde bunları yazarak AKP’nin yararına çalışıyorsun!”
Politikanın bulanıklığı-sabitfikir, adil olmayı bu derece mi zorlaştırıyor?
Biz ne zaman bayağılığı-kalitesizliği-hırsızlığı korur olduk?
Temizliğin/saflığın sembolü değil miydik biz? Sahi. Neyin kavgasını verdiğimizi unuttunuz mu?
Bu ülkedeki tüm kirlilikle mücadele etmeden, ahlakı/erdemi nasıl iktidar yapacağız?
Yazık. “Gezi’nin Amazonu”na bile sahip çıkmayı başaramadık.
Biliniz ki:
Sadece ahlaki bakımdan bağımsız olanlar yıkılmazdır.
Makbule Cengiz gibi...