Rahmetli Ünal İnanç, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra açılan sıkıyönetim davalarının çoğunu izlerdi. Polis-adliye muhabirlerinin duayeni idi. “Baba” derdik!
“Erbakan” kitabını yazarken, MSP ve Akıncılar iddianamesini ondan almıştım.
“Reis” kitabını yazarken, MHP iddianamesini Doğan Yurdakul’la birlikte ondan almıştık.
Ana davaları izleyen başarılı muhabirler vardı.
O dönem Cumhuriyet gazetesinin sıkı takipçisiydim. Halil Nebiler, Ali Tevfik Berber, Deniz Teztel ilk aklıma gelen gazeteciler...
Ankara’daki gazetecilerden Adnan Gerger ile Adnan Keskin’i anımsıyorum.
Hiçbir duruşmayı kaçırmayan bu muhabirlerin haberlerini okuduğunuzda davalar hakkında detaylı bilgilere sahip olurdunuz.
Ya bugün?
Türkiye tarihinin en önemli davası görülüyor: FETÖ.
FETÖ darbe duruşmalarını kim takip ediyor?
Müyesser Yıldız dışında aklıma gazeteci gelmiyor!
Dün telefon açıp sordum; “FETÖ ana dava duruşmasını hangi gazeteciler takip ediyor?”
Güldü, “ajans dışında gelen yok” dedi.
Müyesser Yıldız’ın Odatv’de yazdığı haberler olmasa FETÖ davası hakkında hiçbir bilgimiz olmayacak.
Böyle önemli davalar için deneyimli-bilgili gazeteciler şarttır. Öyle ki... Bu muhabirler duruşmada yakaladıkları haberler ile hakimlerin gözünden kaçan ayrıntıları ortaya çıkarır!
Yıllarca haber merkezlerinde yöneticilik yaptım; tecrübe kazanmaları için genç muhabirleri duruşma izlemeye gönderirdik.
Bugün gazetecilik medya plazalara sıkıştırıldı.
Adliye muhabirliği -birkaç muhabir dışında- polisten ve savcıdan dosya almayla sınırlandırıldı. Duruşma takip eden yok.
Bunun yerine, tv’de ya da köşe yazısında -içinde hiçbir bilgi kırıntısı olmayan- FETÖ ahkamı kesiliyor!
Gazetecilik demek... Ağzı laf yapmak, kalemi kıvrak olmak anlamına geliyor artık! Yazık.
Meslek ölüyor...

Aralıksız küfür


Geçen hafta bu köşede...
Erdoğan’ın, Enis Berberoğlu ile ilgili söylediği, “Bu içeride olan zat ile alakalı Kılıçdaroğlu’nun bağlantısı çıkarsa şaşmayın” sözlerinin kaynağının ne olabileceği üzerine yazı yazdım.
“Erdoğan’ın elinin altında dosya mı var” diye sordum. Çünkü...
İddiaya göre İstanbul’daki hackerlar, Melih Gökçek’ten kimi CHP milletvekillerine kadar onlarca kişinin facebook messenger şifresini kırıp “dosya” haline getirerek İçişleri Bakanı Süleyman Soyluya iletmişlerdi.
“Dosya”, FETÖ’nün kimi faaliyetlerini gözler önüne seriyordu.
Emniyet istihbarat birimi “dosyanın” kumpas olabileceğini ileri sürmüş ve “dosyayı” beklemeye almıştı! Fakat...
Yine iddiaya göre, “dosya” Berat Albayrak’a ulaştırılınca konu ciddiyetle ele alınmıştı. “Dosyada” FETÖ’nün Ahmet Uğur, Mehmet Pehlivan, Ahmet Güneş, Hayri Toprak, İlhan Taner, Canip Yiğit, Ahmet Gençer gibi “imamların” siyasi ilişkiler ağı vardı!
FETÖ kumpaslarından canı yanan gazeteci olarak temkinli davrandım. “Bu dosyadaki bilgiler gerçek mi, yoksa yeni bir kumpasla mı karşı karşıyayız?” diye sordum.
Sonra ne oldu dersiniz?
Hakan Şükür ile görüşmesi “dosyada” bulunan -sözde gazeteci- Cem Küçük gece gündüz bana saldırmaya başladı.
Işıkçıların Türkiye gazetesi...
Gökçeklerin Beyaz televizyonu...
Aralıksız bana küfür etti/ediyorlar.
Oysa.
Çıkarsınız dersiniz ki; “Hakan Şükür’ü tanımam, facebook mesajları bana ait değildir, Burcu Bak adlı kadın kim bilmem!”
Yani. “Dosyanın” aydınlanması için uğraş verirsiniz. Hayır öyle yapmıyorlar. Geçen haftayı sadece bana saldırarak geçirdiler.
İttifak halinde saldırıya geçmeleri tuhaf değil mi? Bu kadar kızgınlık niye?
Bakan Soylu ile sık sık görüştüğünü söyleyen Cem Küçük niye sormuyor; “bu dosya işi nedir” diye!
Sanırım hassas bir yere ayak bastık...

O kadar “küçük” değil


Dedim ki...
“Dosya gerçek ise yer yerinden oynayacak!”
Tam bir hafta geçti...
Gördüğüm şu:
Cem Küçük “dosyayı” kendiyle sınırlı tutmak için var gücüyle çabalıyor. Konuyu başka platforma çekmek istiyor!
Nihayetinde Cem Küçük’e FETÖ desteği gelmez mi? Hakkında “hiç sevmeyiz” diye video hazırlayıp sosyal medyaya verdiler! Bingo! Demek bu derece panik durumdalar.
Cem Küçük’ün devlet bağlantıları üzerinden “dosya” konusunu bulanıklaştırmak istiyorlar.
Mesele Cem Küçük değil...
Mesele o kadar küçük değil yani...
Cem Küçük FETÖ’cü Mehmet Baransu ağzıyla “Soner Yalçın’a gazeteciliği bıraktıracağım” gibi tehditler savuruyor.
Bu tuzaklara düşmeyecek kadar gazetecilik tecrübem var.
Ben hakikati arıyorum. Bu “dosya” gerçek mi, kumpas mı?
Yine yazıyorum:
Eğer bu facebook gizli mesajları kumpas değil ise ByLock gibi yer yerinden oynayacak demektir.
FETÖ ile kimler irtibatlı ise -AKP’liler ve CHP’liler dahil- ortaya serilmelidir.
Gazetecilere düşen görev, devleti-ülkeyi bir ahtapot gibi saran FETÖ’yü ortaya çıkarmaktır.
Dikkat ediniz:
Hangi gazeteci bu konuda araştırma yapıyorsa o hedef haline getiriliyor.
“FETÖ gündemden düşsün” diye sürekli gereksiz polemik çıkarıyorlar. Yemezler.