“Görme” konusunda eksikliklerimiz var.
Her fırsatta yazıyorum; “görme” öğrenilebilir!
“Görme” bilinçle olur...
Örneğin...
Medya bir haftadır...
Nuray Mert’in Cumhuriyet gazetesinden ayrılık meselesini tartışıyor.
Liberaller, Cumhuriyet gazetesinin farklı görüşe tahammül gösteremediğini söylüyor.
Solcu arkadaşlar, Cumhuriyet gazetesinin yayın kriterleri olduğunu yazıyor.
Yandaşlar durur mu, “işte Cumhuriyet gazetesinin demokrasi-özgürlük anlayışı budur” diyor.
Tartışma hep “kovulma” üzerinden yürütülüyor.
Yani...
Asıl meseleyi “görme” konusunu yine atlıyoruz.
Halbuki... İşin özü şudur:
Nuray Mert kovulmadı...
Nuray Mert kendini kovdurdu!
Bu nasıl “görülmüyor” ben de buna şaşırıyorum!
Evrim ve hemen ardında müftülerin nikah kıyması konusunu yazan Nuray Mert, gazetede “fırtına yaratacağını” bilmiyor muydu? Çocuk olmayınız. Nuray Mert’in zekasını küçümsemeyiniz. Bakınız...
Nuray Mert...
Cumhuriyet davasında niye yoktu?
Peki...
Nuray Mert...
Cumhuriyet gazetesindeki tutuklu arkadaşları için neden tek cümle yazmadı?
Yani...
Nuray Mert bir süredir Cumhuriyet gazetesinden rahatsızdı. İstifa edip ayrılması akılcı olmazdı; “aydın duruşuna” gölge düşürürdü! Öyle bir gitmeliydi ki...
Hem sırtındaki Cumhuriyet yükünden kurtulmalıydı hem de “kalemi kırılarak  mağdur edilen” aydın olmalıydı!
Evet... Bu nasıl “görülmüyor” işte ben de bunu anlayamıyorum!
Şunu belirtmeliyim:
Nuray Mert’i yazmak istemezdim. Ancak solcu arkadaşların bu derece “körlüğüne” tahammül edemedim...

Realite bu


Önce şu notu ekleyeyim:
Bu yazacaklarımın Nuray Mert ile ilgisi yok.
Kimsenin kırılmasını istemem...
Ve fakat bir realite ile karşı karşıyayız:
Aydın kıtlığı yaşıyoruz...
Entelektüel hayatımız çorak...
“Aydın” görünümlü olanlar sığ’dır. Sırıtmaktadır, görmesini bilene.
Tarihe baktığınızda insanlığın büyük yıkım dönemleri vardır.
Böyle karanlık dönemlerde “inanma” ihtiyacı dışa vurur. Yani meseleler hep “inanma” temeli üzerinden kabul görür.
Gerçek’le bağ kopar.
Akıl dışıcılık her alana sirayet eder.
İşte...
Böyle dönemlerin “aydını” hep çoğunluğa uyar.
Ateş gibi yakıcı bu günlerde iktidarın suyuyla serinlemektir.
Hakikati şudur: Güce aşıktır.
Zekasını-kalemini-sözünü iktidara bahşeder.
Kalemi oynak’tır her yere uyar!
Tek başına olma cesaretinden yoksundur.
Çatı’ya muhtaçtır, başını rahatça koruyacağı...
Bu sebeple Cemaat’siz yapamaz/yaşayamaz.
Kuşkusuz aydın değildir. “Aydın” kavramının içini boşaltır. Yaptığı muhalefet kahve falcılığı kadardır, değeri yoktur.
Bilir görünümlü bilmezliktir ifade ettikleri...
Aslında...
“Tüccar aydın”dır; alıp-satan!
İyi bir kurnaz!
Ya da popülizm yıldızı; cahilliğin parlattığı...
Algı’nın gücüdür aynadaki/tv’deki ya da köşesindeki yansıması.
Her yerdedir ama aslında hiçbir yerdedir.
Yüzeydedir. Derine kazmaz.
Aydınlatmaz, hep gölgeler.
Bilgeliği değil, tarih boyunca düzenin imalatçısı akademiyi yüceltir sürekli.
Mücadeleyi küçümser.
Kendi dışında yaşananlar teferruat’tır. Onun merkezinde olduğu “sorun”dur!
Övgüye şartlanmıştır... 
Dokunulmazlık ister...
Eleştiriye tahammül göstermez.
Hep kendine yontar.
Çok görünürler, aslında yok’turlar...

Şövalye yazar


Andre Gide (1869-1951)...
Çağdaş Fransız edebiyatının öne gelen yazarı...
Özyaşam öyküsünü anlattığı “Tohum Ölmezse” adlı kitabında bakın ne diyor:
“Kendimi olduğumdan daha erdemli göstermek istemiyorum; şöhret kazanmayı tutkuyla arzu ettim, ama genelde sunulduğu şekliyle popüler başarının, hileli bir taklitten başka bir şey olmadığını çok çabuk gördüm.
Ben hak ederek sevilmek istiyorum ve yanlış yere bahşedildiğini hissettiğim övgüler canımı sıkıyor. Kurgulanmış lütuflar da beni memnun edemez. Size sipariş üzerine sunulan ya da çıkar ilişkilerinin dayattığı şeyden nasıl zevk alabilirsiniz?
Minnettarlık yüzünden, yapacağım eleştirinin önünü kesme ya da iyi niyetimi harekete geçirme amacıyla övüldüğümü düşünmek bile övgünün tüm değerini bir anda yok eder; artık istemiyorum bunu. Çünkü benim için en önemli şey, yaptığım çalışmanın gerçek değerinin ne olduğunun bilinmemesidir ve kısa süre sonra solup gitme tehlikesi taşıyan defne dalından bir taçla hiç işim olmaz...”
Büyük yazarın bu satırlarını okuyunca aklınıza kim geliyor?
Benim ilk aklıma gelen...
Bekir Coşkun!
Çünkü...
O hiç... Popüler başarı peşinde  koşmadı.
Övgüler karşısında mahcup oldu.
Çıkara dayalı ilişkileri reddetti; halkının yanında durdu.
Sevilmeyi hak etmek istedi.
Eleştiriden sakınmadı.
İktidarlara boyun eğmedi.
Kötülük saçanlara karşı panzehir oldu.
Yazdığının değer bulması en büyük ödülüydü.
Böylesine değerli aydının kalemini ne çok özledik.
Samimi, mücadeleci yiğit aydını mumla aradığımız bu karanlık dönemde, aydınlatıcı Bekir Coşkun’a ne çok muhtaç olduğumuzu itiraf etmek zorundayız.
Hadi...
Bekir Ağabey bekliyoruz.
Bu büyük yürüyüş sensiz olmaz...
Işık saçan fenere ihtiyacımız var.