Hafta sonu Milli Kültür Şurası yapıldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşma yaptı.
“Televizyonun, internetin özellikle de sosyal medyanın kültürümüzü adeta yiyip bitirmesine göz yumamayız. Tam tersine bu imkanları kendi kültürümüzü yeni kuşaklara aktarmanın yolu olarak kullanmalıyız” dedi...
Güzel. Peki...
“Divan-ı Mezalim” kurumunu bilir misiniz?
Osmanlı, İslam düşüncesindeki bu kuruma “Divan-ı Hümayun” adını verdi.
Neydi görevi:
Padişahın başkanlığında, sadrazam, şeyhülislam gibi yüksek dereceli devlet görevlilerinin katıldığı ve devlet işleri ile halkın sorunlarının görüşüldüğü meclis idi.
Gerek, Divan-ı Mezalim...
Gerek, Divan-ı Hümayun...
Haksızlığı önlemek ve adaleti sağlamak için halka şikayet hakkı tanıdı.
“Şikayet” nedir; yaşanan idari veya adli bir haksızlığın ilgili makama iletilmesidir.
Osmanlı’da şikayetler mutlaka “Şikayet Defteri”ne kaydediliyordu.
Şikayetlerde hiçbir sınırlama yoktu. Dönemin kanaat önderi diyebileceğimiz yazar, şair ve hatta devlet adamları kaleme aldıkları edebi eserlerle bazen kişisel bazen toplumsal konularda şikayetlerde bulundu. Padişahtan bile şikayetçi olundu.
Kimi zaman şikayetini hicviye/taşlama ile yapanlar da vardı. Budin Beylerbeyi Derviş Paşa’yla ilgili şikayeti içeren Mücella gazeli buna örnektir.
Keza Nabi’nin “Hayrinamesi” buna örnektir.
Gelelim bugüne...
Günümüzün “Şikayet Defteri” nedir:
Gazeteler, televizyonlar ve sosyal medyadır.
Gazeteci Ahmet Şık, sosyal medyada şikayet yazıyor; atıyorsunuz hapse!
Gazeteci Kadri Gürsel, köşesinde şikayet yazıyor; atıyorsunuz hapse!
Gazeteci Hüsnü Mahalli, ekranda şikayet dile getiriyor; atıyorsunuz hapse!
Sadece onlarca gazeteci değil...
Yüzlerce yurttaş sosyal medyada şikayetini yazdığı için hapiste!
Milli kültür mü dediniz?..

“Karargah Rahatsız”


Max Weber Osmanlı otoritesini, keyfilik üzerine inşa edilmiş “sultanizm” (despotik) olarak nitedi.
Halil İnalcık bu değerlendirmeye karşı çıktı. Osmanlı’da padişah otoritesinin sınırsız olmadığını yazdı. Mutlak güç lafı teorideydi, pratik öyle değildi.
Rahmetli İnalcık, -karar alma mekanizmalarına halkın katıldığını gösteren- “Şikayet Defteri”ni de somut örnekleri arasında gösterdi. IV. Mehmet böyle tahtan indirildi. Neyse. Bu tartışma bilim insanları arasında hâlâ sürer.
Konuyu getirmek istediğim yer şurası:
Hürriyet gazetesinin “Karargah Rahatsız” haberi geçen hafta çok konuşuldu. Her sandık öncesi Aydın Doğan’ın hedef yapılması kurnazlığını hâlâ yutan var mı acaba?
Bakınız...
H.G.Majer’de F. Emecen’e kadar çok kişi “Şikayet Defteri” üzerine akademik çalışma yaptı.
Şikayetçiler arasında askerler de vardı! Örneğin, Doç. Murat Tuğluca’nın incelediği 17’nci Yüzyıl sonu Şikayet Defterleri’nde asker şikayetleri de vardı.
Defterlerden görülüyor ki; asker rahatsızlığını korkmadan-çekinmeden belirtmişti! Oran olarak neredeyse halk kadar askerler de şikayetlerini Divan-ı Hümayun’a iletmişlerdi.
Öyle ki... Osmanlı bu asker şikayetleri öğrenmek için, -savaş esnasında şikayet mekanizmasının işleyişinde zafiyet olmaması için- “Şikayet Defteri”ni harp bölgesine bile gönderdi. Yetmedi.
İstanbul’da sadrazam da “Kaymakam Şikayet Defteri” tutturarak cephe gerisinde savaşla ilgili yakınmaları toplardı.
Ve bunlar hiçbir rahatsızlık duymadan Divan- Hümayun’da görüşüldü.
Şimdi... Bugün...
“Karargah Rahatsız” şikayetinden rahatsız olan bir iktidar var!
Yetmiyor.
Gazeteleri, radyoları, televizyonları kapatıyor. Yani...
Aslında “Şikayet Defteri”ni yakıyor!
Milli kültür mü dediniz?..

Denetim kayboldu


Bilindiği gibi...
Şikayet hakkı; devlet adına idari tasarrufta bulunanların kanun ve yetki dışı kullanımlarından dolayı zarara uğrayan kişilerin şikayet etmesine dayanıyordu.
Osmanlı, tebaasına şikayet hakkı vererek yasadışı uygulamaların merkezce tespitini sağlıyordu. Buna göre, teftiş ve tahkikatlar yapılıyordu.
Ne yazık ki...
Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren padişahların, Divan-ı Hümayun’daki rolleri değişti.
Zamanla padişahlar Divan-ı Hümayun’a katılmamaya başladı. Böylece şikayet dinleme ve çözme fonksiyonu tamamen Divan-ı Hümayun’a kaldı.
Padişah halktan uzaklaştı.
Padişahın idari denetim yolları kayboldu.
Kuşkusuz padişah yine cuma namazında şikayet mektubu/arzuhal alıyordu; ama artık bunlar çok kısıtlıydı. Ve zaten padişaha bu şikayetlerin sadece artık özetleri/mazurat-ı rikabiye okunurdu; ve bunlar Divan-ı Hümayun’a gönderilirdi. Fakat sorunlara pek eğilen yoktu.
Koçi Bey, Katip Çelebi, Selaniki gibi yazarlar padişahların ilgisizliklerinin gazel gibi edebi metinlere yansıdığını yazdı.
Osmanlı “Şikayet Defteri”nin etkisini kaybetmesi çöküşün sebepleri arasındaydı. Örneğin.
Başlıca yakınma konusu olan yargı ve vergi sorunu bir türlü çözülemedi.
Şikayet mekanizması özellikle taşra teşkilatlarının zulme varan hareketlerinin önüne geçemedi.
Liyakat yerini adam kayırmacılığa bıraktı. Vs...
Bugün...
Tesadüf mü?..
Bu referandumdaki “evet” oyları...
Halkın şikayetlerinin dile getirildiği TBMM’yi işlevsiz hale getiriyor.
TBMM’de sözlü soru sorma usulünü kaldırıyor.
TBMM’nin, idarenin tasarrufunu doğrudan denetleme yetkisini yok ediyor.
Adalet; padişahtan fazla yetkiye sahip devlet başkanının inisiyatifine bırakılıyor.
Osmanlı’ya “despotik” diyen Weber yaşasa buna ne derdi acaba? Nereden nereye...
Milli kültür mü dediniz?..