Referandum günü yaklaştıkça “Evet” kampanyasını devletin tüm imkânlarını seferber ederek sürdüren Başbakan ve Cumhurbaşkanı söylemlerini de giderek sertleştiriyorlar. Örneğin, Başbakan Yıldırım, “CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun ayaküstü 40 yalan söylediğini” iddia ediyor!
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise anayasa paketinde cumhurbaşkanına TBMM’yi feshetme yetkisi verilip verilmediği konusunda, “Öyle bir şey söz konusu değil. Bunlar hep yalan. Yargıyla ilgili eleştiriler de doğru değil. Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi üyeleri şu anda seçildiği gibi, yine ayni şekilde seçilmeye devam edecek. Ana muhalefet bir yalan dünyası kurmuş orada yaşıyor” diyor!
Suçlayıcı açıklamalar gerilimi körüklediği gibi, halkın aklını da karıştırıyor. Tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’la bugünkü söyleşimde, kamuoyunu doğru bilgilendirmek amacıyla, tartışmalı konuları ele alacağım.

15

* * *

UĞUR DÜNDAR (UD): Sayın Elekdağ, Meclis’in feshi konusunda anayasa metninde yer alan gerçek nedir?

CUMHURBAŞKANI MECLİS’İ FESİH YETKİSİNE SAHİP

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Referanduma sunulan anayasa paketindeki 116. madde aynen şöyle: “Cumhurbaşkanı’nın seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır” Şimdi ben soruyorum: Cumhurbaşkanı’nın Meclis’i yenileme kararını vermesi, yani Meclis’in görevinin sona erdirilmesi, Meclis’in feshinden başka bir anlama gelebilir mi? Bu mümkün değil!.. Yani Meclis’in feshi konusunda doğru konuşmayan, Cumhurbaşkanı’nın bizzat kendisi!.. Burada bir de fahiş bir hukuksuzluk var. Zira, % 51 oyla seçilen partili Cumhurbaşkanı’nın tek başına tüm milletvekillerinin görevine son verebilmesinin anlamı, Meclis’in resmen Cumhurbaşkanı’nın vesayeti altına konulmasıdır. Demokratik bir sistemde böyle bir şey olabilir mi? Bu sakatlık, milletin gözünün içine baka baka tüm TV kanallarında söylenen yalanlarla halktan gizlenmeye çalışılıyor!..
(UD): Şunu da belirtmekte yarar var: Zira yürürlükte olan Anayasa da Cumhurbaşkanı’na Meclis’i feshetme yetkisi veriyor...

CUMHURBAŞKANI 2035 YILINA KADAR GÖREVDE KALABİLİR

(ŞE): Veriyor ama bazı şartlara bağlayarak!.. Mevcut Anayasa’ya göre; hükümetin güvenoyu alamadığı veya güvensizlik oyuyla düşürüldüğü ve 45 gün içinde de yeni bir hükümet kurulamadığı hallerde, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı’na danışarak seçimleri yenileyebiliyor. Yeni 116. maddeye göre ise, devletin başındaki kişi, hiçbir şarta bağlı olmadan, sırf kendi takdirine göre TBMM seçimlerinin yenilenmesine -yani erken seçime- kendi seçimini de yenilemek kaydıyla karar verebiliyor. Tabii bu durum, devletin başındaki kişiye üçüncü defa seçilmenin yolunu da açıyor. Yeni anayasa paketine göre, iki kere beşer yıllık dönemler için seçilebilecek partili Cumhurbaşkanı, ikinci döneminin sonuna doğru isterse seçimlerin yenilenmesi kararını verebilir ve yeniden aday olabilir. Bunun anlamı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, şartların arzusuna göre oluşması halinde, 2019 seçimlerinden itibaren 2035’e kadar, yani 15 yıl süreyle görevde kalabileceğidir.
(UD): Ancak Başbakan Yıldırım 1 Nisan gecesi CNN Türk-Kanal D ortak yayınında bu tür bir yorumu reddetti ve “Vatandaş aman gitmesin devam etsin dese bile” Cumhurbaşkanı’nın 10 yılın ötesinde görevde kalamayacağını söyledi...
(ŞE): Bu doğru değil!.. Çünkü anayasa paketindeki 116. madde söylediklerimin gerçekleşmesine imkân verecek şekilde formüle edilmiştir. Yeni 116. madde dikkatle okunursa, yorumumun gerçek olduğu görülür. Diğer taraftan, hem Başbakan’ın, hem de Cumhurbaşkanı’nın yeni anayasayla TBMM’nin fonksiyonlarını tam anlamıyla yerine getireceği hususunda söyledikleri de gerçekleri yansıtmıyor! Çünkü, anayasa paketi TBMM’nin yetkilerini buduyor, onu kötürüm hale getiriyor! Nasıl mı? Anayasa’nın 98/1 maddesinden gensoru kurumu çıkarılarak Meclis’in “Bakanlar Kurulu’nu ve bakanları denetleme” yani yürütmeyi denetleme yetkisi elinden alınıyor. Geriye, Meclis’in elinde hükümetin denetimi için “Meclis araştırması”, “genel görüşme” ve “Meclis soruşturması” enstrümanları kalsa da, ben 9 yıllık milletvekilliğim sırasında bunların hükümeti denetlemeye yeterli ve etkili yöntemler olmadığını yakından gözlemledim. Hükümetin denetlenebilmesi, onu düşürmeye imkân veren gensoru yetkisine sahip olunmasıyla yapılabilir.
(UD): Ama yine de, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak Meclis’in elinde...
(ŞE): Evet, görünüşte bu yetkiler önerilen 88. madde ile Meclis’e bırakılmıştır. Yürürlükte olan 88. maddede bu yetkiye Bakanlar Kurulu da sahiptir. Fakat yeni yönetim sisteminde Bakanlar Kurulu olmadığından onun yetkileri Cumhurbaşkanı’na verilmiştir ve bu suretle Cumhurbaşkanı çıkaracağı kararnamelerle yasamanın ortağı konumuna getirilmiştir. Yeni 89. maddeye göre, Meclis tarafından yapılacak ve onay için Cumhurbaşkanı’na gönderilecek bir yasa, onaylanmaz da Meclis’e geri gelirse, söz konusu yasa, 301 milletvekilinin oyunu almadıkça yeniden yasalaşamaz. Oysa, yürürlükteki 89. maddeye göre, veto edilen bir yasa adi çoğunlukla kabul edilirse Cumhurbaşkanı’nın yasayı yayımlama mükellefiyeti vardır. Şimdi, yeni düzenlemenin püf noktasına geliyorum. Yeni sisteme göre, Cumhurbaşkanı’nın veto ettiği bir yasayı Meclis 301 oy bulamadıkça çıkaramayacaktır. Bu durumda, Cumhurbaşkanı aynı konuda istediği içerikte bir kararname çıkararak yasal boşluğu keyfine göre dolduracaktır. Burada getirilen sınırlama, Cumhurbaşkanı’nın yasayla düzenlenmiş alanlarda kararname çıkaramayacağıdır. Özetle, yeni sistem, partili Cumhurbaşkanı’nın, Meclis’i devre dışı bırakarak ülkeyi yönetebilmesine imkân hazırlayacak şekilde dizayn edilmiştir. Burada da keyfilik ve hukuksuzluk var!.. Anayasa’ya göre, yasama yetkisi devredilemez!..
(UD): Cumhurbaşkanı’nın yaşam boyu yargılanmaması hakkındaki düzenleme de, çetin restleşmelere konu oldu...
(ŞE): Bu düzenleme, referanduma sunulacak anayasa paketinin “Cumhurbaşkanı’nın Cezai Sorumluluğu” başlıklı 105. maddesinde ele alınıyor. Bu madde öylesine formüle edilmiş ki, Cumhurbaşkanı’nın siyasi ve adli suçlardan yargılanması imkânsız hale getirilmiş!.. Şöyle ki: Meclis’te Cumhurbaşkanı hakkında bir suç işlediği iddiasıyla soruşturma açılabilmesi için 301 oy, soruşturmaya başlanabilmesi için 360 oy, kurulacak komisyonun raporunun Yüce Divan’a sevk kararı için ise 400 oy gerekiyor. Farzedelim ki, 400 oy sağlanabildi. Bu durumda yargı kararını, yargıçları bizzat Cumhurbaşkanı tarafından atanmış olan Yüce Divan rolündeki Anayasa Mahkemesi verecektir. Yani, Cumhurbaşkanı’nın görevi süresince, “17-25 Aralık yolsuzluk iddiaları” hakkında herhangi bir soruşturma yürütülemeyecektir! 105. maddede “Görevde bulunduğu sürede işlediği iddia edilen suçlar için görevi bittikten sonra da bu madde hükmü uygulanır” denilmek suretiyle Cumhurbaşkanı’nın ömrü boyunca yargılanması önlenmiştir. Sonuç olarak, bütün bu gürültü-patırtı Cumhurbaşkanı Erdoğan için “kişiye özel” bir anayasayı Türkiye’ye dayatmak için koparılıyor...
(UD): Söyleşimizin başında belirttiğim gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan, yargıyla ilgili eleştirilerin de yalan olduğunu söylüyor.

ANAYASA KABUL EDİLİRSE HUKUK DEVLETİNİN SONU GELİR

(ŞE): Kesinlikle doğru değil!.. Referanduma sunulacak Anayasa tasarısıyla, yüksek yargı, partili Cumhurbaşkanı’nın partisinin doğrudan güdümünde bir kurum haline getiriliyor. Bu gerçeği görmek için taslağın 159. maddesine bir göz atmak kâfi. Bu maddeye göre; hakim ve savcıları atayan, görevden alan, görev yerini değiştiren Hakimler Savcılar Kurulu’nun 13 üyesinden 6’sını doğrudan Cumhurbaşkanı atamakta, 7’sini ise çoğunluğunu elinde bulundurduğu TBMM seçmektedir. Anayasa Mahkemesi’ne gelince, bu mahkemenin 15 üyesinden 12’si Cumhurbaşkanı, 3’ü de Meclis tarafından seçilmektedir. Referandumdan “evet” çıkar ve bu utandırıcı durum onaylanırsa, Türkiye’de artık bağımsız ve tarafsız yargıdan söz edilemeyeceği gibi, hukuk devletinin de sonu gelmiş olacaktır.
(UD): Evet’in çıkmasının başka ne gibi sonuçları olacaktır?
(ŞE): Evet’in çıkmasıyla Türkiye’deki yönetim sistemi, mutlak ve sınırsız yetkilere sahip, hesap vermeyen, denetlenmeyen tek bir kişinin hakimiyetinde diktatoryal bir rejime evrilecektir. Rejimin başındaki kişi, dinle siyaseti birbirine karıştırmayan laik ve çoğulcu demokratik sistemi özümseyen bir kişi değil de, Atatürk’e ve devrimlerine husumetle bakan, dindar ve kindar bir nesil yetiştirmeyi amaç edinmiş, Türkiye’nin temel kimliğini Sünni-İslam kimliğine dönüştürmek isteyen bir zihniyete sahipse, ülkemiz tehlikeli ve çok ağır maliyetli bir sürece sokulmuş olacaktır. Zira, laiklik ve çoğulculuğu dışlayan, tek boyutlu inanç dayatmasını benimseyen bu tür bir kimlik, toplumumuzun sosyal dokusunu çürütür, ayrıştırır, mezhepsel çatışmalara ve sosyal patlamalara davetiye çıkarır. Bu ortamda Türkiye hızla muasır medeniyet hedefinden uzaklaşır ve ortaçağ karanlığına sürüklenir.