Dün bir mektup aldım.
Diğerlerinden çok farklı, gözyaşları arasında okuduğum bir mektup...
Satırlar aktıkça o yılların yürek yakan görüntüleri gözlerimin önünden adeta bir film şeridi gibi geçmeye başladı.

*  *  *

Yıl 1993...
Tansu Çiller Başbakan, merhum Doğan Güreş Genelkurmay Başkanı.
Tansu Hanım “tak” diye emrediyor, Doğan Paşa “şak” diye yerine getiriyor!
Bununla da yetinmeyip, yarısı Atatürk, diğer yarısı da Tansu Çiller olan bir portre yaptırarak, Tansu Hanım’a armağan ediyor!..

*  *  *

Ekranların yeni soruşturmacı gazetecilik programı Arena, her hafta reyting rekorları kırıyor.
Günün birinde ekibimize posta ile bir video kaset ulaşıyor.
Dehşete kapılarak seyrettiğimiz ve Fransız televizyoncular tarafından bir yıl önce kaydedildiği anlaşılan kasette, PKK’lı teröristlerin Hakkari’deki Alan Sınır Karakolumuza yaptığı baskın ve 20 Mehmetçiğin şehit düştüğü katliamın görüntüleri yer alıyor.
Kasetin ilk dakikalarında 200 kadar hainin Kuzey Irak’taki kampta ağır silahları katırlara yükleyişleri ve karakola tepeden bakan sarp kayalıklara gelişleri yer alıyor. Teröristler mevzilenip silahları aşağıda, tepenin bitimindeki çukura inşa edilmiş karakola doğrultuyor. Ve sonra çim halı sahalar gibi ışıklandırıldığı için açık hedefe dönüşmüş derme çatma binaya korkunç bir ateş yağmuru başlıyor.
Türkiye’nin 30 Ağustos Zaferi’ni kutladığı gece, 20 kınalı kuzu oracıkta şehit düşüyor.
Daha fazlasını anlatmayayım, yüreğiniz dayanmaz...

*  *  *

Bu acıyla ekrana çıkıp, terör örgütünün propagandasına alet olmamak için tek kare görüntü göstermeden, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş’e şöyle sesleniyorum:
“Sayın Paşam,
Geçmişte terör tehdidi bulunmadığından, hudut karakollarımız kaçakçıkla mücadele esas alınarak, bu kişilerin geçiş güzergahlarına, yani düzlük alanlara yapılmış. Üstelik hiçbiri, ağır silahlara dayanıklı biçimde inşa edilmemiş. Çoğunun çatısı sac kaplı! Bunca zafiyet yetmiyormuş gibi, bir de ışıklandırılmışlar! Bakın sadece geçen yıl Derecik’te 28, Alan’da 20 ve Aktütün Karakolu’nda da 25 vatan evladını şehit verdik. Lütfen bu karakolları terörle mücadeleye uygun olarak yeniden inşa edin, güçlendirin ve hainlerin Mehmetçik’e saldıramadan püskürtülmesi için ne gerekiyorsa bir an önce yapın...”
Vay sen misin bunu diyen!
Doğan Güreş, hemen o sırada çalıştığım Doğan Grubu yetkililerinden Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ü arıyor. “Ona söyle bir daha böyle bir haber yaparsa Divan-ı Harp’e veririm” diyor! Ertuğrul Bey bana bunu söylediğinde “Sen de sayın paşama, Çanakkale tepelerinde ailemizden iki şehidin yattığını, benim de 24 ay askerlik yaptığımı söyle! Ayrıca askerlik çağı geçmeye başlayan oğlunun orduevlerinde keyif çatmak yerine, vakit geçirmeksizin vatani görevine koşmasının Mehmetçiğe moral vereceğini hatırlat” diyorum.
Paşa Divan-ı Harp’e değil ama, Ağır Ceza Mahkemesi’ne veriyor. Yargılanıp beraat ediyorum.

*  *  *

Sevgili okurlarım,
Aradan 24 yıl geçtikten sonra dün, yazımın girişinde sözünü ettiğim ve Doğan Paşa’ya seslenirken ne kadar haklı olduğumu kanıtlayan o mektubu aldım.
Gözyaşları arasında okuduğum satırları yazan kişi, hainlerin o üç karakol baskını sonrasında, ölümü göze alarak yardım için karakollara koşan Mehmetçiklerden biri... Kollarıyla taşıdığı şehit arkadaşlarının görüntüleri kendisini öylesine etkilemiş, öylesine korkunç travmalar yaşatmış ki, adına “Vietnam Sendromu” da denilen “Travma Sonrası Stres Bozukluğu” (TSSB) hastalığına yakalanmaktan kurtulamamış. Terhis edildiği tarihten bu yana doğru dürüst tek gece bile uyuyamamış. Evlenemeyen, sürekli bir işte çalışamayan travma mağduru bu yurttaşımız, tedavisi için nereye başvurduysa ilgilenen çıkmamış. Hep baştan savılmış! Artık yaşamaktan öylesine bezmiş ki “Param olsa İsviçre’ye gidip ötenazi yaptıracağım” diyor. Son bir umutla bana yazdığını belirtiyor.

*  *  *

Dünden beri ona nasıl yardım edebileceğimi düşünüyor, düşündükçe acılar çekiyorum.
Kim, nasıl yardım edebilir, onu da bilemiyorum.
Ama yine de bu çığlığı duyan birinin ses verebileceğini hayal ediyorum.
Çünkü kendimizi en yenik hissettiğimiz anda bile başarının, uzanıp tutabileceğimiz kadar yakınımızda bizi beklediğini biliyorum!..