Sevgili okurlarım,

ABD Başkanı Donald Trump’ın, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ve Büyükelçilik binasının Tel Aviv’den Kudüs’e taşınacağını ilan etmesi, dünyada sert tepkilere neden oldu. Ortadoğu ve Avrupa ülkeleriyle Rusya, Çin ve Vatikan, bu kararın dünyaya barış getirmeyeceği gibi, büyük sorunlar yaratacağı konusunda ortak bir görüş dile getirdi. BM Genel Sekreteri de aynı doğrultuda bir açıklama yaptı. Karar, işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde İsrail güvenlik güçleriyle tepkili göstericiler arasında çatışmalara yol açtı. Gazze’de yönetimi elinde tutan Hamas lideri Haniye, Filistinlileri üçüncü halk ayaklanmasına (intifada) çağırdı. Şimdi dikkatler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın inisiyatifiyle İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İstanbul’da 13 Aralık’ta yapacağı olağanüstü toplantıya çevrilmiş durumda.

Bugün tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ ile bu kararın tetikleyebileceği gelişmeleri konuşacağız.

* * *

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ, Filistin sorununun çözümsüz bırakılmasının uluslararası teröre katkıda bulunduğu genellikle kabul gören bir görüştür. Buna rağmen Trump’ın yangına körükle gitmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Ünlü ABD’li stratejist Zbigniew Brzezinski’ye göre; halen İslam dünyası ile Batı dünyası arasındaki en önemli kriz kaynağı Filistin sorunudur. ABD’nin ve dünyanın başına bela olan El Kaide gibi terör örgütlerinin Müslüman toplumların bünyesinde üremesinin temel nedeni de ABD’nin Filistin sorununa yönelik adaletsiz yaklaşımıdır. ABD’nin Filistin’i işgal eden İsrail’i gözü kapalı desteklemesi, Ortadoğu’da Müslümanlara karşı düşmanlık olarak değerlendirilmektedir. Yahudiler, Tanrı’nın yeryüzündeki yegâne seçkin kulları oldukları inancıyla, Tanrı’nın kendilerine vaat ettiğini öne sürdükleri devleti kurmak için fanatik bir dürtüyle Müslümanlara etnik temizlik uygulayarak onların topraklarını gasp etmeyi meşru hakları olarak görmektedirler. Batı dünyası ve özellikle ABD, bu adaletsizlik ve zulme duyarsızdır, hatta sempatiyle bakmaktadır. İslam toplumlarının gasp ve haksızlık karşısındaki öfkesi, çaresizlik duygusu ve zafiyetin etkisiyle bazı hallerde fanatizme dönüşmektedir. Batının görmek istemediği, esasında bu durumun, İsrail’in fanatik devlet ideolojisinden kaynaklandığıdır. ABD’de İslamiyet’e karşı önyargı o denli artmıştır ki, 11 Eylül 2001’de New York’ta Dünya Ticaret Merkezi’nin bulunduğu İkiz Kuleler ile Washington’da Pentagon’a yapılan ve üç bin kişinin hayatını kaybetmesine yol açan terör saldırılarının sorumlusu Arap teröristlerin, hangi saikle (nedenle) hareket ettikleri, işin ucunun İsrail’e dokunacağı endişesiyle üstünkörü bir araştırmaya tabi tutulmuş, yani geçiştirilmiştir.

(U.D.): İnanılır gibi değil!..

15dundar17cm

EL KAİDE ABD’Yİ, İSRAİL’E VERDİĞİ DESTEK NEDENİYLE HEDEF SEÇTİ

(Ş.E.): Bu konuda yayınlanmış ve Amerikan resmi makamları tarafından tekzip edilmemiş makaleler mevcut. Benim burada zikredeceğim makalenin yazarları, Araştırma Komisyonu çalışmalarını kaydeden filmleri incelemişler, sonra da elde ettikleri bulguları komisyon raporuyla karşılaştırmışlar. Örneğin, komisyon 16-17 Haziran 2004’teki oturumunda federal polis ve istihbarat yetkililerinin 11 Eylül saldırısı hakkındaki görüşlerini dinlemiş. Bu toplantıda Komisyon Eşbakanı Hamilton, FBI ajanlarına şu soruyu sormuş: “Bu teröristler saldırıyı niçin yaptılar?” Özel FBI ajanı Fitzgerald bu soruyu şöyle yanıtlamış: “Kanımca, Amerika’ya karşı öfke duyuyorlar. Filistin sorunuyla ve baskıcı rejimlere karşı çıkan halkla özdeşleşiyorlar ve öfkeleri Amerika’ya yansıyor...” Bu ifade, içinde “Filistin” geçtiği için komisyon raporunda yer almamış. Keza, El Kaide’nin ABD’yi terör hedefi olarak seçmesinin ana nedeninin, Washington’un İsrail’e sağladığı destek olduğu da raporda yer almamış. Makalede, raporu hazırlayan politikacıların, Amerikan halkının, ülkelerine yönelen terörizmin, ABD yönetiminin İsrail’e sağladığı destekten ve Filistin sorununun çözümsüz kalmasından kaynaklandığını bilmesini istemedikleri, bu tutumun bir sonucu olarak da gelecekte vukuu muhtemel saldırılara karşı alınacak önlemler hakkında tavsiyelerde bulunulamadığı vurgulanıyor. Ayrıca, İkiz Kuleleri vuran uçakları kullanan pilotlar ve uçaklardaki diğer teröristlerin geçmişleri ve siyasi görüşleri hakkında yapılan araştırmanın, çoğu Suudi Arabistanlı olan bu genç yaştaki saldırganların ABD’ye düşmanlıklarının, ABD’nin Filistin topraklarını işgal eden İsrail’i ve bölgedeki diktatör rejimleri desteklemesinden kaynaklandığını ortaya koyduğu belirtiliyor. Sonuç olarak makale, İsrail’in çıkarlarını kollamak amacıyla izlenen bu hareket tarzının, ABD çıkarlarına zarar verdiğinin altını çiziyor ve komisyonu vatan hainliğiyle suçluyor. (What Motivated the 9/11 Highjackers to Attack the US?, By representativepress, Sep 09, 2006)

(U.D.): ABD bu tutumuyla bütün dünyaya zarar veriyor. Bu ülkede İsrail lobisinin çok güçlü olduğu biliniyor. Fakat bu söyledikleriniz, İsrail’in Washington’da sanki bir paralel devlet kurmuş olduğu izlenimini yaratıyor. İsrail bu gücü nereden alıyor?

YAHUDİLER ABD’DE FİNANS, MEDYA VE AKADEMİK CAMİADA ÇOK ETKİN

(Ş.E.): Yahudiler, ABD’de finans ve medya sektörleri ile “akademiya”da hakimler... Bir de destekçileri Hristiyan Siyonistler var. Yahudiler nüfusun sadece % 2’sini oluşturuyor ama ülkedeki milyarderlerin % 50’si Yahudi!.. 3 büyük TV kanalının CEO’su Yahudi!.. 4 büyük film şirketi ve New York Times dahil olmak üzere ülkenin en büyük yayın gurubu da Yahudi sermayesinin elinde!.. ABD’nin önde gelen üniversitelerindeki profesörlerin % 20’si, büyük hukuk firmalarında çalışanların % 40’ı, yazar ve yönetmenlerin % 60’ı ve ABD’nin önde gelen 200 entelektüelinin yarısı Yahudi’dir. AİPAG, ADL, American Jewish Congress, Israel Policy Forum, American Jewish Committee gibi ülkenin en güçlü ve aktif lobi kuruluşları, Kongre üyelerinin seçim kampanyalarını finanse ederek seçilmelerinde yardımcı olurlar. Sonra da onları tam markaja alır ve İsrail’in çıkarları doğrultusunda hareket etmelerini sağlarlar. “Kongre’de İsrail terörü” vardır dersem hayret etmeyiniz. Zira bu bir gerçek!.. Bir milletvekili veya senatör İsrail aleyhinde bir söz söylerse, bu onun için siyasi intihar olur ve bir daha seçilemez. Amerikan başkan adayları seçimden önce Kudüs’teki “Ağlama Duvarı”na giderek basına poz vermezlerse, başarı şansları azalır. Zannediyorum söylediklerim, ABD’nin Ortadoğu stratejisinin neden İsrail tarafından dizayn edildiğini ortaya koyuyor. Bu hususta daha fazla bilgiye sahip olmak isteyenlere, Amerikalı önde gelen iki bilim adamı tarafından yazılmış olan “The Israel Lobby and the US Foreign Policy” adlı kitabı tavsiye ederim.

(U.D.): Hristiyan Siyonistlerden bahsettiniz... Bu konuyu da açar mısınız?

EVANJELİSTLERİN KEHANETİ ABD’NİN İSRAİL POLİTİKASI ÜZERİNDE ÇOK ETKİLİ

(Ş.E.): ABD halkının üçte birini oluşturan, bu nedenle de büyük oy potansiyeline ve siyasi güce sahip olan Protestan Evanjelistlere, Hristiyan Siyonistler de denilmektedir. Evanjelistler, Yahudilere büyük sevgi ve sempati duymakta ve siyasi güçlerini İsrail’in ulusal çıkarlarını destekleyecek şekilde kullanmaktadırlar. Evanjelistlerin inançlarına göre; Hristiyanlık, Yahudi kökünden gelir. Bu nedenle İsrail’in yaptığı işler, Tanrı’nın onayladığı işlerdir. Mesih ortaya çıkmadan önce dinsizlik ve ahlak çöküntüsünün hüküm sürdüğü ve kaos içindeki dünya, gökten kovulan Deccal (şeytan) tarafından yönetilecek ve İsrail işgal edilecektir. Bu ortamda Mesih dünyaya gelecek, Armageddon Savaşı ile Kudüs, Deccal’den alınacaktır. Savaşta çok Yahudi ölecek ama kalanlar inançlarını değiştirerek İsa’yı Mesih olarak ilan edeceklerdir. Böylece bin yıllık altın çağ başlayacak, savaş, açlık, adaletsizlik ortadan kalkacaktır. Amerika’yı etkisi altına almış bulunan bu sapkın dini kehanet, İsrail’i Washington’da ABD’nin Ortadoğu politikasını şekillendirebilen çok etkili bir siyasi aktör yapmaktadır.

(U.D.): İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İstanbul toplantısından ne bekliyorsunuz?

(Ş.E.): Bugünün şartlarında yapılabilecek olan, Kudüs’ün mevcut statüsünün muhafaza edilmesinin, tarihi, dini ve hukuki mülahazalara dayanarak savunulmasını öngören bir ortak iradenin oluşturulması ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için İslam ülkeleri arasında ortak hareketi ve koordinasyonu sağlayacak bir mekanizmanın kurulmasıdır. Tam bir dağınıklık ve pejmürdelik içinde bulunan, despotik ve halkına hesap verme mecburiyeti olmayan rejimlerle yönetilen bu ülkelerden bazılarının, ABD desteğiyle ayakta kalabildikleri ve liderlerinin İsrail’le ilişkilerine Kudüs’ün statüsünden daha fazla önem verdikleri bir gerçektir. Bu toplulukta, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir” tavrını samimiyetle -bu kelimenin altını çiziyorum- benimseyecek birkaç lider olabileceği hususunda da derin şüphelerim var. Bu nedenle, Ankara’nın toplantıda dini hamaset yerine teenniyle ve ileride İsrail ile ilişkilerinin tanziminde başka bölge ülkelerinin arabuluculuğuna ihtiyaç duyma zorunluğunda kalmayacak şekilde hareket etmesi akılcı olacaktır. Unutmayalım, gariban Filistinlilere yardımın yolu İsrail’in vizesinden geçiyor.

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ’IN NOTU: 5 Kasım 2017 tarihli “Türkçülük bölücülük değil Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran milli iradedir” başlıklı röportajımda, büyük bir deha ve tarihi şahsiyet olan Ziya Gökalp’in, yararlandığım kaynaklara dayanarak “Diyarbakırlı bir Kürt aileden” geldiğini ifade etmiştim. E. Hv. Tuğgeneral Turfan Gökalp’ın göndermiş olduğu Gökalp ailesinin soy kütüğü hakkındaki detaylı bilgiler, Ziya Gökalp’ın Türk soyundan geldiğini göstermektedir. Hatamı düzeltmeme yardımcı olduğu için sayın Turfan Gökalp’e teşekkür ederim. Şükrü M. Elekdağ