70’li yıllar... Mevsim kış...
İstanbul’un yoksul arka sokaklarından birindeyiz...
Tek tük atıştıran kar tanelerinin yüzümüze ok gibi saplandığı bir gece yarısı soğuğunda, kameraman arkadaşımla, sabahçı kahvesindeki inşaat merdivenine tırmanarak “bekar odası”na çıkıyoruz! Çünkü çatıdaki barınağa tek çıkış yolu bu inşaat merdiveni!..
Hayatımda ilk kez gördüğüm “bekar odası” uzun, upuzun, ilk bakışta hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir izbelik!..
Yaklaşık 50 ranzanın tümü, altlı üstlü dolu...
Kirden simsiyah olmuş çarşafsız yataklarda sızıp kalmış insanlar, gök gürültüsünü andıran horultularla uyuyor.
Ciğerleri sökülürcesine öksürenler bile, o derin uykuları bölemiyor.
Çoğu inşaatlarda boğaz tokluğuna çalışan, ya da iş bulabilme umuduyla “taşı toprağı altın” (!) İstanbul’a gelen fena halde çaresizlerin arasından geçerek, dipteki cılız, arada bir göz kırpan ışığa doğru ilerliyoruz.
Üzerindeki toz toprak nedeniyle her an sönecekmiş izlenimi veren ampulün sarktığı yerde ne duruyor biliyor musunuz?
Başında kasketi, mavi gömleği, omzundaki bembeyaz güvercini ve umut veren bakışlarıyla Bülent Ecevit...
“Karaoğlan”, bekar odasının umutsuzlarına gülümsüyor...

Fotoğrafta ABD Başkanı George W. Bush'la görülen merhum Başbakan Bülent Ecevit, saygı gösterilen bir devlet adamıydı Fotoğrafta ABD Başkanı George W. Bush'la görülen merhum Başbakan Bülent Ecevit, saygı gösterilen bir devlet adamıydı


* * *

Haziran 1977...
Türkiye, birkaç hafta sonra genel seçime gidecek.
CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, son mitinglerinden birini, “1 Mayıs Katliamı”nda 34 yurttaşımızın hayatını kaybettiği Taksim’de yapıyor.
Meydanı hıncahınç dolduran coşkulu kalabalık “Başbakan Karaoğlan”, “Halkçı Ecevit” sloganları atarken o, müthiş hitabet gücüyle dönemin Başbakanı merhum Süleyman Demirel’e veryansın ediyor!
Taksim’deki mitingden vazgeçmemesi halinde meydandaki otelden kendisine ateş açılarak suikast yapılacağı istihbaratını aldıklarını söyleyen ve oraya gitmemesini isteyen Demirel’e meydan okuyor:
“İşte Taksim’de, halkımla birlikteyim. Beni vurmalarını bekliyorum!.. Hodri meydan!..” diyor.
Otobüsün üstünde ve onun tam arkasında, mitingi izleyen ve endişeli bakışlarla oteli gözleyen gazetecilerden biri de benim.
Neyse ki korkulan olmuyor.
Coşkunun ve seçimi kazanma umudunun doruğa çıktığı tarihi miting, dakikalarca süren alkışlarla sona eriyor...

* * *

O dik duruş, korkuya meydan okuyuş Karaoğlan’ın Cumhuriyet Halk Partisi’ni iktidar yapıyor...

* * *

Yine 70’li yıllar, kış... İstanbul’da dondurucu soğuklar kol geziyor...
Sarayburnu’nda, Sarai Sierra adlı Amerikalı turist kadının öldürüldüğü yer var ya, işte tam oralar...
Haber için surların önünden geçerken, mağaradan farksız bir oyuktaki hareketlilik dikkatimi çekiyor. Hemen aracımızı durdurup, kameraman arkadaşımla birlikte iniyoruz.
Mağaraya yaklaşırken içeriden eli bıçaklı biri fırlıyor!
“Gidin ulan... Beni ve çocuklarımı başımızı soktuğumuz bu mağaradan da mı edeceksiniz?.
Defolun yoksa vururum” diye bağırıyor.
Niyetimizin kendisine zarar vermek olmadığını, tam tersine yardım etmeye çalışacağımızı söyleyip, güçlükle ikna ediyoruz.
Oyuğa girdiğimizde ne görelim?
Sapsarı saçlı, mavi gözlü dünyalar güzeli iki çocuk, korkudan fal taşı gibi açılmış gözlerle bize bakmıyor mu? İçerisi öylesine soğuk ki, adeta derin dondurucu gibi!.. Ayrıca duvardan şelale hızıyla şarıl şarıl su akıyor!
Adam kameraya anlattığı acılarla dolu hikayesini şu sözlerle noktalıyor:
“Umudum Karaoğlan!.. Beni ve çocuklarımı bu kör karanlıktan ancak Karaoğlan çıkarır!..”
Nitekim çıkarıyor da...
Talihsiz adam ve çocukları “Karaoğlan’ın talimatıyla bir hafta içinde mağaradan, sosyal konuta taşınıyor!..
70’li yıllar devam ediyor...
TRT Ankara Televizyonu’nda programlar hazırlayıp sunuyorum.
Bir bayram öncesi TRT’nin efsanevi Genel Müdürü İsmail Cem arıyor.
Başbakan Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Hanım’ın kurucusu olduğu Köy Derneği’nin bir etkinliği için beni çağırdıklarını söyleyerek “Uğur Bey, Rahşan Hanım sizi seviyor, takdir ediyor. Köy Derneği’ne yardım için bir gece düzenlemişler, acaba siz de katılıp bir şeyler söyler misiniz” diye soruyor.
Hiç düşünmeden “Efendim, ben TRT’de çalışan bir devlet memuruyum. Böyle bir etkinlikte sahneye çıkmam eleştiri alabilir. Sizi, beni ve kurumumuzu kamuoyu önünde zor durumda bırakabilir” diyorum.
“Peki o zaman siz kendiniz bunu münasip bir şekilde anlatın, zira yanlış yorumlayabilirler” diyor.

* * *

Akşam saatlerinde verilen adrese, dünyaca ünlü keman virtüözü Suna Kan ve eşi Faruk Güvenç’in evlerine gidiyorum.
Meğer Rahşan ve Bülent Ecevit çifti konuklarıymış.
Kuru fasulye, pilav ve biradan oluşan yemekten ikram ediyorlar.
Ecevitler, yemek sırasında dile getirdiğim Köy Derneği gecesiyle ilgili kaygılarımı anlayışla karşılıyorlar.
Ayrıca televizyon programlarımı büyük beğeniyle izlediklerini söyleme inceliğini de gösteriyorlar.
Unutulmaz anılarla dolu yemeğin sonunda “Efendim, sizi daha fazla rahatsız etmeden baş başa bırakayım” diyerek izin istiyorum.
Başbakan Bülent Ecevit “Olur mu Uğur Bey, biz de kalkıyoruz. Evinize bırakırız” diyor!
Şaşkınlık içinde “Aman efendim, çok mahcup olurum” desem de, Başbakan ısrarından vazgeçmiyor.
Aşağıya indiğimizde iri yarı Koruma Müdürü Mümtaz Karaduman kapıda bekliyor. Çevrede başka hiçbir koruma da görünmüyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, tek kişi tarafından korunuyor!..
Makam aracı da siyah renkli Renault marka station-wagon model bir otomobil!..
Hiç unutmuyorum, beni ön koltuğa oturtuyorlar.
Koruma müdürü de bagaja geçiyor!
Bu şekilde Kennedy Caddesi’ndeki evimin önüne kadar geliyoruz.
Tam kapıyı açmak için uzandığımda Başbakan Ecevit benden önce davranıp iniyor ve bir hamlede kapımı açıyor!
Mahcubiyetimden ne diyeceğimi bilemiyorum!
Rahşan Hanım içeriden “Zahmet ederek oraya kadar geldiniz, size çok teşekkür ederiz Uğur Bey” diye sesleniyor.
Karşılıklı iyi geceler diledikten sonra onları uğurluyor, gecenin karanlığında ilerleyen makam aracının ardından bakakalıyorum...

* * *

Bir de günümüzü düşünün.
Eskortlar... Jammerler... Lüks makam otoları ve jeeplerden oluşan yüzlerce araçlık konvoy... Sokaklarda, köşebaşlarında ve yüksek binalarda konuşlanan binlerce sivil-resmi polisler... Kritik noktalarda keskin nişancılar... Çevrede kuş uçurtmayan dev bir koruma ordusu...Neredeyse hayatın doğal akışının durduğu anlar...

* * *

Bir yanda önerisini reddeden bir televizyon habercisini makam aracıyla evine kadar getirip, kapısını açan bir Başbakan, diğer yanda sadece kendisine biat edenleri makam uçağına alan, eleştirenleri işlerinden eden, hatta cezaevine girmelerini bile isteyen bir zihniyet!..

* * *

Nereden, nereye!..
Meğer ne güzel günlermiş onlar...
Meğer ne büyük, ne yiğit, ne kadar mütevazı bir insanmış Bülent Bey...
Nur içinde yat “Kıbrıs Fatihi”, Atatürk milliyetçisi değerli Başbakanım...