Cumartesi akşamı, Halk TV’de, Şaban Sevinç’in, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) 26’ncı Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’la yaptığı çarpıcı röportajı dikkatle dinlerken, nedense o geceyi hatırladım.

* * *

15 Temmuz 2016 gecesi...
F-16 uçakları kulakları sağır eden cayırtılar arasında evlerin çatılarına değercesine geçerken, telefonum çalıyor.
Arayan dostum, yıllardır tanıdığı ve Atatürkçülüğünden zerrece şüphesinin bulunmadığı bir komutanla birlikte olduğunu söyleyerek telefonu ona veriyor.
Çok kritik bir birlikte kilit görev yapan subay, hainlerin komutanlarını ensesine silah dayayarak rehin aldıklarını ama kendilerinin bu kalkışmaya teslim olmayıp direneceklerini söylüyor. Ayrıca “Uğur Bey bu kalkışma, F tipi cuntanın işi! Verdiğim bilgi yüzde yüz doğrudur, toplumla paylaşabilirsiniz” diyor.
Telefonu kapatıp, sosyal medyadaki tek resmi hesabım olan @ugurdundarsozcu’den şu tweet’i atıyorum:
“Bir komutanla konuştum. ‘F tipi darbe girişimi ama teslim olmayacağız’ dedi. Yaşasın demokrasi, yaşasın Cumhuriyet...”
Kalkışmayı FETÖ’cü hainlerin yaptığını duyuran bu mesajım, önceki saatlerde yayınladığım bir paylaşıma daha da anlam kazandırıyor:
“Allah askerimizle polisimizi çatışmaktan korusun. Demokrasi hepimizin sarılacağı tek dal olsun. Ulusumuz acılar yaşamasın...”

* * *

Türkiye, yurtsever askerlerin, polisin ve halkın, hainlere kahramanca karşı koymasıyla, iç savaşın ve işgalle sonuçlanacak bölünme sürecinin eşiğinden döndü!..
Terör örgütlerini taşeron olarak kullanan emperyalizmin, bulunduğumuz coğrafyanın en güçlü ve yegane ulus devleti olan Türkiye’yi Irak, Suriye ve Libya gibi bölüp parçalamayı amaçlayan küresel kumpası böylece boşa çıkarıldı!..

* * *

Tehlike tümüyle bertaraf oldu diyebilir miyiz?
Kuşkusuz hayır!..
Gelişmeler, FETÖ ve PKK maşasını tutan küresel elin, kumpastan vazgeçmediğini gösteriyor!..
Bu durumda Türkiye’yi yönetenler başta olmak üzere herkesin “Türkiye, Cumhuriyet tarihinin bu en ağır tehdidini nasıl boşa çıkarabilir” sorusuna cevap araması gerekiyor.

* * *

Darbe girişiminden sonraki ilk yazımda belirttiğim gibi geçmişin “kutuplaştırma” yanlışlarından süratle vazgeçerek... Hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun tüm yurttaşları birlik ve dayanışma duygusuyla kucaklayarak... Cumhuriyet ve kurumlarına içtenlikle sahip çıkarak... Devlet kadrolarını niteliksiz yandaşlar yerine liyakat sahibi yurtseverlere açarak... TSK’daki emir komuta birliğini bozmadan Cumhuriyet’e ve demokrasiye gönülden bağlı yurtsever subay sayısını çoğaltarak... Ordumuza eski caydırıcı gücünü yeniden kazandırarak... Laik eğitime inançla sarılarak... FETÖ’cülerden arındırılmış yargıda hukukun üstünlüğünü egemen kılarak... Kendisi gibi düşünmeyenlere dayatmalardan kaçınarak... Parlamenter sistemi tüm kurum ve kuruluşlarıyla hayata geçirerek... Çoğulcu demokratik sistemin çağdaş örneklerini içselleştirerek... Medyayı özgür kılarak... Bağımsız medyanın eleştirilerine kızmak yerine yararlanmayı isteyerek... Hırsızlığa, yolsuzluğa dur diyerek... Üretim ekonomisiyle sağlanan ulusal geliri hakça paylaşarak...

* * *

Hepsinden önemlisi, Atatürk’ün laik, demokratik Cumhuriyet’inden başka bir model aramanın gereksizliğini anlayarak... Onun devrimlerine saygı duyarak...

* * *

Bunları yapmak zor mu?
Bana göre hiç değil!.. Yeter ki Türkiye’ye çok ağır bedeller ödeten yaşadığımız yılların yanlışlarında ısrar edilmesin!..

* * *

Bu sözlerimi İlker Başbuğ’un “Kudüs Krizi” konusundaki çok önemli tespitiyle daha da açayım.
İlker Başbuğ diyor ki:
“Eğer Suriye iç çatışmaya sürüklenmemiş ve ordusu güçlü eski Suriye olsaydı, Başkan Trump Kudüs’ü asla İsrail’in başkenti ilan edemezdi!..”
İddiasını bir adım daha öne götürüyor ve “Bu karar bugün Trump yönetiminin aldığı bir karar değil. Ama daha önceki başkanlar, belirttiğim nedenle onu hayata geçiremediler!..”
Demek ki, ABD’nin Kudüs’ü başkent ilan etmesi için Suriye’nin parçalanıp güçsüz duruma düşürülmesi, ordusuna büyük kayıplar verdirilmesi ve halkına derin acıların yaşatılması gerekiyormuş!..

* * *

Tarih, almasını bilenler için ibret dersleriyle doludur.
ABD’nin bir işaretiyle Suriye krizine balıklama dalanlar, dileriz artık son hedef olarak Türkiye’ye yönelen “Büyük İsrail’in güvenliği için büyük parçalama projesinin” ve yarattığı tehlikenin farkına varmışlardır.
İlker Başbuğ’dan Şükrü Elekdağ’a kadar ülkemizin çıkarlarına kafa yoran ve tehlikeyi gören tüm yurtsever uzmanlar, bu nedenle  aynı acil çağrıyı yapıyorlar:
“Beşar Esad iki ay içinde devrilecek hayali geride kaldı, onun yerini Suriye ile iki ay içinde barışmalıyız gerçeği aldı!..”