04kibris30cm isviçre’nin Cenevre kentinde geçen hafta gerçekleştirilen görüşmelerde bir sonuç alınamadı.


Sevgili okurlarım,
Kıbrıs’taki Türk ve Rum toplumlarının liderleri Mustafa Akıncı ile Nikos Anastasiyades, İsviçre’nin Cenevre kentinde bir dizi müzakere gerçekleştirdiler. Bu görüşmelerde liderler birbirlerine iki taraf arasındaki toprak ihtilafını çözebileceğini düşündükleri haritaları verdiler. Ardından garantör devletlerin dışişleri bakanları beşli konferansta bir araya gelerek kritik nitelikteki “güvenlik ve garanti” konusuna odaklandılar. Bir sonuç alınamaması üzerine toplantılara müsteşarlar düzeyinde devam edilmesi ve bakanların 23 Ocak’ta yeniden bir araya gelmeleri kararlaştırıldı.
Önemli gelişmeler üzerine dış politika konusunda tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’a “AKP iktidarının Annan Planı’nın desteklenmesini öngören sözde “kazan-kazan” politikası tam bir fiyaskoyla son bulmuştu. Sizce Ankara, bu acı deneyimden ders almış görünüyor mu?” sorusunu yönelttim.

MUTABAKAT SAĞLANMADAN HARİTA VERİLMEMELİYDİ

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (ŞE): Maalesef ders alındığını söyleyemem!.. Çünkü, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Akıncı, müzakereleri başından itibaren sakat bir temel üzerinde, yani Annan Planı temelinde yürütmeye başladı... Ankara’nın onayı olmadan Akıncı’nın bu şekilde hareket etmesi mümkün değildir!.. Eğer Annan Planı uygulanabilseydi, Kıbrıs’a çözüm değil karmaşa ve felaket getirecekti. Bu plan dengeli, adil, eşitlikçi ve yaşayabilir bir yönetim sistemi yaratmıyordu. En kötüsü de, iki halkı tekrar karışık bir şekilde tutmayı öngördüğünden, çatışmaya müsait bir zemin hazırlıyordu. Plana göre; KKTC topraklarının büyük bölümü Rum tarafına veriliyor, geride kalana 80.000 Rum yerleştiriliyor, kademeli bir şekilde Ada’dan Türk askerleri çekiliyor, kalan 650 askere de Kıbrıs Türklerini koruma görevi verilmiyordu! Kurulan yönetim düzeni Rum tarafını mutlak söz sahibi kılıyordu. Oysa 1960 tarihli Londra ve Zürih Antlaşmaları, dönüşümlü başkan olma yetkisine sahip bulunan Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı’na bütün yasalar ve uluslararası antlaşmalar üzerinde veto hakkı vermişti... Annan Planı, egemen eşitlik ilkesinin teminatı olan veto hakkını sulandırmış ve Türk tarafından esirgemişti.
UĞUR DÜNDAR (UD): Halen Akıncı ile Anastasiades arasında cereyan eden müzakerelere gelirsek...
(ŞE): Bu süreçte Rum tarafının Türk tarafına dönüşümlü başkanlık ve veto hakkı tanımadığını görüyoruz. Buna rağmen Akıncı, anlaşılmaz bir acelecilikle toprak konusundaki önerilerini içeren bir haritayı karşı tarafa vermiştir. Anayasal konularda mutabakat sağlanmadan, toprak konusunda taviz verilmesi fahiş ve akla ziyan bir hatadır!

bnnbnb

(UD): Anlaşılan Anastasiades, toprak konusundaki tavizleri cebe atacak ve dönüşümlü başkanlık ve veto hakkı için yeni ve olmadık tavizler isteyecek!.. Bu tutumu akıl ve mantıkla izah etmek çok zor!.. Peki, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun garantiler konusundaki açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

MÜDAHALE HAKKINDAN ASLA VAZGEÇİLMEMESİ GEREKİR

(ŞE): Yunanistan Başbakanı Alexis Çipras’ın, “Yunanistan, garantilerin tasfiyesi ve Ada’da tek bir Türk askeri kalmaması ilkesinden geri adım atmayacaktır” şeklindeki açıklaması nedeniyle, Çavuşoğlu’nun, Türkiye’nin bir bütün oluşturan “Garanti Antlaşması” ile “İttifak Antlaşması”nın aynen muhafazasına ve Ada’daki Türk askeri varlığının devamına atfettiği önemi çok net ve kesin ifadelerle vurgulaması gerekirdi. Çavuşoğlu böyle yapmamış, “güvenlik ve garanti düzenlemesinin devamının gerekliliğini” belirterek, muğlak ve yoruma açık bir beyanla, Rum/Yunan tarafınca masaya getirilen sulandırılmış garanti tekliflerine ve kademeli asker çekme önerilerine kapıyı açık tutmuştur. Oysa Türkiye’nin bu konuda taviz vermesi çok ağır bir vebal ve ülkemizin savunmasına vurulacak çok ağır bir darbe anlamına gelir. Kıbrıs sorununun ortaya çıkmasından sonra, Kıbrıslı soydaşlarımıza ve Türkiye’ye yönelebilecek çeşitli tehditler, Türkiye’nin Ada’daki askeri varlığından ve “Garanti Antlaşması” ile “İttifak Antlaşması”ndan doğan müdahale hakkının sağladığı caydırıcılıkla önlenebilmiştir. Bu nedenle, söz konusu caydırıcılıktan vazgeçmek, hem Kıbrıs Türk varlığının geleceğini, hem de Türkiye’nin hayati ulusal güvenlik çıkarlarını tehlikeye atmak demektir.
(UD): Madem Annan Planı Rum ideallerine bu kadar hizmet ediyordu o zaman Rumlar bu planı neden reddetti?
(ŞE): Rum siyasi liderleri, Türklerin adaya müdahalesini kesinlikle önleyen bir anlaşma istiyorlardı. Oysa Annan Planı, Kıbrıs’tan Türk askerinin çekilmesini öngörmekle birlikte, yine de bir iç savaş durumunda Türkiye’nin Ada’ya müdahale hakkını kaldırmıyordu. Şimdi yapmak istedikleri müdahale hakkını kesinkes kaldırmaktır.
(UD): Çavuşoğlu Cenevre’de Türkiye’nin AB üyeliği gerçekleşinceye kadar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Ada’daki dört özgürlükten (serbest dolaşım, yerleşim, işyeri kurma ve mülk edinme) AB vatandaşlarıyla eşit şekilde faydalanmasını ve bu hususta AB birincil hukukunun geçerli olmasını önerdi. Bu önerileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

1974 YILINDAKİ ŞARTLARIN BENZERİ OLUŞABİLİR

(ŞE): Bu öneri, Kıbrıs’ta iki kesimlilik ilkesinin geçerli olması şartıyla yararlı olacaktır. Ancak ben bu önerinin, Ankara’nın Ada’da iki kesimliliğe son veren Rum tekliflerinin Türk tarafınca kabul edilmiş olmasının yaratacağı tepkileri önlemek amacıyla ileri sürüldüğünü tahmin ediyorum. Nitekim kendisiyle yapılan bir röportajda Akıncı, 40 ila 60 bin arasında Rum’un Türk bölgesine yerleşip seçmen olacağını açıklamış bulunuyor. Bu kararla, Kuzey Kıbrıs’taki Türkler temsiliyet bakımından zayıf düşeceği gibi, iki kesimlilik ilkesine son verilmiş olmasıyla AB’de seyahat, yerleşme ve iş kurma hakkından yararlanan Rumların Kuzey Kıbrıs’taki mevcudiyetlerine yoğunluk kazandıracaktır. Böyle bir gelişmenin yaratacağı çatışma ortamı, Türkiye’nin 1974 müdahalesinde bulunmasına yol açan şartları oluşturur.
(UD): Ankara’nın bu tehlikeyi anlayamaması mümkün mü?

YUNANİSTAN VE RUMLARIN ENOSİS HAYALİ BİTMEZ

(ŞE): Sorun müzakerelerin sakat bir temel üzerinde yürütülmesinden ileri geldiği gibi, hem AKP yöneticilerinin hem de bazı Kıbrıslı siyasi liderlerin, Kıbrıs uyuşmazlığının temelinde Yunanistan’ın ve Rumların ezeli ve ebedi Enosis hedefinin, yani “Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakının” bulunduğunu unutmalarından kaynaklanıyor. “Enosis” bugün hâlâ Rumların ve Yunanlıların gerçekleştirmek için yanıp tutuştukları ortak davadır. Bu bağlamda 1963’te Kıbrıs Türklerini yok ederek Enosis’i gerçekleştirmek amacını güden Akritas Planı unutmamalıdır. Çünkü Kıbrıs’a istikrar ve huzur getirecek bir çözümü, ancak geçmişin deneyimleri ışığında oluşturabiliriz. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpikospos Makarios tarafından kan içici EOKA terör örgütüyle işbirliği halinde 30 Kasım 1963’te uygulamaya konulan bu etnik temizlik planında, Türklerin yerleri ev ev, sokak sokak, köy köy tespit edilmiş ve hangi Rum’un hangi Türk’ü öldüreceği bile saptanmıştı. Amerikalı Siyaset Bilimi Profesörü Pierre Oberling “The Road to Bellapais” adlı eserinde, Akritas Planı’nın uygulanmasında yüzlerce Kıbrıs Türkünün nasıl öldürüldüğünü, binlercesinin evlerinden nasıl sürülüp kaçırıldıklarını ve nasıl işkence, ırza geçme, aç ve susuz bırakılma, terörize edilme gibi insanlık dışı muamelelere maruz kaldıklarını anlatır. EOKA Rum ve Yunan liderlerin gözünde kutsal bir nitelik taşır! EOKA’nın anısına Atina’nın merkezine dikilen bir abide düzenlenen törenlerde sapık Enosis hayalinin sıkça dile getirildiği bir mekandır.

CENEVRE KONFERANSI’NDA BİR ÇÖZÜM ÜRETİLEMEZ

(UD): Demokrat Parti Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş, herhalde bu dile getirdiğiniz tehlikeleri dikkate alarak, “Türk Ordusu’nun Ada’dan çekilmesi Kıbrıs’ın Girit’leşmesidir. Biz her şeyimizi kaybederiz!..” diyor. Peki Türkiye’nin kayıpları ne olur?
(ŞE): Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki hak etkinliklerini ve garanti ile ittifak anlaşmalarının geçerliliklerini kaybetmeleri, çok önemli siyasi ve stratejik sonuçlar doğurur. Bu durum Enosis’i tetikler ve Kıbrıs’ın tamamına el koyan Rumlar, Yunanistan’la entegrasyona giderler. Bunu takiben Rum/Yunan ikilisinin atacağı ikinci adım, Girit-Rodos-Kıbrıs deniz yetki alanlarını birleştirmek suretiyle güneyden Anadolu’nun kuşatılması olacaktır. Bu gelişmeler, Yunanistan’ın, Ege’de karasularını 12 mile çıkarmak hususundaki iştahının yeniden kabarmasına yol açar. Fırsat kollayarak böyle bir girişimde bulunduğu takdirde Ege bir Yunan gölüne dönüşecek ve Yunanistan’ın Türkiye’yi hem batıdan, hem de güneyden çevreleme stratejisi gerçekleştirilmiş olacaktır. Bu şekilde, Çanakkale önündeki Limni adasından başlayarak İskenderun Körfezi’ne kadar uzanan bir stratejik kuşak ile Türkiye çevrelenecek ve Anadolu’nun tüm ikmal yolları kontrol altına alınacak ve Türkiye Anadolu’ya hapsedilecektir. Bu nedenledir ki, Türkiye 1975’te Ecevit’in Başbakanlığı döneminde, Yunanistan’ın Ege’de karasularını 6 milin üzerine çıkarmasını “casus belli” (savaş nedeni) sayacağını ilan etmiştir.
(UD): Bu gayet tehlikeli bir senaryo.
(ŞE): Bir o kadar da gerçek!... Bu da bize, ülkemizin savunmasında kilit bir rolü olan Kıbrıs’la ilgili kararların aklın terazisinde iyice tartılmadan verilmemesi gerektiğini gösteriyor. Son sözüm, Cenevre Konferansı’nın Kıbrıs’ta gerçek ve kalıcı barışı sağlayacak bir çözüm üretemeyeceğidir!..