25szt04_adn

Sevgili okurlarım,
Barzani’nin Amerika’nın verdiği örtülü, İsrail’in ise açık ve pervasız desteğiyle 25 Eylül’de başvurduğu “Bağımsızlık Referandumu” hayatının en büyük hatası oldu. Böylece sadece bağımsız Kürt devleti rüyası değil kendisinin siyasi geleceği de son buldu. Bir ara Kerkük, sanki her an patlayabilecek bir saatli bomba üzerindeymiş gibiydi. Zira Barzani, Kerkük için “Ölmeye hazırım” derken, Araplar ve Türkmenler peşmerge işgaline karşı savaşmaya yeminli olduklarını söylüyordu. Kentte her an bir Arap-Kürt ve Türkmen-Kürt çatışmasının patlak vermesi nefesler kesilmiş halde beklenirken, durum birden değişiverdi. Kısa süre önce vefat eden Talabani’nin Kürdistan Yurtsever Birliği (KYB) Partisi’nin İran’ın etkisindeki önde gelenleri, kendi emirlerindeki peşmergelere “çekilin” talimatı verince, Barzani’ninkiler bozguna uğradı. Önü açılan Irak ordusu da Haşdi Şabi birlikleri eşliğinde Kerkük’e girdi ve yönetime el koydu. Bu olaylar cereyan ederken Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) birlikleri de Astana’da kararlaştırılan dört çatışmasızlık bölgesinin en zor ve belalısı olan İdlib’e giriyordu.
Tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’la bugünkü söyleşimizde, Kuzey Irak’ta bundan sonra ne gibi gelişmeler olabileceğini ve TSK’nın İdlib’de üstlendiği tehlikeli misyonu konuşacağız.

* * *

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Elekdağ, Kuzey Irak ve Kerkük’te barış nasıl sağlanacak?

TÜRKİYE, IRAK VE İRAN’IN İŞBİRLİĞİ BÖLGE BARIŞI İÇİN ÇOK ÖNEMLİ

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Sözlerime Kerkük’ün Barzani için başta gelen öneminin petrol zenginliği olduğunu belirterek başlıyorum. Zira Irak’ın tüm petrol üretiminin % 40’ı Kerkük’te gerçekleşiyor. Kuzey Irak’ta kurulacak bağımsız Kürt devleti, Kerkük petrollerine sahip olmadan varlığını idame ettiremez. Yani, Irak Merkezi Hükümeti, Barzani’nin 2014 sınırlarına çekilmesini sağlayıp, Kerkük’e el koymasını önleyerek, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını engellemiş bulunuyor. Türk Hükümeti’nin bundan sonra odaklanması gereken husus, Kerkük sorunu için demokratik ve kalıcı bir çözüm için uğraşmasıdır. Kerkük, Merkezi Irak Hükümeti’ne bağlı özerk bölge statüsüne sahip olmalıdır. Bu özerk bölge, Kerkük’ün kurucu ve asli halkı statüsündeki Arapların, Türkmenlerin ve Kürtlerin eşit katılımıyla oluşacak demokratik bir yapı ile yönetilmelidir. Bu sistemde, Hristiyan ve diğer grupların hakları da gözetilecektir. Son olaylar, Türkiye, Irak ve İran arasında dostluk ve işbirliğinin bölgesel barışın sağlanmasında önemli bir etken olduğunu ortaya koymuştur. Bu dostluk ve işbirliği devam ettiği sürece, dış güçlerin Kuzey Irak’ı tekrar bağımsızlık için kışkırtmaları zor olacaktır.

(U.D.): AKP iktidarının daha önce Bağdat’a sırtını dönmesinin yol açtığı zararlara bakarak, mezhep eksenli siyasetin ne denli hatalı olduğunun bir kez daha net biçimde ortaya çıktığını söyleyebiliriz değil mi?

TÜRKİYE’NİN TÜRKMENLERE SAHİP ÇIKMASI NAMUS BORCU

(Ş.E.): Evet!.. Türkiye’nin, Bağdat merkezi hükümeti ile karşılıklı dostluk, güven ve işbirliğine dayalı gayet sağlam ilişkiler tesis etmesi son derece önemlidir. Ankara bu ortamdan yararlanarak PKK’yı Kandil ve Sincar’da yok etmek için ortak veya tek başına harekât imkânını elde etmeli, ayrıca TSK’ya sıcak takip için Irak topraklarına girme hakkı veren 1983’te Ankara ile Bağdat arasında imzalanan “Sınır Güvenliği ve İşbirliği Anlaşması”na benzer bir anlaşma yapılmalıdır. Mezhep gözetmeden Türkmenler birleştirilmeli, siyasi ağırlığı olan ve kendilerini savunma gücüne sahip bir siyasi aktör haline gelmelerine çalışmalıdır. Türkiye bugüne kadar Türkmen kardeşlerini ihmal etmiştir. Artık üstüne düşeni yapması namus borcudur.

(U.D.): Son gelişmelerin İran’ın Irak üzerindeki etkisini çok güçlendirdiği de görülüyor...
(Ş.E.): Doğru... Bu nedenle ABD, bölgede Şii yapıların güçlenmesinden etkilenerek Irak’ta PKK’yı takviye etmek isteyecektir. Türkiye bunu dikkate alarak komşusu Kuzey Irak üzerindeki etkisini kaybetmemeli, buradaki yatırımlarını korumalıdır. Kuzey Irak ekonomisinin çökmesini önlemeli, Barzani’ye karşı yaptırımlar orantısız ise frene basmalı, Barzani’nin halefiyle de yakın ilişkiler kurmalıdır. Ovaköy Sınır Kapısı da muhakkak açılmalıdır...

(U.D.): Şimdi İdlib konusuna gelelim... TSK buraya neden giriyor?

TÜRKİYE İDLİB’DE ESAD KUVVETLERİNİN YANINDA

(Ş.E.): Resmi açıklamalara göre, Türkiye’nin İdlib’deki misyonu, Türkiye, Rusya ve İran arasında imzalanan “Astana Anlaşması” uyarınca “muharip” taraflar arasında ateşkesin uygulanması için kuzeyden güneye doğru oluşturulacak gerginliği azaltma bölgesindeki 14 gözlem noktasında, 500 Türk askeriyle, ateşkes rejiminin uygulanmasını sağlamaktır. Ancak, “Astana Anlaşması” incelendiğinde, üç garantör devletten biri olan Türkiye’ye ait askeri birliklerin şu görevleri üstlendikleri görülüyor: 1) Tüm silahlı grupların ateşkes rejimine uymalarını sağlamak, 2) Suriye hükümetinin kuvvetleri ile “silahlı muhalif gruplar” arasındaki çarpışmaları önlemek, 3) Bu görevleri yerine getirmek için gerektiğinde silahlı mücadeleye başvurmak. Bunun anlamı, Türk askerinin İdlib’de Esad rejiminin yanında konumlanacağı ve onunla birlikte silahlı muhalif gruplarla savaşacağıdır.

(U.D.): Anlaşmadaki silahlı muhalif gruplar tanımıyla ne kastediliyor?

İDLİB YAKINDA CEHENNEME DÖNECEK

(Ş.E.): Anlaşma’daki “silahlı muharip gruplar” deyimi, El Nusra bağlantılı Heyet Tahrir el Şam’ı (HTŞ), IŞİD’i ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından terör örgütü olarak kabul edilen tüm örgütleri kapsıyor. Astana’ya katılanların siyasi sürecin ortağı, katılmayanların ise terörist sayılacak olması HTŞ’yi harekete geçirdi ve Ankara’nın desteklediği Ahrar el Şam’la müttefiklerini ezerek, güneyde Hamas kırsalına sürdü. HTŞ bu savaş sonunda ortak bir cephe kurarak 20 bin savaşçıyla İdlib’de hakim grup oldu. Nüfusu 2 milyonu geçen İdlib’de bulunan cihatçılarla ılımlı muhalif grup mensuplarının toplam sayısı 50 bin civarında. Bu örgüt ve gruplar, bir taraftan Suriye rejim kuvvetleriyle çarpışırken, diğer yandan da kendi aralarında savaşıyorlar. Bunlar arasında Rusya’nın mutlaka imha etmek istediği Horasan grubunda 5-6 bin Çeçen ve Dağıstanlı terörist var. Rusya bunları imha etmek için İdlib’in belirli bölgelerini sürekli bombalıyor. Bu grubun imhası Rusya için olmazsa olmaz önem taşıdığından saldırılarını aralıksız sürdürecek. Suriye ordusu da Deyr el-Zor’da IŞİD’i temizledikten sonra İdlib’e intikal ederek HTŞ’ye ve teslim olmayan muhalif gruplara karşı imha hareketine girişecek. Yani, İdlib’de cehennemi bir tabloyla karşılaşacağız.

(U.D.): Oluşacak tablo bu denli tehlikeli ise Türk askeri bu cehennemin içine neden sürülüyor?
(Ş.E.): Ankara, Rusya ve İran’ın izlediği stratejinin bir parçası olması karşılığında kendisine Afrin’de PYD’ye karşı operasyon izni verileceği beklentisi içindedir. Bu beklentisi gerçekleşirse, Ankara, PYD’nin Afrin’deki varlığına son vereceğini ve ABD ile İsrail’in Suriye’nin kuzeyinde denizle irtibatlı bir Kürt koridoru oluşturma planına ağır bir darbe vuracağını hesaplıyor. Ankara ayrıca bu stratejiye ortak olmak suretiyle, hem İdlib’den Türkiye’ye dönük göç hareketini önlemeyi, hem de Ahrarü Şam gibi kendine yakın bulduğu ve yardım ettiği grupları korumak istiyor.

(U.D.): Suriye 14 Ekim’de yaptığı açıklamayla Türkiye’yi Astana Anlaşması’nı ihlal etmekle suçladı ve askerimizin İdlib’den derhal çekilmesini istedi. Şam’ın bu tutumunu nasıl izah ediyorsunuz?

RUSYA DA TIPKI ABD GİBİ PYD VE PKK’YA ARKA ÇIKIYOR

(Ş.E.): Tahminimce, Türkiye’nin İdlib sınırına büyükce askeri yığınak yapması ve Afrin’i kuşatma önlemleri alması, Rusya’nın, Türkiye’nin Afrin’e karşı bir sürpriz harekâtta bulunabileceği hususunda kuşku duymasına yol açtı. Rusya, Türkiye’yi, küçük birliklerinin bulunduğu Afrin’e karşı bir oldu bittiye girişmemesi hususunda ikaz etmek istedi. Ancak Türkiye ile ipleri germek istemediğinden, bu ikazın Şam vasıtasıyla yapılmasını uygun gördü. Bu ikaz diplomatik şekilde gizlice de yapılabilirdi. Aleni şekilde yapılmasının nedeni, PYD/PKK’ya mesaj vermektir. Rusya bu şekilde, PYD/PKK’ya, Afrin’de kendilerini güven içinde hissetmeleri ve onları Türkiye’ye yedirmeyeceği mesajını vermiştir.

(U.D.): Ama bu açıklama Türkiye açısından ciddi sonuçlar doğuracak bir nitelik taşıyor...
(Ş.E.): Evet!.. Birincisi, bu açıklama, Rusya’nın da PYD/PKK’yı aynen ABD gibi her fırsatta koruduğunu ve Türkiye’ye ezdirmeyeceğini vurguluyor. İkincisi, Türkiye’ye, Afrin’e girmeyi yasaklıyor. Böylece, Ankara’nın İdlib’de tehlikeli bir misyon üstlenmesinin gerekçesini de yok etmiş oluyor. Üçüncüsü, Türkiye’nin Suriye ile doğrudan diyalog ve güvene dayalı koordinasyon sağlanmadan, İdlib’de ateşkes gözetimi gibi bir görev üstlenmesinin dahi aşırı riskli bir macera olacağını gösteriyor. İdlib çok kanlı bir savaşa sahne olacak ve muhakkak ki sınırlarımıza yönelik kitlesel bir göç dalgası yaratacaktır. Bunu önlemek için sınırlarımız boyunca kritik alanlarda 10 kilometreye kadar uzanabilecek bir koruma şeridi tesis etmemiz en makul hareket olacaktır. Halen üç milyon Suriyeli göçmeni barındırmamız, aldığımız bu önlemin dünya maşeri vicdanınca (toplum vicdanı) makul ve meşru görülmesini sağlayacaktır.