Gün geçmiyor ki, “okumuş insanlardan nefret ederim” diyen bilim (!) insanlarının elindeki YÖK’te bir rezalet yaşanmasın.
Son skandal Adıyaman Üniversitesi’nde patladı. Rektör Prof. Dr. Mustafa Talha Gönüllü’nün “Yabancı bir kadının elini tutmak, ateşi avuçlamaktan daha korkunçtur” demesi, toplumda infial yarattı.

* * *

Bunlar henüz iyi günlerimiz!.. Daha neler göreceğiz, neler!..
Bu iddialı sözleri tahmine dayalı olarak değil, liyakat yerine “Adamımız olsun da, nasıl olursa olsun” anlayışıyla kritik noktalara getirilen yetkililerin uygulamalarına bakarak söylüyorum.
Örneğin ülkemizin bir zamanlar dünya çapında saygınlığa sahip tıp fakültelerinden birinin hastanesini yöneten kişinin yaptıklarına bakar mısınız?

* * *

“Görünürde fakültemizin bir dekanı ve hastanenin de başhekimi var. Ama gel gelelim hastaneyi onlar değil, paraşütle gelen parti memuru yönetiyor! Hem de astığı astık, kestiği kestik biçimde...
Çalışanlara bağırıyor, çağırıyor, mobing uygulayıp tehdit ediyor. Her yerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan başlayarak bakanları, milletvekilleri, savcı ve emniyet müdürlerini tanıdığını, hatta çoğu ile kanka olduğunu söylemekten çekinmiyor. Kendisine bağladığı İnsan Kaynakları (İK) bölümünün imkanlarını “Yağma Hasan’ın böreği” misali aile bireyleri, eş, dost ve ahbapları için kullanıyor!
Durun daha bitmedi...
Genel Sekreter statüsündeki bu parti görevlisi iki taşeron aracılığıyla hastane çalışanlarının sosyal medya mesajlarını takip ettiriyor. Taşeronlardan biri hastanedeki personeli, diğeri ise akademisyenleri izleyip fişliyor. “Muhalif”, “CHP’li” ya da “Solcu” denilerek fişlenen kişiler ya cezalandırma yoluyla bezdirilip ayrılmaya zorlanıyor, ya da doğrudan sürgün ediliyor. Üniversiteye ve bilime ömrünü adamış çok değerli hocalara trol ağzıyla hitap ederek “Sizin devriniz bitti, bizimki başladı. Ben kimi istersem o hoca olur, istemediklerim de çekip gider” diyebiliyor. Açık öğretimi zorlamayla bitirmiş bu vasıfsız kişi, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu takip edenlere ise, hakaretin her türlüsünü reva görüyor...
Hastanenin çok değerli çalışanlarıyla uğraşılırken hastalar için hayati önem taşıyan hususlar ihmal ediliyor. Örneğin gereken KİT’lerin olmadığı söylenip bazı tahliller yapılmıyor. Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve MR çekimleri için aylar sonrasına gün veriliyor. Eskiyen ve kullanım ömrü dolan aletlerin yerine yenisi alınmıyor.
Adamın işi gücü kadro oluşturmak. Bunun için de gözüne kestirdiklerini uzaklaştırıp, yerlerini badem bıyıklı yandaşlarla dolduruyor. Bu amaçla haftanın iki gününü Ankara’da geçiriyor...”

* * *

Okurumuzun mektubunda daha neler var neler... Üniversite çatısı altında yaşanan sayfalar dolusu rezaletler...

* * *

Yazımın başında boşuna “Bunlar güzel günlerimiz” diye yazmadım.
Örneğin yakında bir rektörün çıkıp “Dünya yuvarlak değildir, köşeli baklava tepsisi gibi düzdür, onu boynuzlarıyla taşıyan da öküzdür” demesini bekliyorum.
Bu şahane bilimsel (!) tespitin de Hayvanat Bahçesi Müdürü yönetimindeki TÜBİTAK’tan “Dünyayı Sarsan Müthiş Buluş Ödülü”nü alacağına inanıyorum!..
Zira bütün bunları Ortaçağ karanlığına sürüklenişin tescili olarak görüyorum.