Başlık yeni çıkan bir kitabın adı...
Başlığın hemen altındaki satırlar ise yaklaşık 20 yıl önce yaşanan 28 Şubat süreci ile ilgili son derece çarpıcı bir soruyu taşıyor gündeme:
- 28 Şubat bin değil on yıl sürseydi FETÖ olur muydu?..
Yazarı ise çeyrek asırlık dostum, birlikte çalıştığım yazı işleri müdürüm, o en çalkantılı süreçte Başbakan Tansu Çiller’in basın müşaviri olarak görev yapan Mehmet Bican...
Bican, bu kitapta 28 Şubat 1997’den itibaren yaşananları, askeri darbe iddialarını ve gerçekleri delilleriyle, tanıklarıyla ve kendi tanıklığı ile bir bir anlatıyor, bu kitabı yazma nedenini de daha kitabın başında etkileyici bir şekilde ilan ediyor:
- Bu kitap, Genel Kurmay Başkanlığı’nın yasal bir karargah çalışması olan Batı Çalışma Grubu’nun (BÇG) gerçek dışı iddialar ve yalan beyanlarla suçlanması, bu çalışmada görev alan şerefli Türk Silahlı Kuvvetler mensuplarının haksız yere zindanlara atılarak yok edilmeye çalışılması olayındaki gerçekleri ortaya çıkarmak amacıyla yazılmıştır.

“Siyasal dincilerin mağduriyete ihtiyaçları vardı!..”


Kitap gerçekten öğretici ve etkileyici...
Bican, 28 şubat süreci ile ilgili bir dizi soru sorduktan, “Bu süreç bir darbe midir? Darbe değilse nedir? ‘Postmodern’ Darbe midir? Muhtıra mı?” Sözcüklerini sıraladıktan sonra 28 Şubat ile ilgili şu çarpıcı tespitini en baştan ortaya koyuyor:
-12 Eylül harekatı nasıl Turgut Özal’ı iktidara taşıdıysa, 28 Şubat’la da Erdoğan önderliğindeki AKP iktidarının önü açılmıştır!..
Tamamıyla katılıyorum, Bican’ın büyük bir isabetle vurguladığı gibi, Özal’dan sonra siyasal İslam’ın yeniden iktidara taşınması projesinde başrol oynayan Necmettin Erbakan yarı yolda havlu atınca Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının bayrağı ele aldıklarını, iktidar olabilmek için gerekçe bulmakta gecikmediklerini, her alanda mağdur edebiyatına soyunduklarını görüyoruz. Öyle ki, iktidara tez elden ulaşmak için hapsi bile göze alıyor Tayyip Bey!..
Mehmet Bican, 28 Şubat sürecinin Erdoğan için en muhteşem fırsat olduğunu belirttikten sonra, bunu nasıl kullandığını da şöyle anlatıyor:
-Milli Güvenlik Kurulu’nun aldığı bir dizi karar uygulamaya sokulunca Erdoğan ve arkadaşlarının, başörtüsünün yasaklanmasından, imam hatip okullarının kapatılmasına kadar bir çok iddiayı ortalığa saçarak mağdurları oynadıklarına tanık oluyoruz.
Neydi kamuoyuna pompalanan “mağduriyet yalanları” peki? Namaz kılıp oruç tutanlar hapse atılıyor, askeri birliklerde camiler kapatılıyor, on binlerce memur, öğretmen işten atılıyor, Meclis iradesi asker tarafından ipotek altına alınıyordu... 28 Şubat bir askeri darbeydi...
Tümü palavradan ibaretti! Bican tüm bu iddiaları şöyle çürütüyor:
-Uygulanan başörtüsü yasağı 28 Şubat’ın ürünü değil. Anayasa Mahkemesi kararıyla yıllardır uygulandığı herkesin malumu ve yalnızca kamu kurumlarında uygulanıyor. İmam hatip okulları kapatılmamış. Devletin denetimindeki Kur’an kursları da açık. Kapatılanlar, Türkiye’nin temelini dinamitlemek için yola koyulan siyasal dincilerin yönetimindeki kaçak Kur’an kursları!..

Çiller’in 180 derecelik dönüşü!..


Sürecin en yakın tanıklarından biri olan Bican şu önemli hatırlatmaları da yapıyordu tabii:
-28 Şubat’ta insanlar önceki darbe dönemlerinde olduğu gibi sorgusuz, sualsiz, haksız ve kanunsuz suçlamalarla zindana atılıp işkenceye uğramamış, mahkemelerde süründürülmemiştir... Özgürlüklerin kısıtlanmadığını, herkesin düşüncelerini yayma hakkının yürürlükte olduğunu biliyoruz. Dini ve milli bayramlarla birlikte 1 Mayıs İşçi Bayramı da kutlanıyor. İşçiler coplanıp üstlerine su, biber gazı da sıkılmıyor. O dönemde gazetelerin kapatıldığını, televizyonların karartıldığını, gazetecilerin basın kartlarının, işadamlarının, bilim insanlarının pasaportlarının iptal edildiğini bilen, hatırlayan var mı?..
Ben de anımsamıyorum! Ülkenin hiçbir yerinde sıkıyönetim ilan edilmemişti; OHAL yoktu, hukuk düzeni işliyordu. TBMM açık, parlamenter sistem de çalışıyordu!..
Bican, 10 Nisan 1997’de basın müşavirliğini yaptığı Tansu Çiller’in “darbe” söylentilerini “gerçek dışı” ilan ettiği konuşmasını da hatırlatıyor:
-Her zaman söylüyorum; Türkiye’de demokrasinin bekçisi Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Ordu Türkiye’nin stratejik önceliğinin demokrasi olduğunu biliyor. Demokrasi olmadan Türkiye’nin çağdaş dünyada yerinin olmayacağını biliyor... TSK darbeyi düşünmüyor... MGK bildirisini imzaladık çünkü bizim parti tüzüğümüz ve programımızla aynı paraleldeydi...Yine getirsinler, yine imzalarız!..
Bican, o dönemde 28 Şubat’ı aslanlar gibi savunan Çiller’in, siyaset sahnesinden silinmesinden sonra “28 Şubat belki ezber bozan bir darbedir ama darbedir” tarafına savrulmasını da şöyle yorumluyor:
-MGK kararlarının hayata geçirilmesi için nasıl mücadele verdiğini hatırlayanların, 2012’de neden geçmişi böyle değerlendirdiğini çözmüş olacaklarını sanıyorum!..
Çiller, yıllar boyu 28 Şubat’ın yargılandığı mahkemenin hiçbir çağrısına uymadı. 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bir de baktık, Çiller Cumhurbaşkanı ve MHP lideriyle aynı karede tebessüm ediyor... Hemen ardından 18 Temmuz 2017 tarihli duruşmaya katılıyor ve “28 Şubat darbedir” vurgusunu yapıveriyor!.. Çiller mahkemede bu açıklamayı yaparken, AKP İnsan Hakları Genel Başkan Yardımcısı Ravza Kavakçı ve parti üyesi kadınlar destek için mahkeme kapısının önündeler, ne tesadüf değil mi?!..
Bu kitap, bir dönemi ve sonrasını anlayabilmeniz, “mağduriyet yalanlarını” kavrayabilmeniz açısından tam bir başucu kitabı...
-Bir halkın nasıl “algıya açık” hale getirildiğini göstermesi açısından da tabii!..