Burada enişte, stratejik müttefikimiz Amerika oluyor...
ABD’nin Ankara Büyükelçiliği resmi Twitter hesabında dün çoook eskilerden, 1971 yılından bir fotoğraf paylaşıldı... Altına da bir etiket yerleştirildi:
-Türk-Amerikan dostluğu!..
Göz yaşartıcıydı tabii; neredeyse 46 yıl öncesinin ABD Başkanı Richard Nixon ile, zamanın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın Beyaz Saray önündeki fotoğrafı “maziye bak bir zamanlar çocuklar gibi şendik” mısralarını anımsatıyordu!..
Ancak biraz dikkatli bakıp, ufak bir inceleme yapınca durum epey bir tuhaflık kazanıyordu; her şeyden önce fotoğraftaki Türk devlet adamı, 12 Mart darbesinden sonra ara dönem Başbakanı olarak tarihe geçen Nihat Erim’di... ABD’yi ziyaret tarihine baktım, 19 Mart 1971; yani görüşmenin yıldönümü filan da değil... Üstüne üstlük Nihat Erim’in çok önemli, çok acıklı bir özelliği daha vardı; 19 Temmuz 1980’de, yani 12 Eylül darbesi arifesinde bir suikasta kurban gitmişti!.. Başka bir anlatımla şöyle de diyebiliriz:
-Erim, Cumhuriyet tarihimizde suikast sonucu öldürülen tek Başbakandı!..
Ehh, durum böyle olunca kulislerde bu “zamansız” paylaşımın ne anlama geldiği, ABD’nin hangi mesajı verdiği yolunda sorular sorulmaya başlandı... Son zamanlarda giderek artan sıklıkta bir “öpüş” durumu yaşandığı için olsa gerek, müttefikimizin son “öpüşü” de manidar bulundu tabii!..
Biliyorsunuz geçen hafta da bizim yetkililerin “ABD, IŞİD karşısında bizi yalnız bıraktı” sitemlerine ABD sözcüsü akıllara ziyan şu mealde bir “öpüşle” karşılık vermişti:
-Hava desteğinde bulunduk ancak bomba atmadık, alçak uçuşla korkuttuk!..

ABD mesajlarından bir demet!..


Sıkı müttefikimiz, stratejik ortağımız ABD’nin şu yakın tarihimizde verdiği, bir bölümü epey kanlı mesajları geldi aklıma doğal olarak...
Örneğin ilk aklıma düşen “Muavenet faciası” oldu... Yıl 1992, 1. Irak savaşı sonlanmış, ABD Saddam’a, şimdilerde “devlet” olma hazırlığındaki Barzanistan üzerinde uçma yasağı getirmişti. Ancak ABD, Irak’ı tam anlamıyla bölebilmek, “Kürdistan’ın” önünü açabilmek için İncirlik ve Pirinçlik’te üstlenen bir “Çekiç Güç’e” ihtiyaç duyuyordu... Ancak Türkiye gelecekte neler olacağının farkına vardığı için direniyordu...
İşte tam da o sıralarda stratejik ortağımız, NATO müttefikimiz ABD ile Ege Denizi’nde ortak askeri tatbikat yapıyorduk. ABD’nin ünlü uçak gemisi Saratoga’dan bir anda iki adet “Sea Sparrow” füzesi fırlatıldı... Türk muhribi Muavenet’in köprü üstünü vurdu, 5 denizcimiz şehit oldu, 22’si yaralandı... ABD’li yetkililer “ahh, çok pardon, büyük yanlışlık oldu” dediler... Halbuki bu füzelerin fırlatılabilmesi için altı ayrı aşamadan geçmesi gerekiyordu!.. Teknik olarak da yanlışlıkla atılabilmesi, milli piyangodan üst üste büyük ikramiye kazanmaktan bile daha az bir olasılıktı... Bu “öpüşle” birlikte verilen mesaj alındı:
-Çekiç Güç’ün süresi ikinci Irak operasyonuna dek, hükümetler değişse de sürekli uzatıldı!..
Unutulmasın, Türk Ordusu’nun en yüksek rütbeli komutanlarından biri, Jandarma Genel Komutanı, Orgeneral Eşref Bitlis “Çekiç Güç” ün İncirlik’ten kalkan helikopterlerinin PKK’lı teröristlere yiyecek ve mühimmat yardımı yaptığını ortaya çıkarmıştı... Peki sonra ne oldu derseniz, Orgeneral Bitlis 17 Şubat 1993 tarihinde birliklerini teftiş etmek için Ankara’dan bindiği askeri uçağın daha kalkış anında çakılması ile şehit oldu.
-Buzlanma dediler, dosyayı kapattılar!..

10 yıl sonra “Çuval” öpücüğü!..


Aradan 10 yıl geçti...
ABD’nin “dünya kenti” New York’taki “İkiz Kuleler” bir avuç terörist tarafından akıl almaz bir ustalıkla ve de iki uçakla, bir yığın gökdelenin arasından geçirilip vurulduktan sonra dünya yepyeni bir iklime girdi...
Amerikan Başkanı Bush önce El Kaide’yi suçladı, “Crusade” dedi (Haçlı Seferi anlamına da gelir!), ardından Afganistan işgal edildi. Ardından Saddam’ı suçladı, bir yığın yalan söylendi ki hepsi daha sonra bir bir ortaya çıktı ve “İkinci Irak operasyonu” için düğmeye basıldı..
İşte tam bu noktada Türkiye büyük önem taşıyordu; Amerikan askerinin Irak’a kuzeyden girebilmesi için Türk topraklarından geçmesi gerekiyordu. Ancak bunun için TBMM’den karar çıkması lazımdı. ABD nasıl olsa çıkar düşüncesiyle İskenderun önüne gemilerini yığmıştı; ancak olmadı, 1 Mart Tezkeresi reddedildi!..
Deyim yerindeyse Amerikalılar çıldırdı... Aradan 4 ay geçti; 4 Temmuz Amerikan Bağımsızlık Günü’nde Irak, Süleymaniye’deki Bordo Bereli askerlerimiz ağır silahlı Amerikan askerlerinin baskınına uğradı, kafalarına çuval geçirildi, kelepçelendi... Hem de bizim yetkililer elçilikte Amerikalıların bayramını kutlarken!.. Neredeyse üç gün esir tutuldu askerlerimiz. Bizim Türk büyükleri bırakın ABD üst düzeyini, ayak takımına bile ulaşamadılar. Bu “öpüşün” mesajı da gayet açıktı; öncelikle 1 Mart Teskeresi’nin intikamı alınmış, onurumuzla oynanmıştı. Haa bir diğer önemli mesaj daha vardı tabii:
-Artık buralar size dar, hadi bakalım yallah!..
Yıllar sonra, ABD Başkanı Obama’nın, Türkiye’nin Başbakanı ile konuşurken, makamında elinde beyzbol sopasıyla poz vermesi ise “öpüş” açısından tarihe geçecek bir görüntüydü hakikaten...
Demem o ki, ABD’nin “öpücüklü mesajları” diğerlerine olduğu gibi bu ülkeye de çoğu zaman kan ağlatmıştır...
-O nedenle bu kez çok ciddiye alalım, yine kan tükürmemek için!..