Çocukluğumda, okulda bize öğretilen şu cümleyi hiç unutmadım:
-Dünyada, tarım alanında kendine yeten 7 ülkeden biriyiz!..
Gurur vericiydi... Kendimize yetmek, insanımızı doyurmak bir yana buğdayından pamuğuna dünyaya önemli oranda ihracat da yapıyorduk!.. Küçücük aklımızla “hiç kimse sırtımızı yere getiremez” diye övünür, hindi gibi kabarırdık!..
Aradan uzun yıllar geçti... 12 Eylül darbesinden sonra “tarım devi” Türkiye, giderek tarihe karıştı, en verimli toprakların üzerinde sanki başka yer yokmuş gibi göz alabildiğine beton binalar, fabrikalar, turistik tesisler yükseldi...
Özellikle son 15 yılda ise tarım ve hayvancılık adeta gözden çıkarıldı... Bugün gelinen noktayla ilgili şu veriler, tarımın nasıl bir ihanete uğradığını gayet
açık bir şekilde ortaya koymuyor mu:
-Türkiye son 14 yılda 18 milyar dolarlık tahıl, 17 milyar dolarlık pamuk lifi, 37 milyar dolarlık yağlı tohum ve türevleri ve 3.5 milyar doları aşan bakliyat ithal etti. İthalat yapılan ülke sayısı ise korkunç: tam 126 ülke!..
Çok değil, çeyrek asır öncesine kadar ihracat yaptığımız bir çok ülkeden bugün tarımsal ürün ve canlı hayvan ithalatı yapıyoruz... Hayvanlara yedirmek için samanı bile ithal ediyoruz, iyi mi!..
-Kendimize, vatanımıza, çocuklarımızın geleceğine bundan büyük ihanet olabilir mi acaba!..

Çöküşün başlangıcı!..


Her şey 24 Ocak kararları ve bu kararları teminat altına almak için yapılan 12 Eylül karşıdevrimiyle başladı!..
ABD’nin soğuk savaş yıllarındaki efsane Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın tarımla ilgili şu sözlerini anımsayalım önce:
-Eğer petrolü kontrol edersen bütün bölgeleri ve kıtaları, gıdayı kontrol edersen bütün insanları kontrol edersin!..
Büyük laf değil mi!.. İşte bu şiarla hareket eden ABD kontrolündeki dış güçlerin bastırmasıyla Türkiye tarımında serbest piyasa uygulamaları devreye sokuldu. Neler mi yapıldı? Önce tarımda korumacılığın kaldırılması ve desteklemenin azaltılması istendi!.. ilk aşamada yerli üreticiyi “terbiye etmek” adına besin ithalatına konan gümrük tarifeleri azaltıldı...
Mesela süt tozu, tereyağı ve peynir gibi süt ürünlerine, hemen ardından da et ve ürünlerine ithalat kapısı açıldı!.. Biliyor musunuz, etin de sütün de peynirin de alasının bulunduğu Türkiye’nin kapıları niçin ardına kadar açılmıştı?..
-Çünkü, ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde tarımsal ve hayvansal ürün stokları aşırı derecede şişmişti de ondan!..
İşte bu stokların eritilmesi için Dünya Bankası eliyle bir senaryo yazıldı... Gayet ucuz dış kredi sağlanarak Türkiye gibi ülkelere bol miktarda damızlık sığır satıldı... Türkiye yaklaşık 40 yıl içinde ABD ve AB’den 1 milyon civarında sığır satın aldı. Ancak gerekli teknik ve ekonomik altyapı olmadığından bu sığırların neredeyse yarısı ya öldü ya da kasap bıçağı altına gitti!.. Olan Türkiye’deki hayvan yetiştiricilerine yani Türkiye hayvancılığına oldu!.. Öyle ki, sığır ithal edilen kimi ülkeler, bizim tarım ve hayvancılıktan sorumlu bakana ödül bile verdiler!.. Eee, haklılardı tabii:
-Fakir Türk çiftçisi, hayvan üreticisi zengin Batılı çiftçiyi ve tekelci dev kuruluşları kurtarmıştı!..

Tarım da hayvancılık da sizlere ömür!..


Bu iktidarın 15 yıllık yönetimi esnasında ise işin iyice cılkı çıktı!..
Mesela bu hükümeti destekleyen “profesör” kılıklı kimileri, “köylülüğün millete yük olduğu” yalanını allayıp pullayarak, dışarda tarımsal ve hayvansal ürünlerin daha ucuz olduğunu anlatarak ithalatın teşvik edilmesini önerdiler. Dünya borsasındaki fiyatların Batı’nın elindeki stokları eritmek için özellikle düşük tutulduğunu ya göremediler ya da aldıkları talimatları yerine getirdiler!..
Korumadan, destekten yoksun, mazot ve diğer girdilerle iyice beli bükülmüş üretici gayet organize bir şekilde dev tarım ve gıda tekellerinin kontrolüne girdi. Bir diğer deyişle üretici olmaktan çıktı, kendi toprağında maraba haline getirildi!..
Tarım çökünce, hayvancılık yerlerde sürünmeye başlayınca iyice yoksullaşan üretici nüfus, büyük kentlere göç etmeye başladı. Yıllar içinde gerçekleşen bu göç ne kadar biliyor musunuz?
-15-20 milyon arasında!..
Doğal olarak büyük kentlerde bu nüfusa bulunacak iş yoktu!.. Kentlerin çevresinde yoksulluk ve açlık sınırı altında varoşlar oluştu haliyle...
Ancak bizi yönetenler, bu durumdan ders çıkaracak, üretime dönecek yerde elimizde kalmış verimli ovalara da göz dikti. Hükümet son olarak bir oldu bitti ile Eskişehir Alpu Ovası’nı “Tarımsal Niteliği Korunacak” alan olmaktan çıkarıp, “Enerji Üretim Alanı” konumuna çevirdi!.. Halbuki Alpu Ovası daha geçen yıl Bakanlar Kurulu kararıyla “Tarımsal Sit Alanı” ilan edilmişti, iyi mi!..
-Şimdi bu ovaya kömürlü termik santral yapılacak!..
Bu termik santralde yakılacak kömürden yılda 1 milyon 900 bin ton taban külü açığa çıkacak!.. Bunu depolamak için ne gerekiyor biliyor musunuz? 3 metre yüksekliğinde ve 95 adet futbol sahası büyüklüğünde bir depolama alanı!.. Rüzgarda savrulacak küllerle tüm ova  kent, nehir ve çaylar kısa zamanda “ölecek!..” Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen alınan kararı “Cinayet” olarak nitelendirdi. Çok haklı ama bence eksik:
-Kendi insanına ihanet ve cinayet daha yerinde olur!..