Bilin bakalım Saray’ın İstanbul mitinginin özelliği neydi?..
Yanıt sorunun içinde; Sürekli toplu açılış gerekçesi öne sürülerek sözüm ona “tarafsız cumhurbaşkanı” görüntüsü korunuyordu... İstanbul, ardından da İzmir’de bu görüntü bir tarafa atıldı ve buz gibi “miting” yapıldı!..
Referanduma şunun şurasında bir hafta bile kalmamışken zaten kimsenin yemediği “tarafsızlık” meselesi de gömüldü, bitti, gitti!.. Zaten Cumhurbaşkanı mitingde bu durumu gayet güzel bir bakış açısıyla anlattı:
-Kılıçdaroğlu, “Partili Cumhurbaşkanlığı olur mu? Böyle bir Cumhurbaşkanı tarafsız olabilir mi?” diyor. Mustafa Kemal de hem Cumhurbaşkanı hem de CHP’nin genel başkanı değil miydi?. İsmet İnönü keza, öyle değil miydi? Az biraz geçmişini oku, tarihini öğren ya!..
“Ya” ünlemi böyle bir konuşmanın sonuna pek yakışmıştı doğrusu!.. Gerçekten Atatürk de, İnönü de hem parti başkanı hem cumhurbaşkanı idiler... AKP’liler çılgınca alkışladılar bu sözleri... İyi de rejim “Tek Parti Rejimiydi!!!”Atatürk 1930’da ikinci bir parti için uğraş vermiş, en yakınlarını da üye olmaya teşvik ettiği “Serbest Fırka” denemesi başarısızlıkla sonuçlanmıştı... İnönü ise 1946’dan itibaren çok partili seçimle demokrasi deneyiminin düğmesine basmış, 1950’de ise Demokrat Parti bu sayede iktidara gelmişti...
Şimdi kötü niyetliler ortaya çıkar, “90 yıl sonra yeni bir tek parti rejimi düşlüyor bunlar ” der mi?
Der valla!..

Tarafsızlığın daniskası be!..


Cumhurbaşkanı, hem İstanbul’da hem de İzmir’de “tarafsızlığına” gayet yakışır bir şekilde yaptığı konuşmalarla tarihe geçti desem yeridir... Mesela İstanbul’da şöyle dedi:
-Biz Yavuz Sultan Köprüsü’nden şunlar geçer, bunlar geçemez diyor muyuz? Biz Çanakkale Köprüsü’nden şunlar geçer, bunlar geçemez diyor muyuz? Bizde tarafsızlığın daniskası var be!..
“Be” vurgusu da bu konuşmanın sonuna “cuk” oturmuştu doğrusu.. Örneğin ben, tüm bu köprülerin, yolların tamamının milletin parasıyla yani benim paramla yapıldığını bile bile kendimi “vay be” derken yakaladım!..
-Şu tarafsızlığa, şu alicenap yaklaşıma bakar mısınız? Bu kadar olur yani!..
Cumhurbaşkanı geçen hafta da ani bir kararla CHP’lilerin çadırına girmiş, “Hayırcı” yurttaşlarla sohbet etmişti. Neler konuşulmuştu? Örneğin “çağdaşlık” diyen bir yurttaşa, yaptıkları köprüleri, yolları örnek göstermişti Cumhurbaşkanı... Bir yurttaşın “neden üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adını verdiniz?” sorusuna da muhteşem bir yanıtla karşılık vermişti:
-Recep Tayyip Erdoğan adını koymadım, görüyorsunuz ne kadar alçakgönüllüyüm!..
Eminim çadırdakiler dumura uğramış, yanıt verememişlerdir...

Atatürk’ün vasiyetini bile kullandı!..


Pazar günü de İzmir’deydiler...
Önce Binali Bey çıktı sahneye. Konuşmasının çoğunluğu CHP liderini eleştirmekle geçti. Son haftalarda bakıyorum; başta Cumhurbaşkanı tüm AKP safları, yanaşma kalemler de dahil koro halinde Kemal Bey’e saldırı halinde... Bir ara “yahu bu anayasa değişikliği içinde Kılıçdaroğlu maddesi var da, ben mi kaçırdım” diye kuşkuya düştüm, inan olsun!.. Başbakan konuşmasını şöyle bağladı:
-Hayır diyenler de onurludur!..
Lütfetti, sağ olsun!.. Neyse, Cumhurbaşkanı normal zamanlarda kilometrekaresini az bulduğu, Misak-ı Milli’sini eleştirdiği, Cumhuriyetin tapusu anlamına gelen Lozan Antlaşması’nı yerden yere vurduğu Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’nı bir anlattı ki, otur hüngür hüngür ağla yani!..
Örneğin “Biz bu toprakları öyle masa başında cetvelle çizerek değil, kanlarımızla yoğurarak vatan yaptık” dedi.. Cumhurbaşkanı’nı sürekli takip etmek, ister istemez kafa karışıklığı yaratıyor; daha bir kaç gün önce Diyarbakır’da “Türk, Kürt, Laz, Çerkez yok, tek millet var” diyordu... Memleketin en batısında, İzmir’de Çanakkale’den, Kafkas Cephesi’nden, İzmir’in kurtuluşundan söz etmesi güzel tabii!.. Hele büyük devrimcinin sözlerini bir kullanışı vardı, böylesi yok yani:
-Gazi Mustafa Kemal’in vasiyet ettiği gibi Cumhuriyetimizi ilelebet payidar kılmak istiyorsak bu değişimi gerçekleştirmek zorundayız...
Şimdi siz kötü niyetliler, “ne diyorsun yahu, ‘Tek adam’ rejimine Atatürk’ü de alet ediyorlar” falan diyeceksiniz... Haklısınız ama bakın yeri ve mekanı geldiğinde o büyük insanı anmadan, referans göstermeden, vasiyetini dahi kullanmadan da edemiyorlar... Bir de bu yönden düşünün!.. O zaman bizler de o büyük devrimcinin vasiyetinin gereğini yerine getirmekle yükümlüyüz:
-Tüm kalbimizle HAYIR diyerek!..