98 yıl önce, 15 Mayıs 1919 İzmir...
Sabah saat 10... İngiliz himayesi ve desteğindeki Yunan zırhlıları körfeze demirlemişti... Yunan dilinde “Vatan” anlamına gelen yolcu gemisi Patris, Pasaport iskelesine yavaşça yanaştı. işgal komutanı, ardında Efsun Alayı’nın sancaktarı İzmir’e adımını attığında, yüzyıllardır Türklerle iç içe yaşayan Rum ahali, günlerdir gizlice diktikleri Yunan bayraklarını çılgınca sallayarak haykırmaya başlamıştı...
İzmir Metropoliti Hrisostomos koşa koşa geldi, dizlerinin üstüne çökerek önce komutanın çizmelerini sonra Yunan bayrağını öptü. Ardından haçını havaya kaldırarak askerleri tasdik etti. Sonra bağıra bağıra konuştu; konuşmuyor, adeta böğürüyordu:
-Evlatlarım, bugün İsa’nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı içmekle, onlara olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım, azizler arkanızda...
İşte tam o esnada ahalinin arasından ince, uzun, siyah takım elbiseli genç bir adam fırladı meydana... Elindeki toplu tabancayı doğrultarak bağırdı:
-Olamaz, böyle güle oynaya giremezler!..
Tetiğe peş peşe bastı... Alay sancaktarı yediği kurşunlarla atından yuvarlandı. Büyük bir panik yaşanıyordu. Ancak bir kaç saniye içinde tek bir kişiyle karşı karşıya olduklarını anladılar, çevresini sarıp süngülerle delik deşik ettiler, linç ettiler...
-Gazeteci Hasan Tahsin şehit olmuştu!..
Henüz 30 yaşındaki genç gazeteci tarihe, emperyalizmi bozguna uğratan o efsane savaşın ilk kurşununu atan kahraman olarak geçti...
-İlk kurşun atılmış, Kurtuluş Savaşı başlamıştı...
15 Mayıs’ta bir gazetecinin kurşunuyla başlayan kutsal savaş, 9 Eylül 1922’de Vilayet binasına çekilen Türk bayrağı ile yine İzmir’de sona erecekti!..

Bir gazeteci daha linç edildi!

98 yıl sonra dün, 15 Mayıs 2017...
Tam da İzmir’in işgal edildiği gün İstanbul Adliyesi’nde bir gazeteci daha düpedüz linç edildi!.. Kendisinden önce lince uğrayan 149 gazeteci gibi!.. Cumhuriyet Gazetesi İnternet Sitesi’nin Yayın Yönetmeni Oğuz Güven tutuklandı... Peki niçin?
-Trafik kazası haberiyle “örgüt propagandası” yaptığı için!..
Filmi biraz geriye saralım; Denizli Başsavcısı Mustafa Alper, bir kaç gün önce “şüpheli” bir kaza sonucu hayatını kaybetmişti. Bir kamyon aşırı hızla makam aracına çarpmış, sürüklemiş ve sonunda üzerine devrilmiş, Başsavcı ve şoförü feci şekilde can vermişti. Cumhuriyet.com.tr kazayı Twitter’da şöyle duyurdu.
-İlk FETÖ iddianamesini hazırlayan Başsavcı Mustafa Alper’i kamyon biçti.
Bu tweet 55 saniye sonra silindi. Oğuz Güven savcılıkta ve mahkemede yaptığı savunmada “rekabet ve hız faktörleri nedeniyle bir an önce haberi duyurmak amacıyla bu şekilde bir yanlışlık meydana geldi. Tweet hemen yayından kaldırıldı ve ‘kamyon kazasında feci şekilde can verdi” şeklinde düzeltildi” dedi. İşin ilginç yanı trafik kazalarında çok kullanılan “biçmek” sözcüğü bu sefer nasıl olmuştu da “örgüt propagandası” haline gelmişti acaba?!. İkinci Sulh Mahkemesi Yargıcı kararında bakın ne dedi:
-Söz konusu tweet ile FETÖ soruşturması dosyalarında görev yapan savcıların akıbetinin bu olacağı gösterilmek istenmiştir!..
Örgüt propagandası suçlamasıyla tutuklanan Oğuz Güven, Metris Cezaevi’ne gönderilmeden önce şu açıklamayı yaptı:
-Bu çürümüşlük karşısında yapacak bir şey yok!..
Gazeteci Güven 98 yıl sonra “Trafik kazası haberiyle örgüt propagandası yapmakla” suçlanan ilk gazeteci olarak tarihe geçti!..
-Yazıktır bu güzelim ülkeye, günahtır efendiler!..

Omurgasız yobaz kayıp!..

Hiç şaşırmadım!..
Atatürk’e rezilce hakaret edilen programın sunucuları Mustafa Armağan ve Yavuz Bahadıroğlu ifadelerinde, programa konuk olarak katlan ve şu anda tutuklu bulunan Süleyman Yeşilyurt’u bi güzel satıverdiler!..
Armağan, Yeşilyurt’un üslubunu tasvip etmediğini belirterek, “canlı yayında müdahale edemedik” dedi. Bahadıroğlu da Yeşilyurt’un sözlerine katılmadığını söyledi.
-Ne omurga ama!..
Atatürk’ün annesi için aşağılık sözler sarf eden Hasan Akar isimli herif ise 8 gündür kayıp, bir türlü yakalanamadı... Bu adamlar böyledir işte; kendilerini güvende zannettikleri her mekanda en aşağılık dedikoduları yaparlar, biraz zorlandıklarında ise ya arkadaşlarını satar, ya da ortadan toz olurlar... Belkemiği olmayan bu gibiler için İlhan Selçuk’un çok güzel bir yakıştırması vardı:
-Herif-i naşerif!..