Tam da bunu yapacağız...
Haftaya bu ülkenin geleceğini iyi ya da kötü anlamda fazlasıyla etkileyecek iki devasa sorunla (konuyla) girdik... Öncelikle, yıllardır başımıza bir çuval misali geçirilmeye çalışılan Başkanlık Rejimi, sonunda Meclis
Genel Kurulu’na dek
ulaşmayı başardı!..
Büyük “Türk milliyetçisi” Devlet Bey’in engin desteğinde ve açık açık “oyum evet” ilanı eşliğinde hazırlanan 18 maddelik anayasa değişikliği dün itibarıyla önce maddeler bazında görüşülmeye başlandı... Tüm maddeler bittikten sonra tümü milletvekillerinin oyuna sunulacak. Şayet 330 sayısını bulursa, referandum şartıyla kabul edilmiş olacak... Diğer bir deyişle milletvekilleri kendi elleriyle şuna karar verecek:
-Demokrasi ve parlamenter sistem mi, yoksa bunların hiçbir anlamının kalmadığı, esamesinin okunmadığı tek adam rejimi mi?!.
İkincisi de en az birincisi kadar vahim; dün Cenevre’de Kıbrıs görüşmelerinin son perdesi sahneye konmaya başlandı... Birazdan neler yaşandığını anlatacağım, ancak ufak bir örnek vermek isterim; hangi felakete doğru yol aldığımızı anlatmak açısından Rum yaklaşımını görmeniz için... Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Sözcüsü Burcu Barış resmen açıkladı:
- Türk tarafı yüzde 36 olan toprakları yüzde 29.2’ye düşürmeyi kabul etti. Kıbrıs Rum tarafı yüzde 7’lik topraktan feragat edişi de kabul etmedi!..
Rum tarafının ezelden beridir istediği sonuç gizli saklı bir şey değil; onlar ENOSİS istiyor, tam anlamıyla teslim olunmasını istiyor, Kıbrıs’ın tümünü istiyor!.. O halde KKTC yetkilileri ve tabii, garantör Türkiye KKTC’nin ve de ülkemizin kaderini kendi elleriyle çizecekler:
-Onurlu ve özgür bir yavru vatan, Akdeniz’de sözü dinlenir bir Türkiye mi, yoksa kısa zamanda cemaatleşecek Kıbrıs Türkleri ve Akdeniz’i tamamen yitirmiş bir Türkiye mi?!.

Kendi ülkende esareti yaşamak!..


Yukarıda kısaca özetlediğim konuları biraz açalım...
Topluma “Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi” olarak sunulan, özünde bal gibi başkanlık yani “tek adam rejimi” olan anayasa değişikliği teklifi TBMM’de görüşülmeye başlandı. Bu yazı daha görüşmelerin başında kaleme alındığı için neler olup bittiğini, yaşananları son dakika haberlerinden, gazete manşetlerinden öğreneceksiniz...
Ancak önemli olan maddelerin görüşülmesinde ya da tümünün oylanmasında değil, kabul edildiği takdirde yaşanacak olanlar... Referanduma gitmesi halinde yaşanacak olanlar... Referandumdan kabul sonucu çıkarsa yaşanacak olanlar!..
Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’u tanırsınız; bir zamanlar bu iktidara sıcak bakan, liberal görüşe yakın bir hukuk adamı... Gelinmiş olan noktada Sami Bey, yapılmak istenen değişikliği bakın nasıl anlatıyor:
-Okuryazar her insan bu taslağın, iktidarın tek elde toplanmasını önlemek şöyle dursun, “vesayete son verilecek” yalanıyla iktidarı “yanılmaz” kabul ettiği geleceğin tek insanına, “cumhurbaşkanı”na,
hatta kimi çarpık bakışların Hz. Muhammed’in, hatta Allah’ın niteliklerini taşıyan insan olarak gördükleri bugünkü Cumhurbaşkanı’na teslim ettiğini, erkler ayrılığını değil, “erkler birliği”ni getirdiğini anlayabilir.
Bir de, bu anayasa taslağına savaş açtıktan sonra partisinden ihraç edilen, hakkında bir sürü saçma sapan iftira üretilip, pasifize edilmeye çalışılan MHP milletvekili Prof. Ümit Özdağ ne diyor ona bakalım.. Üniter milli devletin, kuvvetler ayrılığının ve parlamenter demokrasinin mutlaka korunması gerektiğini söyleyen Özdağ, Devlet Bey için de şu sözleri sarf ediyor:
-Bir otoriter tek parti rejimi ve tek adam rejimi kuracak bir değişikliğin önünü açmaktadır. Tarih Bahçeli’yi affetmeyecek!..
Bana kalırsa tarihin affetmeyeceği pek çok muhterem var; elbirliğiyle ülkenin kuyusunu kazmakla meşguller!.. Peki niçin?.. Kimi 100 yıllık rövanşı alıp, yeni rejim kurmak için, kimi kendi ikbalini, kendi makamını korumak için...
Meclis, olmazsa toplum kimi çevrelerin pompalamasıyla adeta “ilah” konumuna yakıştırılan bir tek adamı mı, yoksa kendisini tüm diğer İslam ülkelerinden ayrıcalıklı kılan, kör topal da olsa özgürlük, bağımsızlık, fırsat eşitliği tanıyan demokrasi rejimini mi seçecek, göreceğiz... Ne olursa olsun, tarih babanın defterine adeta kazınmış o özdeyiş yine haklı çıkacak:
-Her halk, müstahak olduğu biçimde yönetilir!..

Yavru vatan gitti gider mi?!.


Yukarıda yazdıklarım KKTC için de geçerli...
Başkanlık tartışmalarının gölgesinde kalan Kıbrıs görüşmelerinde de artık sona yaklaşıldı. Ancak KKTC’yi nasıl bir “son” bekliyor, bunu ancak el yordamıyla, öngörülerle anlamaya çalışıyoruz...
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un dün Sözcü gazetesinde Uğur Dündar’a söyledikleri, bu konuda da nasıl vahim bir yol ayrımında olduğumuzu gösteriyor. İlker paşanın işaret ettiği üç nokta durumu gayet iyi özetliyor:
-Kıbrıs’ta çözüm; mutlak iki egemen halka ve devlete dayandırılmalıdır...
-Rauf Denktaş’ın büyük mücadeleler sonucu kazandığı “Garanti ve İttifak Antlaşması” tarihi bir başarıdır. Bu belgenin virgülüne bile dokunmak, Sırpların Müslümanlara yaptığı katliamın benzerinin yaşanmasına zemin hazırlar...
-Rumlar, Türkleri her şeyden yoksun bırakmak ve kovmak için büyük çaba harcayacak...
Son söz; Kıbrıs’ı pazarlık konusu yapıp altın tepsi içinde sunabilir, bu sayede bazı kısa erimli kazançlar da sağlayabilirsiniz...
-Ancak, tarihin kara sayfalarına geçmekten ve her iki halkın “lanetine” uğramaktan kaçınamazsınız!..