Tarih 27 Ocak 2017...
Cumhurbaşkanı Afrika seyahatinden dönerken gazetecilere değerlendirme yapıyor; konu “Fırat Kalkanı Harekatı’na ” gelince aynen şöyle diyor:
-El Bab’daki işi bitirmek, daha derinliğe gitmemek lazım!..
Gerekçeleri de tutarlı; “Rejimle zaten karşı karşıyayız... Rusya ve İran’la Astana’da başlatılan süreç, inşallah rejimi olumlu bir noktaya çeker ve El Bab halledilmiş olur...
Tarih 7 Şubat 2017... Yukarıdaki değerlendirmeden yalnızca 9 gün sonra Cumhurbaşkanı ABD Başkanı Trump ile telefon görüşmesi yaptı... Neler konuştuklarını bilmiyoruz! Ancak el yordamıyla bazı tahminler yapıyoruz...
Tarih 8 Şubat 2017... Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Suudi Dışişleri Bakanı ile düzenlediği basın toplantısında aynen şu açıklamayı yaptı:
-El Bab Operasyonu’nun bir an önce tamamlanması gerekiyor. Bundan sonraki hedef Suriye’de Rakka operasyonudur. Özel kuvvetlerimizi devreye sokabiliriz!..
Erdoğan-Trump görüşmesinden yalnızca saatler sonra yapılan bu açıklama, Suriye’deki tüm dengeleri değiştirecek nitelikte olduğu gibi aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın 10 gün önce yaptığı “daha derinlere girmemek lazım” sözleriyle de taban tabana zıttı!..
Tarih 9 Şubat 2017... CIA’nın yeni Direktörü Mike Pompeo, ilk yurtdışı gezisini Ankara’ya yaptı. Adeta ABD Başkanı gibi karşılandı... Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştü. Ardından da MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la bir araya geldi...
Tarih 9 Şubat 2017... CIA Başkanı Saray’la ve MİT Müsteşarı ile görüşme halindeyken bir Rus uçağı El Bab’da Türk askerlerinin olduğu binayı bombaladı; 3 askerimiz şehit oldu, 15 askerimiz yaralandı... Genelkurmay jet hızıyla “Rus uçağının binayı KAZAYLA vurduğunu” açıkladı. Rus tarafı üzüntü ve taziyelerini bildirmişti!.. Rus tarafı ise hiç öyle demiyordu; “koordinatları Türkler verdi ” diyerek sorumluluğu Türkiye’ye ihale etmişti bile!..
-Bu sıralamayı aklınızın bir yerine not edin lütfen!..

Bu nasıl bir dış politika?!.


Tarih 12 Şubat...
Zamanlaması “pek manidar” Rus saldırısı sonucu şehit edilen evlatlarımız toprağa verildikten, CIA Direktörü Pompeo ülkesine döndükten yalnızca üç gün, “El Bab’dan daha derinlere gitmemek lazım” dedikten 15 gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, kameraların karşısına bambaşka bir planla çıktı; medyanın “Kuzey Suriye Planı” dediği açıklama 15 gün önceki açıklamayla taban tabana zıttı:
-Suriye’nin kuzeyindeki 4-5 bin kilometrekarelik alanda, yerli halkın yaşayacağı, milli ordu kuracağı güvenli bir bölge oluşturulması...
Öncelikle Saray’ın “güvenli bölge” olarak açıkladığı 4-5 bin kilometrekarelik alan IŞİD’in başkent olarak ilan ettiği, tüm güçlerini yığdığı Rakka ile, PYD/PKK’nın elinde bulunan ve ABD tarafından ağır silahlarla takviye edilen Mümbiç’i de kapsıyor!.. Böyle bir harekata girişmek demek TSK’nın tüm gücüyle bir büyük savaşa dahil olması demek!..
Saray, “milli ordu kurmak” meselesini de şöyle açıkladı:
- O bölge ayrıca uçuşa yasak bölge ilan edilir. Yerli halk da milli ordusunu oluşturmak suretiyle kendini güvende hissedecektir. Bu görüşlerimi sayın Trump ve Almanya başta olmak üzere koalisyon güçleriyle paylaştım!..
O zaman soralım: bu görüşlerini Başta Rusya, Suriye ve İran olmak üzere bölge ülkeleri ve rejimin kendisiyle paylaştı mı?!.. “Ne gerek var?” denilemez zira hem Moskova hem de Astana zirvesinde Türkiye Suriye’nin egemenlik hakkını, ulus devlet olduğunu kabul etti!.. O halde nasıl oluyor da güvenli bölgedeki halk kendi “milli ordusunu” kuruyor?!. Bu Suriye devletinin kendi iç işi değil mi?..
Soru çok, bu durumda soru tükenmez!.. Ancak, esen her rüzgara göre, kapalı kapılar ardında yapılan her görüşme sonrası dış politikasında devasa değişikliklere giden bir ülke, hangi güveni sağlayacak, hangi uluslararası sorunda ağırlığı olacak sorusu yanıtı alınması gereken ilk sorudur...
-Günlük politikayla devlet yönetildiği nerede görülmüş Tanrı aşkına!..

Kovduğunuz spiker değil itibarınız!..


Türk televizyonlarının en başarılı spikerlerinden İrfan Değirmenci, Kanal D yönetimi tarafından kapının önüne konuldu!..
Gerekçe şahane!.. Üstelik pek fiyakalı, hep özlediğimiz, medyada mutlaka olması gerektiğini, hatta yeri geldiğinde acımasızca uygulanmasını desteklediğimiz bir gerekçe:
-Doğan Grubu Yayın İlkeleri!..
Peki, İrfan kardeşimiz hangi uğursuzluğu, hırsızlığı, namussuzluğu, sahtekarlığı, ahlaksızlığı yapmış da bu yayın ilkelerine karşı gelmiş ve de kovulmuş?..
-Referandumda hayır diyeceğini açık etmiş!..
Yaa!.. Üstelik bunu yayında da değil, sosyal medya hesabında yapmış... Haa “hayır” diyen yurttaşlara yapılan saldırıları, haksızlıkları, yasaklamaları ekrana getirmiş tabii... Yapmasaydı yayıncılık ilkelerini en aşağılık şekilde ihlal etmiş olurdu zaten... Olayı öğrendiğimde kendisini arayıp söylediğim, kendi sosyal hesabımda da yazdığım gibi:
-Bu kovuluş, göğsünde bir şeref nişanıdır!..
Bir soru daha sordum: “madem bu kadar tarafsızsınız, niçin evet dediğini nal gibi köşesine koyanları görmüyorsunuz? Örneğin Fatih Çekirge!” Yanıt dünkü Hürriyet gazetesinde bizzat Çekirge biraderden geldi; niçin “Evet” dediğini bir kez daha yazdı, iyi mi!..
Hürriyet ve diğer yayınlardaki “Hayırcı” olduğunu bildiğim muhterem zevat size sesleniyorum:
-Aynaya rahat bakabiliyor musunuz?!..