Tümü aynı zaman dilimi içinde sırasıyla sırayla gerçekleşti...
Önce SÖZCÜ Gazetesi’nin internet haber sorumlusu Mediha Olgun ile muhabir arkadaşımız Gökmen Ulu akla hayale sığmayacak suçlamalarla tutuklandı. Sahibi Burak Akbay hakkında ise “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçlamasıyla tutuklamaya yönelik yakalama kararı çıkarıldı. Örneğin Gökmen Ulu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Marmaris’teki yerini açıklayarak FETÖ’ye suikast için yol açmıştı, iyi mi!.. Mediha arkadaşımız da internette bu haberi yayınlayarak suça iştirak etmişti tabii!..
Dakika bir gol bir; TBMM Darbe Araştırma Komisyonu bu iddiayı dibine dek çürüttü; Cumhurbaşkanı’nın Marmaris’te kaldığı otelin darbe girişiminden 3 gün önce belirlendiğini, darbecilerin havadan keşif bile yaptığını belgeleriyle ilan etti!.. Ama fark etmezdi!.. İyi saatte olsunlar bir kere kararını vermişti;
-Kurt, kuzuyu yiyecekti!..
Operasyon öncesinde defalarca yurtdışına gidip gelen Burak Akbay’ın son çıkışından yalnızca birkaç gün sonra operasyon yapılması “esas plan” hakkında esaslı bir fikir veriyor tabii:
-Sözcü Yayın Grubu’na el koymak!..
Bu ülkenin namuslu, yurtsever hukukçuları bu planın Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 248’inci maddesi kullanılarak sahneye konulacağına dikkat çekiyor... Nedir bu madde derseniz, şöyle:
-Kaçak sanığın duruşmaya gelmesini sağlamak amacıyla Türkiye’de bulunan mallarına, hak ve alacaklarına amaç orantılı olarak mahkeme kararıyla el konulabilir ve gerektiğinde idaresi için kayyum atanır. El koyma ve kayyum atama kararı müdafiine bildirilir.
Gördünüz mü ne kadar kolay! Ancak maddedeki “kaçak sanığın duruşmaya gelmesini sağlamak” bölümüne sakın ola güvenmeyin; hapiste de olsanız bu karar yine alınabiliyor, örnekleri çokça mevcut!..
Kısacası muhalif öncüleri “bitirmek” için ağlar güzelce kurulabiliyor!.. Ancak en alt biriminden tüm yazarlarına kadar, ardına milyonların desteğini almış bulunan SÖZCÜ Yayın Grubu, bu türden kumpasları bilecek ve tüm gövdesiyle öne çıkacak onura da, haysiyete de, cesarete de en yüksek derecede sahiptir... Korkacağımızı, geri çekileceğimizi, “aman” diyeceğimizi sanıyorlarsa kapılarına bağladıkları tetikçileriyle karıştırıyorlardır...
-Duvarlara, bulduğumuz boş kağıtlara yazarız, sözlerimizi meydanlarda haykırırız ama duruşumuzdan asla taviz vermeyiz, böyle biline!..

“Kemalistleri temizleyin!”


Tüm bunlar yaşanırken, Ergenekon-Balyoz zamanlarının “cengaver” gazetecisi, kumpaslara hayat veren haberlerin ve kitapların yazarı, şimdilerin AKP milletvekili Şamil Tayyar isimli muhterem, Akşam isimli yandaş mevkuteye verdiği demeçte şöyle buyurdu:
-15 Temmuz’u yalnızca FETÖ’nün darbe girişimi olarak görmüyorum. Darbe bir NATO operasyonu. NATO ağırlıklı olarak FETÖ’cüleri kullanmıştır ama bunların içinde seküler laikler ve NATO’cular da var...
Büyük “mütefekkir” Tayyar, ardından tarih konusunda, siyaset konusunda nasıl sür cahil olduğunu şu sözleriyle ilan etti:
-Kemalist diyelim onlara. Onlar da bir risk demokrasimiz için... Dolayısıyla farklı siyasi düşüncede olmaları FETÖ’den ayırt etmez onları çünkü aynı amaca hizmet ediyorlar, çünkü ikisinin de ipleri NATO’nun elinde...
Yaa, yıllarca ABD’nin alçakça planlarına karşı savaş veren, FETÖ operasyonlarıyla Silivri zindanlarına tıkılan, aileleriyle birlikte onca işkenceye göğüs gereken yurtseverler, Kemalistler meğer NATO’cuymuş ve FETÖ denilen alçaklarla aynı amaca hizmet ediyorlarmış!.. Şamil kafası böyle buyuruyor... Böyle söylüyor çünkü ardından o sinsi planın işaretini çakıyor:
-Devleti yalnızca FETÖ’cülerden değil Kemalistlerden de temizlememiz lazım. Yoksa darbe riski her zaman vardır!..
Bir zamanlar FETÖ’nün düzenlediği kumpasların tıpatıp aynısının şimdi bir başka maske altında düzenlenmek üzere düğmeye basıldığını anlamamak için sıfır numara salak olmak gerektiğinin altını özenle çiziyorum!..
-Tıpkı öncekiler gibi bu alçakça kumpasları çökertmek de boynumuzun borcudur!..

“Semah da yasaklandı!”


Kemalistlere, Cumhuriyetçilere karşı planlanan kumpasın yolları döşenirken, “Yeni Türkiye’nin” nasıl bir rejime sahip olacağına dair işaretler de “mıh gibi” gözümüze sokulmaya başlandı...
Minnacık çocukların kuran kurslarına gönderilmesinden, “O ses Kuran” gibi çocukların acımasızca sömürüldüğü yarışmalarından söz etmeye bile gerek duymuyorum; onlar çoktan mecrasına sokuldu. Ülkedeki normal liselerin imam hatipleştirilmesi de sürüyor. Ancak plan daha büyük, daha derin:
-Sünni devlet!..
Ortadoğu’da yürürlüğe sokulan “İran’ı kuşatma” damgasını taşıyan ABD/İsrail oyunu ile de bire bir örtüşen bir amaçtan söz ediyorum!.. İşte bu doğrultuda bir dev adım daha atıldı:
-Adıyaman’da Alevi inanç önderlerinden Aziz Dede’yi anma etkinlikleri OHAL gerekçesiyle ertelendi!..
Daha açık söylemek gerekirse, Semah dönmek yasaklandı!.. Biliyorsunuz bir kaç gün önce de Ankara’da güneş battıktan sonra şarkı, marş söylemek, yürüyüş etkinlikleri OHAL gerekçesiyle yasaklanmıştı... Göreceksiniz bu “işaret fişeğinden” sonra bu yasak diğer tüm kentlere de kısa zamanda yayılacaktır!..
Gideceğimiz, bize biçilen yol bellidir... Bellidir de acaba Türk halkı, “uzaydan seyredenler” hariç bu duruma ne diyecek, işte onu henüz bilemiyorlar... O nedenle adım adım gidiyorlar, bir uygulamayı yürürlüğe koyup bakıyorlar, ses çıkmıyorsa devam, tepki varsa “bir dahaki sefere” deyip geri çekiyorlar!.. Ben de kendi fikrimi söyleyeyim bari:
-Bu ülkenin Cumhuriyetçi, yurtsever on milyonları çocuklarının geleceğini bu kadar ucuz, bu denli kabaca oynanan piyeslere satmaz... Ölür, yine de pabuç bırakmaz!..
Uyarması bizden...