İşte budur!..
Neymiş, Demokrasinin olmazsa olmaz temel koşulu “kuvvetler ayrılığı” ilkesiymiş, bu ilkenin en ufak şekilde bile zarar görmesi demek “totaliterlik”, “tiranlık”, “diktatörlük” yolunu açarmış... O pek öykündüğümüz Amerika’da, Almanya’da, İngiltere’de, adam gibi her ülkede kuvvetler ayrılığı ilkesi en güçlü şekilde tesis edilmemiş miymiş?.
-Laf ola, beri gele!..
Biraz dürüst, biraz mert olalım; Zaten yıllardır bu ülke, tüm kuvvetlerin tek elde toplandığı bir “ileri demokrasi!” düzeni yaşamıyor mu?. Hakkını aramaya çalışan her canlı eninde sonunda polis copu, gaz bombası, biber gazı tatmıyor mu?.. Medyanın neredeyse tamamına yakını her Allah’ın günü bir yeni “pembe Rockefeller gazetesi” çıkarmıyor mu?.. Bu ülkenin “banisi” efendimiz, Ergenekon savcılığından Muhteşem Yüzyıl dizisine dek ülkede kıpırdayan her “yaprağa” çeki düzen vermek için gece gündüz kendini paralamıyor mu?.. Tayyip Bey yalnızca “yeni düzenin” adını koydu, olması gerekeni tüm aççık seççikliği ile ortaya serdi, gayet dürüstçe ne istediğini söyledi...
-Vallahi helal olsun!..
Ne dedi Tayyip Bey?..
“Yapmak istediğimiz her işte bürokratik oligarşi, yargı bize engel oluyor” dedi.. “Dışardan bakanlar yav işte 326 milletvekiliniz var, hâlâ mı bahane diyorlar” dedi. “Ama işte bu kuvvetler ayrılığı denen olay var ya, o önünüze gelip engel olarak dikiliyor” bile dedi!.. Yetinmedi, ana muhalefet partisinin yasama noktasında çıkardıkları yasaları geciktirdiklerini, vakit kaybettirdiklerini dahi söyledi...
-Hâlâ anlamayanlara yuh olsun valla!..

Başkanlık mı sultanlık mı?!.


Daha ne desin...
Verin artık şu sultanlığı resmen de işimize bakalım” mı desin, insaf yani!.. Bakın AKP’nin Anayasa Hazırlık Komisyonu’na getirdiği “Başkanlık sistemi” önerisine, orada ne istediği, bir eşeğin bile kolaylıkla anlayacağı şekilde yazılı:
-Dilediğinde Meclis’i feshetme yetkisi istiyor...
-Kararname çıkarma yetkisi istiyor. Üstelik Meclis’in çıkardığı kararname üzerinde denetimi olmayacak, iyi mi?. O zaman ne olacak? Her kararname “ferman” olacak!..
-Ama Meclis’in çıkardığı kanunları veto yetkisi istiyor. Hem de veto edilen yasanın yeniden kabulünü beşte üç çoğunluk şartına bağlayarak.. Ehh bu da zaten geçirilemez ile eş anlama geliyor!..
-Sekreterlerini, pardon bakanlarını Meclis dışından seçmek istiyor, bu seçimde Meclis denetimi de istemiyor...
Sultanlık, ay dilim dolaştı Başkanlık sistemi önerisi böyle. Şimdi elinizi vicdanınıza koyun; saklamış mı, gizlemiş mi, ne istiyorsa açıkça dikte etmemiş mi?. Gayet mertçe, “tüm davullar ve dahi tokmaklar benim elimde olacak” buyurmamış mı?.
-Bravo vallahi!..

* * *

Gelelim bizlere...
Günlerdir bekliyorum; hadi bürokrasi oligarşisinden vazgeçtim, 10 yılda taraf olmayan üst ya da orta düzey bir Allah’ın kulu bıraktılar mı onu da bilemiyorum, peki ya yargı?.. Kuvvetler ayrılığının üç tarafından biri olan yargıdan bir tanecik olsun ses çıkmaz mı, Yargıtay’dan, Sayıştay’dan, Danıştay’dan biri olsun çıkıp “bu söylem demokrasiye aykırıdır, yargının bağımsızlığına vurulan ağır bir darbedir” demez mi?. Bu soruyu çok sevdiğim bir hukukçu arkadaşıma sordum acı acı güldü ve referandumu hatırlattıktan sonra şöyle dedi
-Sen ileri demokrasiyi hâlâ çözememişsin!..
Medya ise bildiğiniz gibi; yurtsever gazeteler, televizyonlar ve kalemler ile hayal kırıklığına uğramış bir, iki “yetmez ama evet” çi dışında bırakın tartışmayı, sözünü bile edemediler. Ama hiç kuşkunuz olmasın, direktifi alınca övgüler düzmeye başlarlar... Bana gelince; dönüp, dolaşıp aynı şeyi düşünüyorum:
-Bu ülke bu kadar ucuza gitmez, bu ülkenin yurtseverleri var, aydınlık milyonları var, koca bir direniş tarihi var...
Yanılıyor muyum?..

“Yargı hiç bu kadar bağımsız olmadı!”


Yukarıdaki yazımın tarihi 20 Aralık 2012...
Zerrin Güngör’ün Danıştay Başkanvekili olmasından yaklaşık altı ay sonra!.. Önce bir hatırlatma yapayım; şu meşhur “2010 Referandumu” üzerinden yaklaşık 2 yıl geçmiş, yüksek yargının önemli bölümü Fethullahçı çetenin müridi hakim ve savcılara altın tepsi içinde sunulmuştu. Ergenekon, Balyoz, Casusluk davaları işte bu çete tarafından tüm hışmıyla yürütülüyordu!.. Başkanlık sistemi tartışmaları işte böyle bir iklimde gündeme getirilmişti.
Zerrin Hanım, Başbakan’ın o konuşması karşısında “tık” demeyen zevat içinde yer aldı. Çok kısa bir süre sonra da vekaleten yürüttüğü kurumun başına seçildi... Ancak 17/25 Aralık sürecinden kısa bir zaman önce sosyal medyaya sızdırılan bir tapede adı geçti. CHP Milletvekili İlhan Cihaner’in daha geçenlerde açıkladığına göre, Fethullahçıların gizlice dinlediği konuşmada Başbakan Erdoğan, Adalet Bakanı’na şöyle talimat veriyordu:
-Diğer aday çekilsin Zerrin Hanım tek aday olarak seçilsin!..
Erdoğan’ın o gün söylediklerinin neredeyse tümü “ileri demokrasi” gereği bugün hayata geçmiş vaziyette!.. Yaşanan süreçle ilgili tek bir sözü olmayan hanımefendi ise son günlerde CHP’nin adalet yürüyüşü ve kurultayı ile ilgili olarak “sözde yürüyüş, sözde kurultay” eleştirisiyle gündeme oturdu. Yanıtını da aldı tabii... Ama ben en çok şu sözlerine bayıldım:
-Yargı hiç bu kadar tarafsız ve bağımsız olmamıştı!..
Hakim ve savcıların cübbelerinde ilik yeri yoktur, kimsenin önünde düğme iliklemesin diye...