1982 Anayasası’nın değiştirilmesi geciken hukuka aykırı maddelerini bırakıp korunması gereken maddelerini apar topar değiştirip diktaya kapı açan değişikliklere gitmek topallayan demokratik yaşamın büsbütün karanlığa gömülmesine neden olacaktır. Değişikliği isteyenlerin, gerçekleşmesine katkı verenlerin kişilikleri, eğitimleri, siyasal yapıları, amaçları ve birliktelikleri gözetilirse sorumlusu olacakları yitiklerimize bir “hiç” uğruna kıyıldığı anlaşılacaktır. Ulusal Kurtuluş Savaşı, yepyeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yoktan varedilerek kurulması, İkinci Dünya Savaşı ve demokrasiye geçiş süreciyle bu dönemde yaşanan olumlu-olumsuz siyasal durumlarla birlikte gerçekleştirilip yaşatılmasına ve çağdaş niteliklerine kavuşturulması için çabalar ve özverilerin gözardı edilerek kişisel egemenlik tutkusuyla bir tür baskıcı yönetime geçilmesi girişimleri asla uygun karşılanamaz. Günümüz AKP iktidarının dinsel temele dayanan iç ve dış siyasal tutumundaki dönüşler, çelişkiler ve çarpıklıkların yarattığı sorunlar yetmiyormuş, şehit dizileri son buluyormuş gibi asıl uğraş konularını bırakıp “RTE Başkanlığı” sistemine odaklanmak büyük bir talihsizliktir.

AÇIKLIK ve DURULUK

Demokrasinin en belirgin özelliklerinden biri de açıklık ve duruluktur. Eşitlik, hukuksallık ve denge başta olmak üzere siyasal yapının açılımında önde gelen ilkeler, insanlığın bilimsel dayanaklarla güvenceye alınmasıdır. AKP’nin sözcüleri ikidebir “2. Kurtuluş Savaşı. - İkili yapıdan kurtulmak” yâveleriyle toplumu kandırma çabalarını sürdürüyorlar. Kurtuluş Savaşı’nın ne olduğunu anlamadıklarını gösteren sözde savunmaları, Dumlupınar Zaferi’nin kahramanlarını karalayıp suçlayarak ağır çelişkiyle sırıtıyor. Asıl ikili yapı günümüzde eğitimde, yargıda, ekonomide, toplumda, hemen hemen her alanda. Bölünmüşlüğün, partizanlık kökenli karşıtlıkların ayırdında olmayanların yönetimi tek kişiye bağlayarak saltanat ve hilâfet özlemine yenik düşmeleri kaçınılmazdır.
Millî Eğitim Bakanlığı’nın tarikat yurtlarında ölen çocukların sorunlarına öncelik verecek yerde “Müfredat Programı Taslağı” ile cumhuriyetimizin kurucularına ilişkin bilgileri “yok” denilecek biçimde azaltması yadırgatıcı ve değerbilmez bir yaklaşımdır.
ATATÜRK ve İNÖNÜ karşıtlığının asıl nedeni ilgili bakanın ve partizan bürokratların savunmalarının tersine saltanat ve hilafet önerilerini ellerinin tersiyle iterek demokrasinin beşiği olan lâik cumhuriyeti kurmalarıdır. İkinci Dünya Savaşı zamanında ülkemizdeki İnönü döneminde bir Türk şehit olmadı. Şimdi her gün şehitler geliyor. Bay RTE muhtarlara nutuk atıyor. Din bağımlılarının, inanç sömürücülerinin bilinen karşıtlıklarını öğrenciler üzerinden doyurmak çok yanlıştır. Yalan-dolanlarla, gerçekdışı suçlamalar ve söylemlerle siyaset yapma ve yansız olması gereken devlet görevlilerinin kendilerini iktidar partisinin görevlisi saymaları her yönden kınanacak bir tutumdur. Bunları açıkça söylemek yurtseverlik görevidir. Erkler ayrılığının olmadığı, bozulduğu yerde ne cumhuriyet olur ne de demokrasi. Emekli büyükelçilerimizin Anayasa değişikliğine ilişkin 31 Aralık 2016’da yayımladıkları 77 imzalı, içtenlikli ve anlamlı bildiri ilgilileri uyaramıyorsa diyecek bir şey kalmamıştır.

ÖNCE ve ŞİMDİ

Bay RTE’ın lâikliği tramvaya benzetmesi, beğenmediği Anayasa Mahkemesi kararını saymadığını söylemesi unutulmamışken şimdi nefret söylemleri boyutunu artırınca hukuku anımsatıp önermesi gerçekçi ve içtenlikli olabilir mi? Önceleri edilmeyen “Birlik, barış, beraberlik” sözleri Muhtarlar Meclisi sloganı durumuna geldi. Bu oluşumlara aykırılık iktidardan geliyordu. Yine de eksiklik var. İktidarcıların konuşmalarında Anayasa’nın değiştirilmesi önerilemez 2. maddesinde geçen “Atatürk milliyetçiliğine bağlılık” ve “lâiklik”, 81. maddesindeki milletvekili andında geçen “..lâik cumhuriyete, Atatürk ilke ve inkılâplarına..”, 103. maddesindeki cumhurbaşkanı andındaki “..Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik cumhuriyet ilkesine bağlı kalmaya..” değindikleri, bu yolda önerilerde bulunup savunup koruyacaklarını söyledikleri duyuldu mu? Andlarına bağlı kalmayanların değiştirilmesi önerilemez Anayasa’nın ilk dört maddesine bağlı kalacaklarına inanılır mı? “Fiilî durum”dan söz edenlerin tutum ve davranışları ortada iken ilk dört maddenin ahlâkî ve vicdanî sorumluluğu önemsenmezken biçimsel sorumluluğu güven duyurur mu? Halkımızın sorumluluğu büyük, çok büyüktür. Türkiye’miz siyasal bir zindana sürüklenmekten korunmalıdır.