Ulusal varlığımızın beşiği ve gömütü Türkiye’miz, iç ve dış olayların olumsuzluğu sarmalında, şehitlerin kanattığı yüreğimizde yeni acıların odağı konumundadır. Siyasal yaşamımızın gölgeler altında bulunduğu gerçeği her gün iktidarın yeni uygulamaları, hukuksallıktan uzak tutum ve davranışlarıyla kanıtlanmaktadır. 50 bini aşan kişinin tutuklu, bir o kadar kişinin de tutuksuz yargılandığı bir ortamda erinçten ve güvenlikten söz edilmesi güçtür. Tutuklular arasında Anayasa Mahkemesi üyesi ve birçok yargıçla savcının, generalin ve emniyet görevlisiyle devlet memurunun bulunması yakıcı ve yıkıcı bir durumu ortaya koymaktadır.
İktidar ileri gelenlerinin kendi yakınlıklarını, isteneni verdiklerini, övgü ve bağlılık açıklamalarını unutup kendilerini “ak” göstererek tüm olumsuzlukları FETÖ’cülere yüklemesi asla inandırıcı değildir. Medyadaki yandaşları ve yardakçılarıyla toplumu etkileme çabalarına karşın son halkoylamasındaki aslı yarıyı da geçen “hayır” oylarının gösterdiği gerçek iktidar sarsıntısını açıklamaktadır.

DEĞERLENDİRME

AKP iktidarı, başta genel başkanı RTE, halkoylamasının sonucunu iyi okuyamadı. Ya da okudu ama okuyamamış göründü. Hayır oyları düzeyinin iktidarı uyarması gerekirdi. Uyarmaya yeterliydi. Ama demokrasiyi sözcük (lâf) olarak eveleyip geveleyen iktidarcılar, kendi tutucu ve amaçlı yapılarının tersine hiçbir şeyi kabul edemezler.
AKP genel başkanının cumhurbaşkanlığı andındaki “tarafsızlık” ilkesine karşın anamuhalefet partisine nasıl çattığı, nasıl taraf olduğu açıkça izleniyor. Partili tutumundaki aykırılıkla cumhurbaşkanlığı makamını gölgeleyerek sıfatını tartışmalı kılıyor. Partililiği, cumhurbaşkanlığının önüne geçiyor, üstüne çıkıyor. Konuşmalarındaki eleştiri ve yanıt kapsamındaki sözlerini devlet adamına yakıştıramıyorum. Bay RTE gereksiz ve yersiz konuşmalarında her şeyi gündeme getiriyor. Katar’ı konuşuyor ama Ege adalarına değinmiyor.
Her şeye, her konuya değinmesi, tartışmalara katılması, hatta sıfatlarıyla bağdaşmayan tartışmalar başlatması, kullandığı sözcükler, yaptığı nitelemeler, karaçalmalar, suçlamalar ve haksız-gereksiz eleştirilerle karşılıklar hiçbir konumuyla bağdaşmamaktadır. Siyasetteki düzey her gün düşmekte, çözüm bekleyen sorunlar savsaklanmakta, şimdiden 2019 seçimleri, yatırımları her alanda başlatılmaktadır. Partizanlık doludizgin gitmektedir.
Bunlar yetmiyormuş gibi AKP genel başkanının konumu TBMM’nin üzerine çıkarılmak istenmekte, bunun için içtüzük değişikliği, koltuk değnekliğine katlanan MHP’nin desteğiyle, kotarılmak istenmektedir. Dincilikle milliyetçilik savlarının karışımı siyasal seslendirme, medyadan yansıtılmaktadır. Böylece her durumun yönetsel düzenlemelerle tek egemeni Bay RTE olacaktır. Tek yetkilisi de. İmparatorluk ve hanedanlık kuşkusu veren düzenleme çabaları-oyunlarının demokratik ilkelerle bağdaşan yönü yoktur. CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na yönelik son suçlamalar sakıncalı yakıştırmalardır, iftiradır.

KAYGI- TASA

Özellikle yargı alanındaki aykırılıklar, çelişkiler, olumsuzluklar toplumsal güveni sarsacak düzeye gelmiş görünmektedir. Devleti devlet yapan, adalet temelindeki güven, esenlik ve barıştır. Tutuklamalar, salıvermeler, kararlar giderek tepkilerle karşılanmakta, ağır eleştiriler gazete ve dergi sayfalarını doldurmaktadır. Yargıç niteliklerinin sık sık anımsatılıp değişik yol ve yöntemlerle uyarıların birbirine eklendiği gönümüzde hukukçuların sorumluluğuna ilişkin düşünce yoğunluğu ağırlığını artırmaktadır. Adalet, devletin yalnız temeli değil, onuru, namusu ve güneşidir. Olmazsa olmazıdır. Devletin geçerlik öğesi ve koşuludur.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın ders programlarında ATATÜRK’ü öteleyip “Cihat”a yer verme kalkışması ileride ATATÜRK’ü karalamaya ve suçlamaya, tümüyle unutturmaya dönüşebilir.

BİR ÖNERİ

İyi niyetle ve gerçekçilikle öneriyoruz. Çelişkilerden kurtulmak için Anayasa’nın “Yargı yetkisi” başlıklı 9. maddesindeki “tarafsız” sözcüğü ile cumhurbaşkanı andına ilişkin 103. maddedeki “tarafsızlıkla” sözcüğü Anayasa’dan çıkarılmalıdır. Özdeki aykırılığı gidermek olanaksızdır ama hiç değilse biçimsel aykırılığa son verilir. Hiçbir hukukdışı tutumu ve durumu geçerli saymayız. Ama abartılı ve ayrıcalıklı 15 Temmuz kutlamalarını, Çanakkale Zaferi’ni, 19 Mayıs Samsun’a çıkışı, 30 Ağustos Zaferi’ni, 23 Nisan TBMM açılışını, 29 Ekim Cumhuriyet’in ilanını, hadi 27 Mayıs’ı bir yanda tutalım, 14 Mayıs 1950’yi yaraşır biçimde kutlamayıp eleştirilen bayraklı reklamlarla kutlamayı aşırı ve yanlış buluyoruz.