ABD’nin kucağındaki Arap devletlerinin çembere almaya çalıştığı KATAR’la ilgili sakıncalı olasılıkları gündeme getiren olaylar sürerken Yunanistan’ın Ege adalarını silâhlandırmasına karşı sessiz kalan iktidarın Katar desteği dikkat çekmektedir. Orta Doğu’nun savaş kıvılcımlarının Türkiye’ye sıçraması büyük sorunların yangınına neden olur. Durumu duyarlılıkla izlerken edindiğimiz bilgiler ışığında Yunanistan’la ilişkiye değinmeyi yararlı buluyoruz.
Yunanistan’la 1970’li yıllardaki gibi olmasa da güncel sorunların başında deniz alanlarına ilişkin olanlar gelmektedir. Ege Denizi’ndeki kıt’a sahanlığının sınırlandırılması bunlardan biridir. Yunanistan’ın bu sahanlıkta kimi petrol arama ruhsatları vermesi üzerine, Türkiye de Anadolu ve Trakya’ya yakın Yunan adalarına karasuları dışında kıt’a sahanlığı bırakmayan ve bu adaların arkasını içine alan ruhsatlarının Yunanistan’ın 7.2.1974 günlü notayla reddine karşı yeni ruhsatlar verince durum, 1975’te iki devletin başbakanlarıyla dışişleri bakanlarının ikili görüşmeleriyle kısmen çözüme ulaşmıştı.
1975’te Ege’de Türkiye’nin sismik araştırmalar yapmasını Yunanistan Uluslararası Adalet Divanı’na (ICJ) taşıyarak koruma önlemi alınmasını, Türkiye ile Yunan adaları arasında kıt’a sahanlığının sınırlandırılmasının hangi kurallara göre yapılacağının bildirilmesini istemişti. Divan, 10.8.1976 günlü, 395 sayılı kararıyla iki yana doğrudan görüşmelere yeniden başlamalarını tavsiye etmişti. Sonra 11.9.1976 günlü kararıyla da koruma istemini reddetmişti. Ayrıca, Yunanistan’ın iki ana gerekçeye dayandırdığı yetkiyi de 19.12.1978’de reddetmişti.

* * *

Ege kıt’a sahanlığına ilişkin görüşmelerle Yunanistan bütün adaların kıt’a sahanlığında bulunduğunu ve adaların kıt’a ülkeleri ile eşit olarak değerlendirilmesi tezi üzerinde dururken Türkiye, Ege’nin kendine özgü verileri ve kıt’a sahanlığının jeolojik yapısı üzerinde durmuştur. İki ülke kendi gerekçelerini ortaya koymuş, Türkiye bu kapsamda sınırlandırmanın Lozan dengesine göre gerçekleştirilmesi gereğini belirtmiştir.
Aslında 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olmadığımız için iki ülke arasındaki kıt’a sahanlığı sınırlandırılmasında bu konuda yapılageliş kurallarının uygulanması ağırlık kazanmaktadır. Yapılageliş kurallarının incelenmesinde, sınırlandırmanın yazılı bir anlaşmayla yapılması ilkesi gelir. Bu kural 1969 Kuzey Deniz Kıt’a Sahanlığı Dâvası ile yukarıda belirtilen sözleşmede belirtilmiştir. Hakkaniyet ilkesi (equity) l985 Libya-Malta “Kıt’a Sahanlığı Dâvası”nda Uluslararası Adalet Divanı’nda uygulanmıştır.
Sorunlardan biri de Ege’de uyuşmazlık alanının belirlenmesidir. Yunanistan’ın Uluslararası Adalet Divanı’na başvuru konusu yaptığı yerler Türkiye kıyıları ile Yunan adaları arasında kalan deniz yatağı ve toprak altı idi. 1982 Sözleşmesi’nde hem kıt’a hem de takım adalara sahip olan devletlerin “takımada devleti” sayılamayacağı, adalar arasında takımada sularına sahip olunamayacağı için Yunanistan’ın takımada devleti olmadığı ve adaları arasında takımada sularına sahip çıkamayacağı BM. III. Deniz Hukuku Konferansı’nda kabûl edilmiştir.
Ege’de bunlara eklenen bir sorun da Ege’nin temel yapısı içinde coğrafî olarak iki ülkenin ana karalarının birbirine göre oranının ne olduğudur. Bir de karasularının genişliği sorunudur. Türkiye ve Yunanistan’ın karasularının genişlikleri Lozan Antlaşması’yla 3 deniz mili olarak saptanmıştı. Yunanistan, 17 Eylûl 1936 günlü yasayla karasularının genişliğini havacılık amacıyla 10 deniz miline çıkarmıştır. Bu yolla hava sahasını 20 mile yükseltmiş, karasuları da 3 mil olarak sürmüştür. Ancak eylemli biçimde 6 mile çıkmıştır. Türkiye ise 15 Mayıs 1964 günlü Karasuları Yasası’nda 20 Mayıs 1982 günlü yasayla değişiklik yaparak karşılıklık ilkesi gereği karasuları geniş olan ülkelere karşı daha geniş uygulamayı benimsemiştir. Bu çerçevede Türkiye’nin karasuları Ege’de 6, Karadeniz ve Akdeniz’de 12 mildir.