Dile kolay;
Başta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, binlerce kişi 25 gün boyunca, bayram/seyran demeden yürüdü.
Türkiye’nin en işlek karayollarından birinde, yanından TIR’lar, kamyonlar geçerken yürüdü.
Yakan güneşin altında, kimi zaman sağanak yağmura aldırmadan yürüdü, yürüdü.
Tek bir parti flaması, bayrağı, afişi olmadan yürüdü. Ellerinde sadece “Adalet” yazılı pankartlarla ve Türk Bayrağı ile yürüdü.
Peki bu dünya tarihine geçen uzun ve zorlu yürüyüş ne getirdi?
Henüz kimse pek farkında değil ama yürüyüşün Türkiye siyasi tarihine etkisi büyük olacak. Şöyle ki;

ANA MUHALEFETTE “LİDER” TARTIŞMASI BİTTİ: CHP hep “kurultaylar” partisi olarak anılır. Bir dönem arka arkaya o kadar çok kurultay yapıldı ki, neredeyse erken kalkan partili kendini “genel başkan adayı” olarak görmeye başlamıştı. Kılıçdaroğlu’nun Ankara ile İstanbul arasında yaptığı yürüyüş, CHP içindeki “lider tartışmasını” tamamen bitirdi. Artık Türkiye’de ana muhalefetin tartışmasız lideri Kemal Kılıçdaroğlu. Kılıçdaroğlu’nun sabırla, kimseyi ötekileştirmeden, kendisine yapılan hakaretlere yanıt vermeden yaptığı bu uzun yürüyüş, sadece CHP’de değil, 16 Nisan referandumunda, içinde CHP’nin de olduğu “hayır” cephesinin de liderliğinin önünü açtı. En geç 2019’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde -istese de istemese de- Kılıçdaroğlu’nun adaylığı artık yadsınamaz somut bir gerçeğe dönüşmüş durumda.

CHP YENİDEN “DAVA PARTİSİ” OLDU: AKP’yi önce iktidara taşıyan, ardından da iktidarını mutlaklaştırmasına yol açan bir “davası” vardı. CHP’de ise bu eksikti. Şimdi OHAL’le yönetilen, TBMM’nin işlevsizleştirildiği, Cumhurbaşkanı’nın “tek karar verici” olarak öne çıktığı düzende, CHP’nin de bir “davası” oldu; bağımsız adalet ve çoğulcu demokrasi. Yürüyüş, bu “davayı” somutlaştırdı. Ortak dava, ortak eylem, yoldaşlığı, dayanışmayı güçlendirdi; CHP artık sadece CHP’lilerle değil, toplumun kendini ötekileştirilmiş hisseden, adalet ve demokrasi arayan tüm kesimleriyle “dava arkadaşı” haline geldi.

ARTIK “TÜRKİYE EŞİTTİR ERDOĞAN” DEĞİL: Uzun Adalet Yürüyüşü, Türkiye’de AKP yönetiminden hoşnut olanlar kadar -hatta onlardan daha fazla- hoşnut olmayanların da varlığını somut şekilde ortaya koydu. Son dönemde AKP, OHAL’den yararlanarak TBMM’yi işlevsiz hale getirdi; ikinci büyük muhalefet partisi konumundaki HDP’nin vekilleri ve belediye başkanlarının büyük bölümü hapse atıldı, terör kavramı olabildiğine genişletilerek gazeteciler ve akademisyenler için -deyim yerindeyse- bir “korku imparatorluğu” kurdu. Ancak bunların hepsi adım adım yapılıp, zamana yayıldığı için yankıları da fazla büyümedi, münferit kaldı. 26 gün boyunca Türk vatandaşlarının yollarda “Adalet” diye haykırması ise Türkiye’nin tek bir siyasi parti ve tek bir liderin öngördüğü “milli”, “terörist”, “ulusal çıkar” tanımına sığmadığını gösterdi. “AKP eşittir Türkiye” bakışını paylaşmayan Türk vatandaşları, yalnız olmadıklarını gördü. Yürüyüş dünyaya da, Türkiye’de desteği azımsanamayacak kadar fazla olan bir siyasi partinin/ hareketin, dolayısıyla alternatif bir muhatabın varlığını gösterdi.
Adalet Yürüyüşü’nün, Türkiye’ye ve Türk siyasetine, olumlu anlamda etkileri başladı bile.

“Geri adımlar” başladı“


Adalet Yürüyüşü” için iktidar kanadından kimse “Ülkenin adalet sisteminde sorun yok” diyemedi.
Bunun yerine, “Meclis’e dönün, adalet yollarda aranmaz”dan, “Yürüyüşçüler teröre hizmet ediyor”, hatta “Yürüyüşe katılanlar teröristtir”e varan tepkiler geldi (Bakan Tüfenkçi’nin “Biz o yolları teröristler yürüsün diye yapmadık” çıkışını unutmak imkansız).
Yürüyüşün doğrudan adalet sistemine herhangi bir etkisi henüz olmadı. Ancak AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın izlediği politikaya etkisi başladı bile.
Erdoğan, yürüyüşün artık on binlerle yapılmaya başladığı günlerde, hem Katar, hem Suriye konusunda tavrını esnetti; daha önceki radikal politikalarından geri adım sinyalleri verdi.
Mesela;
Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunun Suriye’den uzak durulması gerektiğini düşünmesine rağmen;
AKP ve saray sözcüleri ile yandaş basın, sanki yarın Afrin’deki PYD-YPG unsurlarına, sınırötesi bir TSK operasyonu yapılacak gibi konuşuyorlardı. Erdoğan son açıklamalarında, Mehmetçiğin Afrin’e girmesini “şarta” bağladı; “YPG’den herhangi bir tehdit gelmesi ihtimalinde Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile operasyon düzenleneceğini” söyledi.
Keza yine pek çok kesimin “Mehmetçiğin Katar’da ne işi var” eleştirisine karşılık, alay-ı vala ile yapılan üs anlaşmasından vazgeçilebileceğinin işareti geldi. Erdoğan, Katar’ın istemesi halinde, Mehmetçiğin Katar’a gitmesinden vazgeçilebileceğini söyledi.
Erdoğan bizzat Adalet Yürüyüşü konusunda bile, yürüyüşün ilk günlerinde takındığı tavrı “esnetti”; Kılıçdaroğlu yaklaşık bin kişiyle birlikte yürürken yaptığı, “tehdit” olarak yorumlanan “yargı yarın sizi de davet ederse şaşmayın” sözlerini bir kenara koydu. Yürüyüşün on binlerle yapıldığı son günlerinde, “Şiddet olmazsa, İstanbul’a yürünmesine izin veririm” dedi. (Elbette Cumhurbaşkanı’nın, Türkiye’de Anayasal olarak hâlâ bir Başbakan ve hükümetin varlığında, Adalet Yürüyüşü’ne izin konusunda birinci tekil şahıs fiil çekimi kullanmasının, “izin veririz” ya da “izin verilir” yerine “izin veririm” demesinin “dil sürçmesi” olduğunu varsayıyoruz...)
Kısacası;
Enseyi karartmayın. Umut bitmez bu güzel ülkede....

Adalet Yürüyüşü’nün isimsiz kahramanı


Adalet Yürüyüşü’nün fikir babası, lideri ve asıl kahramanı elbette Kemal Kılıçdaroğlu.
Ancak yürüyüş sırasında “isimsiz kahramanlar” da vardı; Bunlardan ilk akla geleni ise İzmir Milletvekili Musa Çam.
Sendika geçmişinden gelen Çam, yürüyüşün ilk gününden itibaren, kameraların ve gazetecilerin yoğun olduğu kafilenin ön bölümünden uzak durdu, arkada yürüdü. Henüz hiçbir düzenleme yapılmamış, hiçbir görev verilmemişken, kendi kendisini “düşenleri toplamakla” görevlendirdi.
Yürüyüş boyunca, her gün, hiç aksatmadan en arkada oldu; kızgın güneş ya da yağmurdan etkilenip, yürüyüş sırasında fenalaşanların, sakatlananların koluna girdi. Onlarla birlikte yürüdü; yürüyemeyecek olanlar için konvoya eşlik eden araçları durdurdu. Hatta bazen konvoya eşlik eden araç da bulamayınca, yolun solundan geçen, yürüyüşle hiç ilgisi olmayan araçları bile durdurup, fenalaşanların sağ salim mola yerine ve tıbbi bakıma ulaşmasını sağladı.
Musa Çam, yürüyüşün sessiz sedasız, isimsiz kahramanı oldu...