New York’ta Reza Zarrab’ın tutuklanmasıyla başlayıp, Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın yargılanmasına dönüşen davada duruşmalar sona erdi, karar jüriye kaldı.
Duruşmalarda neler olup bittiğini, kimin ne ifade verdiğini yazdık, çizdik.
Ancak mahkemeyi izlerken bir de “hissettiklerimiz” vardı.
Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıyan bir gazeteci olarak, 18 gün boyunca sabah 9.15’ten akşam üstü 14.45’e kadar süren oturumlarda, sürekli not tutarken, düşünmeye pek zaman yoktu. Ancak hissetmek her zaman baki...

Mesela..
Reza Zarrab kürsüye “işbirlikçi tanık” olarak çıkıp da, Türkiye’nin Bakanlar Kurulu üyelerine nasıl rüşvet dağıttığını anlatırken, kendimi çoğu zaman yere bakarken buldum. Bir Türk vatandaşı olarak utandım, Türkiye’nin seçilmiş, üst düzey yöneticileri hakkında New York’ta bir mahkeme salonunda böylesine suçlamalar duymaktan...
Ya da...
Zarrab, Halkbank eski Genel Müdürü Süleyman Aslan’a nasıl rüşvet verdiğinden bahsederken, gönderdiği parayı alıp almadığına ilişkin “misafir geldi mi” mesajlaşmaları salondaki ekranda herkesin okuyabileceği şekilde büyütülürken, dişlerimi sıktım sinirden.
Ama en yoğun duygum iğrenme oldu.
Özellikle Türkiye’den 17 Aralık operasyon belgelerini “nasıl çaldığını” -evet, kendi ifadesi çalmak-, FBI’dan aldığı 50 bin doları, kendisine ABD’de çalışma izni sağlandığını ballandıra ballandıra anlatan FETÖ firarisi eski komiser yardımcısı Hüseyin Korkmaz’ı dinlerken bulandı midem.
Arkasında Amerikan bayrağı bulunan ifade kürsüsünde siyasi nutuklar attı Hüseyin Korkmaz... Polis akademisini “3’üncülükle bitirdiğini” söyleyerek övündü uzun uzun.
Atilla’nın avukatı Todd Harrison tam da bu aşamada “FETÖ’cüler akademide soruları çalıyordu doğru mu?” diye sorduğunda, “Aferin” dedim içimden, “İyi çalışmış dersine avukat.”

Ama ilginçtir...
FETÖ’cü polise “Sizinkiler soruları da çalıyormuş” diye soran o avukatı, Todd Harrison’u tüm duruşma boyunca yerden yere vurdu Hakim Richard Berman.
Harrison, Korkmaz’a FETÖ’ye ilgili soru sordukça araya girdi hakim... Hatta savunmanın, FETÖ’cü polisin ifadesinin geçersiz kılınması, bu ifade nedeniyle davanın düşürülmesi başvurusuna yanıt verirken “profesyonel davranmamakla” bile suçladı Harrison’u.
Duruşmalarda kahkaha attığım anlar da oldu.
Özellikle Korkmaz’ın, 17 Aralık sonrasında çıkan tayin emri tebliğ edilmesin diye doktora koşup rapor aldığını anlattığı bölümde güldüm. Avukatlar çapraz sorguda kendisini bu rapor konusunda sıkıştırınca, “Ben gerçekten hastaydım” dedi Korkmaz... Ayrıntı da verdi: “Basurum zuhur etmişti.”
Çevirmen önce bir duraksadı. Kısa bir an düşündü “basur” nasıl söylenir İngilizce diye. Baktı bulamayacak, basur kelimesini İngilizce telafuz ediverdi, “beğ-sür” diye. Salondaki Türkler kahkaha atarken, Amerikalılar “beğsür” da ne ola ki diye anlamaya çalışıyorlardı.
Duruşmayı izlerken çok şaşırdığım anlar da oldu.
Özellikle, ABD’nin İran’a yönelik yaptırımların denetlenmesinden sorumlu resmi kurumu OFAC’ın eski Başkanı Adam Szubin konuşurken çokca şaşırdım. Szubin, Atilla’yla yaptıklarını iddia ettiği bir görüşmeyi anlattı uzun uzun. “Bir ara kendisini kenara çekip, Halkbank’ın İran yaptırımlarını deldiğinden şüphelendiğimizi söyledim” dedi. Atilla’nın avukatları hemen itiraz ettiler bu açıklamaya. Hakim Berman itirazı reddetti.

Ardından Atilla’nın savunma ekibinin başındaki avukat Victor Rocco, çarpraz sorguya aldı Szubin’i... Ve çok önemli bir soru sordu: “Duruşma öncesinde savcılıkla yaptığınız ön görüşmelerde, kenara çekip uyardığınız kişinin Halkbank Genel Müdürü olduğunu söylemişsiniz. Şimdi neden Genel Müdür Yardımcısı olan Atilla’nın ismini veriyorsunuz?”
Szubin önce sustu bu soru karşısında. Ardından da “Hayır, Atilla’ydı uyardığım” dedi.
Atilla’nın avukatları Szubin’in üzerine gideceklerdi ki, savcılık itiraz etti. Hakim de hemen savcılığı haklı buldu. Soru havada kalıverdi.
Şaşırdım... ABD’nin en üst düzey bürokratlarından biri doğruları söylemiyor muydu yoksa?
Nitekim, kapanış konuşmasında da Rocco, ağırlıklı olarak Szubin’e yüklendi. Bir Amerikan mahkemesinde, bir Türk bürokrat yargılanırken, doğrudan Amerikalı yetkiliye “yalan söylüyor” diyemedi Rocco. Ama lafı dolandırsa da, anlayan anladı bir şeylerin doğru gitmediğini.
Ve duruşmanın son merhalesinde hem kızdım, hem çaresizlik hissettim.
Jüriye, nasıl karar vereceklerini anlatan 60 küsur sayfalık “talimatname” duruşma salonunda okunurken kapladı içimi çaresizlik duygusu. Talimatnamede Atilla’nın itham edildiği suçlar öyle bir yazılmıştı ki, adeta jüriye “Bunu dinledikten sonra odaya girip tartışmanıza bile gerek yok. Suçlu kararını hemen burada veriverin” der gibiydi.

Jüri o talimatnameyle girdi karar odasına.
Ama belli ki, jüride de birileri o “talimatnameden” pek hoşlanmamış.
Çünkü jürinin, duruşma salonunda kararı bekleyen hakim, savcılar ve avukatlara “sarı zarf” içinde gönderdiği notlarda en çok soru, talimatnamede suçların tarif edilmesi konusunda oldu.
Nitekim, salonda jüriye ne cevap verileceği tartışılırken, zaman zaman gergin anlar da yaşandı. Hakim Berman’ın “Aslında talimatlar çok netti. Nesini anlamadılar ki” sözlerine karşılık Atilla’nın avukatı Cathy Fleming “Böyle şey olmaz” dercesine kafasını sallayınca, elbette hakimden uyarıyı alıverdi: “Sallamayın öyle kafanızı...”
Ardından da, konuşmak için ayağa kalkan Atilla’nın diğer avukatı Harrison’a çevirdi öfkesini Berman, “Hepiniz birden konuşmayın, sadece biriniz konuşun...”
Sonuçta jüri henüz Atilla’nın suçlu mu suçsuz olduğuna dair oybirliğine varamadı. Karar, 3 Ocak sonrasına kaldı.
Bize kalan ise “işbirlikçi tanık” olarak Zarrab’ın verdiği “rüşvet” ifadeleriyle...
50 bin dolar karşılığında Türkiye’den delil çalıp, Amerikan mahkemesine teslim eden, üstelik bir de bundan dolayı “övünen”, savcılığın “güvenilir kaynak” diye tanımladığı FETÖ’cü polis Hüseyin Korkmaz’ın duruşma salonunda attığı “siyasi nutuklar”ın yarattığı mide bulantısı oldu.
Salonda Türkiye’yle bir şekilde bağı olan, ülkesini seven herkes aynı şeyi söylüyordu duruşma çıkışında:
“Bu Zarrab’ı da, onun işbirlikçilerini de Türkiye’de Türk mahkemeleri yargılamalıydı. ABD mahkemesi değil...”