AKP’nin 14 yıllık iktidarında kavga edilmedik ülke kalmadı desek yeridir. Ancak iki ülke hariç: Suudi Arabistan ve Katar.
Recep Tayyip Erdoğan gerek Başbakanlığı döneminde, gerekse Cumhurbaşkanı olduktan sonra hem Suudi Kralı, hem de Katar Emiri ile yılda en az 3-4 kez yüz yüze, onlarca kez de telefonla görüştü-görüşüyor.
İlişkiler öyle bir noktaya vardı ki, “Sünni Müslüman NATO’su” ihtimalleri bile konuşulmaya başladı.
Ta ki, Katar ile Suudi Arabistan’ın arası açılana kadar.
Tüm dünya yaklaşık 10 gündür Suudi Arabistan/Birleşik Arap Emirlikleri/Bahreyn cephesi ile Katar arasında yaşanan büyük kavgayı konuşuyor.
Kavga, Katar’ın o ünlü El Cezire kanalı ile Ortadoğu’daki Suudi destekli tv ve gazeteler arasındaki söz düellosu ile somutlaşmış durumda.
Suudi bloğu Katar’ı Riyad’ın can düşmanı İran ile yakınlaşmakla; yine Mısır’daki Sisi yönetimi ve Suudilerin hiç hoşlanmadığı Müslüman Kardeşler’e destek vermekle suçluyor.
Katar ise El Cezire aracılığıyla Suudiler ve onun etrafındaki Körfez ülkelerini “İsrail ile müttefik olmakla”, ABD’nin kuklası haline gelmekle itham ediyor.
Suudilerin İran gerginliğini anlamak mümkün... Suudi Arabistan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde ciddi bir Şii azınlık yaşıyor. Ve bunların, İran’ın da desteğiyle yönetime başkaldırması an meselesi. Buna bir de, koskoca Suudi ordusunun yanıbaşındaki Yemen’de yıllardır süren Şii isyanını bastıramaması gerçeğini/gerginliğini de eklemek gerekir.
Katar’ın ise ülkedeki az sayıdaki Şii ile ciddi bir gerginliği bulunmuyor. Katar’daki Şiilere, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin aksine her türlü dini özgürlük sağlanmış durumda.
Bölgede iki taraf arasında olabildiğince “bağımsız” kalmaya çalışan Kuveyt ve Umman’ın araya girmesi bile işe yaramadı. Suudiler ile Katar arasındaki küslük, giderek düşmanlığa dönüşüyor.
Düşmanlık keskinleştikçe de Ankara’da Saray ve AKP Genel Merkezi’nde gerginlik artıyor. Kafalarda şu soru var:
Erdoğan’ın Rabia işaretiyle hâlâ selam göndermeye devam ettiği Müslüman Kardeşler’in yanında duran Katar’la mı birlik olmalı?
Yoksa, giderek ABD’deki Trump yönetimiyle de safları sıklaştıran, İran’ı da hedef tahtasına koyan Suudi Arabistan’la mı saf tutmalı?
Gerek Erdoğan/AKP’nin izlediği dış politika, gerekse Katar’ın Türk ekonomisi üzerindeki hakimiyetini şirket alımları ya da kredi sağlayarak artırması, Ankara’daki AKP iktidarını bugünlerde Katar’a meyletmeye zorluyor.
Ancak seçim Katar’dan yana olursa, günün sonunda hem ABD, hem de “kardeş” denilen diğer Arap ülkeleri tarafından “aşırı dinci teröre destek veren ülke” konumuna gelmek de var.
Bugünlerde Saray’da neden yüzler asık sorusunun yanıtı da işte bu...
AKP hükümeti, giderek krize giren Türk ekonomisini canlandırma çaresi ararken en büyük sermaye destekçisinden de olabilir.

İran “Acem oyunu” peşinde


Ortadoğu’da Sünni blok arasındaki kavga giderek kızışırken, elbette Tahran yönetimi de boş durmuyor.
Tam da Suudilerin Katar’ı “İran’la iyi ilişkiler kurmakla” suçladığı dönemde, İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Katar Emiri’ni telefonla aradı. Telefon konuşması konusunda Tahran’dan yapılan açıklamada ise Suudilerin sinirlerini daha da zıplatmak istercesine, “İran Cumhurbaşkanı ve Katar Emiri, bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin daha da geliştirilmesini konuştular” açıklaması yapıldı.
İran’ın ikinci hamlesi ise Suudi-Katar gerginliğinde arada kalmış durumdaki Türkiye’ye yönelik geldi.
Tahran yönetimi, PKK bölücü terör örgütünün İran kolu olarak bilinen PJAK’ın İran askerlerine saldırdığını, saldırıdan ise “Türkiye’yi sorumlu gördüklerini” açıkladı.
Dünya diplomasi tarihinde “oyun içinde oyun” yeteneğiyle anılan İran’ın, PKK’yla tüm gücüyle mücadele eden Türkiye’yi, örgütün İran ayağına destek vermekle suçlamasında da elbette bir “Acem oyunu” aramak gerekiyor.
Tahran yönetimi Sünni bloğunu bölmek için Katar’a yüklenirken, diğer yandan da PKK ile en büyük mücadeleyi veren ülkeyi, Türkiye’yi, PKK’nın İran kolu PJAK’a destek vermekle suçlayarak itibarsızlaştırmaya çalışıyor.
AKP ve Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin girdiği Ortadoğu bataklığı gün geçtikçe derinleşiyor.
Bataklığın Türkiye’yi yutması an meselesi. Yol yakınken, bataklıktan kendimizi çıkarıp, Atatürk’ün çizdiği ufka, çağdaş dünyaya yüzümüzü dönmemiz gerekiyor.

ANKARA FISILTISI

Erdoğan ve Trump’ın  “aidat” takıntısı


Donald Trump ABD Başkanı olduğunda, siyasi vaatleri, söylemleri, ülke yönetme biçimleri konusundaki benzerlik çok yazıldı çizildi.
Hem Trump’ın, hem de Erdoğan’ın medyaya yönelik çok benzer olumsuz sözlerinden...
Her iki liderin de dini söylemleri çokça kullanmalarına...
Ülke kalkınmasından bahsederken demokratik değerlerden değil yol, baraj, köprü inşaatlarından bahsetmeyi tercih etmelerinden...
“Mağdur” kesimlerin sözcüsü olacaklarına ilişkin iddialarına kadar pek çok benzer cümle alt alta koyuldu.
Bu benzerliğe son olarak bir de “aidat takıntısı” eklendi.
Erdoğan, Nisan 2016’da İstanbul’da düzenlenen İslam İşbirliği Örgütü zirve toplantısında, üye ülkelere adeta “aidat fırçası” çekmişti. O kadar ki, aidatlarını ödemiş ülkelerin isimlerini tek tek sayarak, ödememiş olanları ifşa etmişti.
Trump da NATO zirvesinde aynı şeyi yaptı.
NATO kuralları gereği üye ülkelerin gayrı safi yurtiçi hasılalarının en az yüzde 2’sini savunma bütçesine tahsis etmeleri gerekiyor. Ancak Avrupa ülkelerinde bu oran yüzde 1’lere kadar düşmüş durumda. NATO’nun ABD’den sonra en büyük ordusunu barındıran Türkiye’nin savunmaya ayırdığı bütçe bile yüzde 2’nin altında; yüzde 1.7 seviyesinde.
Brüksel’de yapılan son NATO zirvesinde de herkes Trump’tan, katıldığı bu ilk zirvede NATO’nun ortak savunma hedefinden, ortak düşmana karşı hep birlikte hareket etme ilkesinden bahsetmesini bekliyordu.
Ancak NATO antlaşmasının o ünlü 5. maddesine hiç değinmeyen Trump, konuşmasının büyük bölümünü “aidatlar”a ayırdı. Ülkelere, savunma bütçelerini ve NATO’ya katkılarını artırmak konusunda “ayar verdi”.