Kıbrıs’ta altı başlıkta yürüyen müzakereler, sanki tüm konularda uzlaşma olmuş gibi, tek bir meseleye kilitlendi; Türkiye’nin ada üzerindeki garantisi.
Bu başlığın anlamı şu; Türkiye’nin adadaki askerlerini çekmesi ve Kıbrıs’ta  Rumlarla Türkler arasında yeni olaylar yaşanması halinde, Türkiye’nin müdahale hakkının elinden alınması.
Batılıların, özellikle de Avrupalıların bu konudaki tezi şu: “Kıbrıs zaten Avrupa Birliği üyesi. Dolayısıyla, Türkiye’nin fiili garantisine gerek yok...”
Oysa konu Akdeniz’in tam ortasına yerleşmiş, üstelik Türkiye’ye çok yakın bir ada olunca, konuya daha geniş perspektiften bakmak gerekiyor.
Bakın Akdeniz’de son dönemde neler oldu:

- Suriye iç savaşı sayesinde Rusya, tarihi amacını gerçekleştirdi; Akdeniz’e indi. Rusya’nın Suriye’de kurduğu üsler, Moskova’yı Akdeniz güvenlik politikasının baş aktörlerinden biri haline getirdi.

- ABD, PYD-YGP ile girdiği ittifak aracılığıyla, henüz “koridor” haline getiremese de, Suriye’de üs sahibi oldu. PYD-YPG’nin kontrolünde bir “Kürt devletçiği/özerk bölgesi” kurulması halinde, ABD de Akdeniz bölgesinde üs/etkinlik sahibi olabilecek. Bu mesele, Washington’un İncirlik Üssü’ne bakışını da etkileyecek.

- Almanlar, Türkiye ile yaşanan gerilim sonrasında daha şimdiden Ürdün’de üs peşine düştüler.

- İngiltere ise zaten Kıbrıs’ta askeri üslere sahip. Üstelik Kıbrıs’a ilişkin her konu tartışılırken, Kıbrıs’taki İngiliz üsleri konusunun hiç gündeme gelmemesi, “dokunulmazlığı” da ayrıca kayda değer.
İşte Türkiye’nin Kıbrıs’tan asker çekmesi/garantörlüğünün sonlandırılması böyle bir ortamda görüşülüyor: Herkes Akdeniz’e yerleşirken, Türkiye’den Akdeniz’den çıkması bekleniyor...

“Uyum” yok, vatandaşlık var


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çıkışıyla Suriyelilere vatandaşlık verilmesini yine tartışmaya açıldı.
Tam da referandum konuşulurken, Erdoğan’ın bu konuyu yeniden açması hakikaten manidar; AKP döneminde hep yapıldığı gibi Suriyeliler konusu yine yanlış yere, “oy/seçim” başlığına kitlendi kaldı.
AKP’nin “Üç saatte Şam’da namaz kılarız” hamaseti içinde, Türkiye’ye sığınan Suriyeliler de hep “kısa sürede ülkelerine dönecek misafirler” gibi görüldü. Bu nedenle, bakmayın siz AKP’lilerin “milyonlarca Suriyeliyi misafir ediyoruz” övünmelerine:
Suriyelilerin Türkiye’deki durumu içler acısı. İşte özeti;

- TÜM ÖNLEMLER “GEÇİCİ”: Suriyelilere ilişkin devletin aldığı, sağlıktan eğitime, güvenliğe kadar tüm önlemler “geçici”.

- ÇOCUKLAR ARAPÇA EĞİTİM ALIYOR: Suriyelilerin Türkiye’de kalıcı olabilecekleri hiç düşünülmediği için, Türkiye’deki Suriyeli çocuklar hâlâ “geçici eğitim merkezleri”nde Arapça eğitim alıyorlar. Çoğu hiç Türkçe bilmiyor. Suriye müfredatına ait eski kitapları okuyorlar.

- ÇALIŞMA İZNİ “GEÇİCİ KORUMA” STATÜSÜNDEN: Suriyelilere tanınan çalışma izni bile, “geçici koruma statüsü” üzerinden verildi. Suriyeliler bu statüde kaldıkça, Türkiye’de mevcut sistemde vatandaşlık almaları mümkün değil. Yani Türkiye’de 5 yıl da, 15 yıl da kalmaları, kendilerine vatandaşlık başvurusu hakkı vermiyor. Üstelik bu çalışma izni Suriyelilere çok geç verildi. Dolayısıyla, Türkiye’ye gerçekten uyum sağlayabilecek kalifiye Suriyeliler, daha ilk günlerden itibaren Batı’ya kaçmanın yolunu aradı ve buldu. Çalışma izni verildiğinde, Türkiye’de kalifiye Suriyeli zaten çok az  kalmamıştı.

- AKP, “SEÇEREK ALMAYI” PLANLIYOR: AKP, kendi yarattığı bu krizden de, yine “kâr” çıkarmak amacıyla Suriyelileri “seçerek” almayı planlıyor. Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, bakanların tüm sözlerinden, kalifiye olan Suriyelilere Bakanlar Kurulu kararıyla “istisnai vatandaşlık” – tıpkı Reza Zarrab’a verilen gibi- verilmesinin planlandığı anlaşılıyor. Bunun ise  o çok övünülen “vicdanla” hiçbir ilgisi yok.

- AKP, SURİYELİLERE “MÜLTECİ” STATÜSÜ BİLE VERMEDİ: Üstelik şunu da unutmamak gerekiyor; Şimdilerde “vicdandan” bahseden AKP, seçerek vatandaşlığa alacağı Suriyelilere “mülteci statüsü” bile vermedi. Sığınmacı ile mülteci arasındaki fark, mülteciye “hukuki ve mali koruma” sağlanması. Yani mülteci statüsü alan kişinin sınırdışı edilememesi. Oysa Suriyeliler, “geçici koruma” yani “sığınmacı” statüsünde kaldıkça, hükümetin iki dudağı arasındalar. Yani saray danışmanı, AKP’nin Anayasa Profesörü Burhan Kuzu’nun “otobüslere doldurur göndeririz” çıkışları boş değil.
Kısacası;
Suriyeliler en başından beri AKP’nin yanlış politikalarının sonucunu çeken çaresiz, ama çok büyük, neredeyse 3 milyon kişilik bir kitle. Üstelik AKP’nin ve sarayın yanlışları şimdi de bu vatandaşlık tartışması/çıkışları ile devam ediyor.
Ülkenin akl-ı selim kesimine düşen ise; “Suriyelilere vatandaşlık verilsin mi, verilmesin mi” tartışmalarını bir kenara koyup; bu kişilerin Türkiye toplumuna, Türk toplumunun da Suriyelilere “uyumunun nasıl olacağını” tartışmak...

ANKARA FISILTISI

“Vekilim, kız kaçıracağım araba lazım...”


TBMM’de 550 vekil, son bir haftadır gece gündüz anayasa görüşüyor.
Saatler süren, sabaha karşı biten görüşmeler nedeniyle kimisi “Zombi gibi olduk” diyor, kimisi “Vekil miyiz, köle miyiz artık bilemiyoruz” diye yakınıyor.
Genel Kurul’da kimi zaman fiziksel itişmeye varan tartışmalar ise kulise geçildiğinde yerini sohbetlere bırakıyor.
En büyük sohbet konusu ise, seçmenlerden gelen inanılmaz istekler.
Seçmenin oğluna/kızına iş, hastanede yatak, öğrenciler için yurt talepleri rutin istekler. Ama bir de “rutin olmayan”, son derece sıradışı talepler geliyor seçmenden vekillere.
Bakın neler istemiş seçmenler;
Bir vekil anlatıyor: “Sabaha karşı telefonum çaldı. Arayan, ‘Ben size oy verdim vekilim’ diye başladı. ‘Sizden bir talebim var’ dedi. ‘Hayırdır’ deyince, ağzındaki baklayı çıkardı; ‘Kız kaçırdım, kentten ayrılmaya araba lazım. Vekillerin arabalarını polis aramıyormuş. Arabanızı bir gönderiverseniz...’”
“O da bir şey mi” diye söze girdi sohbetteki diğer vekil ve anlattı;
“Seçmenlerimden biri bana telefon edip ‘Bundan sonra sana oy yok’ dedi. ‘Neden’ diye sordum, yanıt verdi; ‘Buzağım öldü. Bir başsağlığı dilemedin...’ O hafta sonu arayan seçmenin köyüne gidip, bizzat başsağlığında bulundum da barıştık...”
Bir başka vekilin seçmen talebine ilişkin anısı da oldukça sıra dışıydı;
“Telefonum çaldı, bir grup genç arıyor: Sayın vekil, belediyenin işlettiği plaja gideceğiz. Ama damsız almıyorlarmış. Siz şu belediye başkanını bir arasanız...”
Çılgın talepler art arda anlatıldı:
“Düğün salonu sahibi sizin partiliymiş. Bir telefon etseniz de indirim yapsa...”
“Cep telefonu alacağım ama satan şirkete güvenilir mi? Ya bozulursa. Sayın vekil siz gidip bir firmayı kontrol etseniz...”
Vekilliğin bir de bu yönü var...