2016 yılının son günlerinde dünyada, deyim yerindeyse “çarşı karıştı.”
ABD Başkanı Barack Obama, görev süresinin son bir ayı içinde, 8 sene boyunca atmadığı adımı attı ve Rusya’ya resmen “yaptırım” kararı verdi.
35 Rus diplomatı da “istenmeyen adam” ilan edip, sınırdışı kararı veren Obama, sadece 20 gün sonra görevi devredeceği Donald Trump’ın kucağına “ateşten bir top” bırakmış. oldu.
Başkanlık sistemi işte böyle bir şey; ABD gibi, sistemin en iyi işlediği ülkelerde bile Başkan, milletin oyuyla seçilmiş halefine gider ayak böylesine kötü sürprizler yapabiliyor.
Soru şu;
ABD’de yaşanan, görevdeki günleri sayılı olduğu için “topal ördek” sayılan Başkan’ın yaptığı bu hamlelerin benzerlerinin Türkiye’de de yaşanabileceği, TBMM’de “Cumhurbaşkanlığı” adı altında “Başkanlık” sisteminin oylandığı bugünlerde acaba hiç düşünüldü mü?
Başkanlık sistemine geçişten sonra, seçimi kaybeden ya da seçimi kaybedeceğini hesaplayan Cumhurbaşkanı neler yapabilir?
TBMM’deki anayasa paketine bakarsak, o kadar çok şey yapabilir ki.
Mesela, görevi bırakmayabilir.
Anayasa paketinde Cumhurbaşkanı’na olağanüstü hal ilan etme yetkisi veriliyor. Üstelik olağanüstü hal boyunca, normal zamanlarda çıkarmasının yasak olduğu, temel insan hakları ve özgürlükleri ile siyasi alanda “kararname çıkarma” hakkı da tanınıyor. Üstelik, Cumhurbaşkanı’nın çıkardığı bu kararnameler TBMM’nin önüne ancak 3 ay sonra geliyor.
Şöyle bir senaryo düşünün;
İkinci kez Cumhurbaşkanlığı görevine aday olan Cumhurbaşkanı seçimi kaybedebileceğini hesaplayıp, olağanüstü hal ilan ederse ne olur?
Seçim yapılmış ve kaybetmişse, görevi teslim etmeyebilir; “ülkenin içinde bulunduğu şartlar...” gerekçeli bir siyasi kararnameye bakar.
Seçim yapılmamış ve kaybedeceğini anlamışsa, seçimleri iptal edebilir; Yine “içinde bulunduğumuz olağanüstü koşullar...” diye başlayan bir kararnameye bakar.
En az üç ay ülkeyi tek başına yönetmeye devam edebilir.
Üstelik bu üç ay içinde, siyasi partileri kapatmaktan, siyasilerin ve vatandaşların mallarına el koymaya kadar her türlü yetkisi olur. Olmayan yetkilerini de, yine siyasi kararnamelerle çıkarıverir.
Üç ay dedik ama, o süreyi de uzatmak mümkün. Ne de olsa koşullar “olağanüstü”.
Malum; Cumhurbaşkanı ve TBMM aynı gün seçiliyor. Bu durumda, halkın oylarının çoğunluğunu almış Cumhurbaşkanı’nın partisinin de TBMM’de çoğunluğa sahip olması büyük ihtimal. Olağanüstü hal, Partili Cumhurbaşkanı’nın partisinin çoğunlukta olduğu TBMM’ye geldiğinde, onaylanıp uzatılması da pek ala mümkün.
Koşullar oluşup da, görevi bırakmak istemeyen o Cumhurbaşkanı yeniden seçileceğini kestirene kadar da bu düzen devam edebilir.
Türkiye gibi çatışmayla, savaşla anılan bir coğrafyada bulunan bir ülke için, “olağanüstü hal” bahanesi bulmak da, bunu sürdürmek de çok zor olmasa gerek...

Türkiye kimlere garantör oldu?


Suriye’de Esad rejimi ile muhalifler arasında ateşkes ilan edildi. Türkiye de, Rusya ile birlikte buna “garantör” oldu. Ateşkes, Suriye’de BM’nin resmen “terörist” ilan etmediği tüm grupları kapsıyor.
Durumu daha iyi anlamak için, bu diplomatik ifadeleri biraz açmakta fayda var;
n BM’nin resmen terörist ilan ettiği gruplar IŞİD ve El Nusra. Bunlar ateşkese dahil değil. Bu kısım çok net
n Net olmayan ise, BM’nin “terörist” demediği, ancak Türkiye’nin “terörist” ilan ettiği Suriyeli Kürtlerin durumu. Açıklanan ateşkes metninde, Ankara’nın “PKK terör örgütünün devamı” olarak nitelendirdiği PYD-YPG, ya da bu örgütün büyük bileşeni olduğu, Suriye’nin kuzey bölgelerini kontrol altında tutan Suriye Demokratik Güçleri’ne ait herhangi bir ibare yok. Eğer bu gruplar da ateşkese dahilse, onların “garantörü” kim oluyor? Türkiye mi, Rusya mı, ikisi birden mi?
n Esad rejimi ile AKP hükümetlerinin durumu malum; Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, AKP’lilerin tümü Esad’dan “katil-diktatör” gibi sıfatlarla bahsediyor. Türkiye’nin ateşkes anlaşmasına “garantörlüğü” Esad’ı da kapsıyor mu? Yoksa burada da Rusya ile -Esad sana, cihatçılar bana gibi- bir “garantörlük bölüşmesi” mi yapılmış durumda?
n Tabi bir de İran destekli Hizbullah’ın durumu var; İran süpriz bir şekilde Suriye ateşkesine “garantör” olmadı. Bu durumda Hizbullah’ın “garantisini” kim veriyor? Türkiye mi? yoksa Hizbullah da mı Rusya’nın payına düşüyor?
n Bu “garantörlük” nasıl işleyecek? Eğer Suriye’deki gruplardan biri ateşkesi ihlal ederse, Türkiye ya da Rusya buna ayrı ayrı mı, birlikte mi müdahale edecekler? Türkiye Hizbullah’a “garantör” sıfatıyla müdahale edip de, İran’la karşı karşıya gelmeyi göze alır mı?
n Eğer Esad güçleri ateşkesi ihlal ederse, Rusya, kendisine Suriye’nin kapılarını sonuna kadar açmış, kurduğu üslerle Akdeniz’e iyice yerleşmesini sağlamış olan Esad rejimine karşı silah kullanır mı? Kendi müdahale etmezse, Türkiye’nin müdahale etmesine izin verir mi?
n Bu soruyu bir de tersten soralım; Türkiye-Katar-Suudi Arabistan destekli cihatçılar ateşkesi ihlal ederse, Rusya da “garantör” sıfatıyla onlara müdahale ederse ne olur? Türkiye’nin bugüne kadar besleyip büyüttüğü, koruduğu gruplar göz göre göre Rus ateşi altında bırakılır mı? Yoksa Rusya’nın müdahalesine karşı mı konulur?
Failleri kim olursa olsun; Moskova düşürülen Rus uçağı ve Rus Büyükelçisi olaylarında kartlarını kendi çıkarlarına uygun oynadı. Ankara’nın Moskova’ya karşı eli, hiç olmadığı kadar güçsüz
Moskova’ya karşı Ankara’nın içinde bulunduğu bu durum, elbette Türkiye’nin Suriye ateşkes anlaşmasındaki “garantörlüğünü” de doğrudan etkileyecektir.
Fırat Kalkanı Harekatı’nın geleceği bile bu açıdan okunmalı;
Türk Silahlı Kuvvetleri El Bab’ı alacak. Peki “garantörü” olduğu ateşkes anlaşması siyasi çözüme dönerse, burayı ne kadar tutabilecek?

ANKARA FISILTISI

ABD Büyükelçisi bavul mu topluyor?


ABD’deki Başkanlık seçimlerinin ardından gözler Yeni Başkan Donald Trump’ın ilk yüz gününe çevrildi.
ABD’de ilk yüz gün, yeni Başkan’ın izleyeceği politikaların temellerini atması açısından önemlidir. Başkan bütçeyi hazırlar, kabinesi ve çalışacağı devlet görevlilerini bu dönemde atar.
ABD’de her yönetim değiştiğinde, sadece hükümet üyeleri değil, yaklaşık 4 bin devlet yöneticisi de değişir.
Değişenlerin başında da büyükelçiler gelir.
Ankara kulislerinde, ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass’ın da bu yüz gün içinde değişecek isimler arasında olduğu konuşuluyor. Bass’ın en geç mayıs ayına kadar değiştirileceği kulislerde sıkça dile getiriliyor.