Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov ile pazar günü restorasyonu tamamlanan Balat'taki "Demir kilise" olarak bilinen Sveti Stefan Kilisesi'nin açılışını yapacak.

1898 yılında Haliç kıyısına inşa edilen ve tamamı demirden yapılmış Sveti Stefan Kilisesi'nin restorasyon çalışmalarında sona erdi.

Tamamen demirden oluşan ve kalan tek demir kilise olma özelliğini taşıyan Balat'taki Sveti Stefan Kilisesi, 9 yıl önce restorasyon için kapatılmıştı. İhale süreci ve 7 yıl süren kapsamlı restorasyonun ardından kilise Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov'un bu pazar günü katılacağı törenle, yeniden kapılarını açacağı öğrenildi.

KAYMA DURDURULDU


Zeminin yumuşak olmasından dolayı yıllardır devam eden çökme sorununun, betonla güçlendirilerek ve çelik kolonlar yenilenerek durdurulduğu belirtildi.

BULGARİSTAN BAŞBAKANI: TAM BİR ŞAHESER


Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, Türkiye'nin mali yardımıyla restore edilen Demir Kilise'nin bir şaheser olduğunu belirterek, "Boğaz'dan, nereden geçersen geç, altın haçlar her taraftan görünüyor" dedi.

Başbakan Borisov, kilisenin yeniden açılmasını kastederek, "Bence bu, AB'nin en büyük komşusuyla ilişkilerin normalleşmesi için ek bir köprü olacaktır" ifadelerini kullandı.

OSMANLI TOPRAKLARININ İLK PREFABRİK YAPISI


Avusturya’da Vagner Firması’na yaptırılmış tamamen sökülebilir özelliği olan bu kilise evvela firmanın bahçesine kurulmuş ve bilâhare sökülerek İstanbul’a nakledilmiş ve bir kez daha burada monte edilmiştir.

Haliç’te demirden inşa edilen Aziz Stefan (Sveti Stefan) Kilisesi birçok mimari özelliğinin yanı sıra Osmanlı toprakları üzerindeki ilk prefabrik yapı olma özelliğini de taşır. Başbakanlık Arşiv Belgeleri’ne göre; Sveti Stefan Kilisesinin açılış günü 20 Eylül 1898’dir.

Araştırmacı Yazar ve Müzisyen Bojidar Çipof, kaleme aldığı bir makalesinde Demir Kilisenin öyküsünü şöyle anlatıyor:

Bu yapı, Türkiye’deki ilk prefabrik pre yapı olma özelliğini de taşımaktadır865 yılında Bulgar Çarı (Knyaz) 1.Boris Bulgarları vaftiz etti ve beş yıl sonra da Bulgarların dinsel egemenliğini ilân etti. Bu suretle, 4 Mart 870 tarihinde Bulgar Kilisesi tarihteki yerini aldı. Bu; Bulgarların, Bizanslılarla büyük bir mücadele içinde oldukları bir zaman dilimidir.

Boris’in oğlu Çar Simeon Aheloy Nehri kıyısında, Bizans’a karşı kazandığı zaferden sonra (Ağustos 917) kendisini “Bulgarların ve Bizanslıların Kralı” ilân etti ve Bulgar Kilisesi’nin statüsünü “Patriklik” seviyesine yükseltti. Bu süreç, 1018 yılında, Bulgaristan’ın tekrar Bizans egemenliği altına girdiğinde “Bulgar Patrikliği”nin lağvedilmesi ile sonlandı.

1235 yılında Çar 2.İvan Asen’in tahta geçmesi ile merkezi “Tırnovo” olmak üzere, Bulgar Patrikliği yeniden canlandırıldı. 14. Asırda Bulgar Devleti’nin bağımsızlığı sona ererek Osmanlı İmparatorluğu’na katılınca (1416-1438) Tırnovo Patrikliği’nin yine sonu geldi ve Bulgarlar dinsel açıdan bu kez İstanbul’daki Rum Patrikhanesi’ne bağlandılar.

19.Yüzyılın birinci yarısında İstanbul’da yaşayan Bulgarların en önemli iş merkezleri; Balkapan Han, Kurşun Han, Zümbük Han gibi hanlar olmuştur. Bulgarların çok sayıda loncaları bulunuyordu ve “çorbacı” tabir edilen zengin tüccarların sayısı da hayli fazlaydı. İşte bu zaman diliminde İstanbul’da bağımsız bir Bulgar Kilisesi kurmak fikri cemaat arasında yeniden doğdu. Bu fikrin babası, Arhimandrit Neofit Bozveli şöyle demektedir: (Arhimandrit=Episkopostan alt bir dini rütbe.)

“Burada bir merkez ve bir kilise inşa edilmelidir, faaliyet gösterecek olanlar burada padişahın gözü önünde olmalıdırlar; Fener ruhaniliği burada patrikhanenin yuvasında yenilgiye uğratılmalıdır.”

Neofit Bozveli’nin ölümünden sonra 1849 yılında, Stefan Bogoridi’nin Haliç’teki eski evinin arsasını Bulgar Cemaati’ne hibe etmesi üzerine, İstanbul’da bir kilise inşasının hayali alevlendi.

Bir yandan sarayda söz sahibi ve padişah ile yakın dost olan, fakat öte yandan tamamen Rumlaşmış (Grekofil) ve Osmanlı Tarihi sürecinde; Stefanaki Paşa ya da Aleko Paşa diye bilinen bir Bulgar olan Stefan Bogoridi, Rumların soydaşlarına yaptığı baskılardan rahatsız olmaktadır. Bogoridi bu vicdan azabıyla Bulgarların lehine bir takım girişimlerde bulunmaya başladı ve nitekim 18 Eylül 1848’de padişaha bir mektup yazarak İstanbul’da yaşayan Bulgar Cemaati’ne mahsus bir papaz evi kurulması için müsaade istedi. Stefan Bogoridi’nin mektubuna, 23 Eylül 1849 (6 Zilkade 1265) tarihli padişah iradesi ile izin verildi. (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:18, Lef 1. Egzarh Yosif 1889 yılında aynı yere yeni bir kilise yapımı için müsaade için Bab-ı Ali’ye müracaatta, bu müsaadenin 8-17 Ekim 1849’da (Evahir-i Zilkade 1265) verildiğini belirtmektedir.)

Stefan Bogoridi, şu anda üzerinde “Demir Kilise”nin (Sveti Stefan) bulunduğu, kendi mülkü ve üzerinde kendi evi bulunan arsayı papaz evi yapımı için bağışlayınca, 9 Ekim 1849’da papaz evi ya da küçük kilise denilen eski ahşap ibadethane, 23 Ekim 1849’da yapılan törenle Arhidyakon Stefan (Aziz Stefan) adı ile takdis edildi. (Bir kilise kutsanması esnasında o kiliseye verilecek adın, bir aziz adı olması gerekir. Burada Aziz Stefan adının seçilmesindeki maksat; Stefan Bogoridi’yi de çağrıştırması ve onun da anılmasının sağlanması amacını taşımaktadır.)

Hemen sonrasında ise karşısında, rahiplerin kalacakları “Metoh Binası”nın inşasına başlandı. 14 Mart 1850 tarihli toplantıda İstanbul Bulgarları Kilise ve Metoh’u “Milli Mülk” olarak ilan etiler. Bunun ardından da “Bulgar Kilise Cemaati” resmen kuruldu. (Metoh Binası; İstanbul’dan geçen Bulgarların konuk edilebileceği 3 katlı ve 25 odalı taş bir bina olarak bir süre sonra tamamlanmıştır. Bina üzerinde bu gün de muhafaza edilmiş ve binayı boydan boya saran, Slavca bir yazı ile Padişaha teşekkür vardır.)

Kırım Savaşı’ndan sonra 1856 yılında verilen “Hattı Hümayun Fermanı” Bulgarlara kanuni mücadele olanağı da verdi ve bundan sonraki 14 yılda yaşananlar kilise bağımsızlığının kazanılmasında etken oldu. Bunlardan 1860’da, 3 Nisan Paskalya Bayramı’nda yaşanan bir olay çok önemlidir. O gün tarihi ahşap Sveti Stefan Kilisesi’nde Episkopos İlarion Makariopolski, Rum Patrikhanesi’ne olan bağımlılığı ret ederek, Bulgar Kilisesi’nin bağımsızlığını ilan etmiştir. 3 Nisan 1860’da yapılan bu Paskalya Ayini’nde, Rum Patriği’nin adının anılması gereken bölüme gelindiğinde halk bir ağızdan şöyle bağırmaya başladı:

“Patriği anma Sultanı an ... Patriği anma Sultanı an ...”

(Bulgar Paskalyası ya da Çarigradski Viligden olarak tanımlanan gündür.)

Bunun üzerine İlarion evvela Sultanı ve daha sonra Rum patriğini anmadan bütün eski Bulgar Ortodoks piskoposlarının adını andı ve bu hareket ile Rum Patrikhanesi’ni artık tanımadığını ilân etti. Bu ayinden hemen sonra karşıda bulunan Metoh Binası’nın balkonunda gençler Sultan onuruna yazılan ve bestelenen bir şarkıyı okudular. İstanbul’da bulunan Bulgarlara ait 33 esnaf loncası da binlerce imzalı bir mazbatayı saraya yollayarak durumdan Osmanlı Hükümeti’ni haberdar etti ve Padişah’a bağlılıklarını sundu.

Diğer şehirlerdeki piskoposlar ve aynı amacı destekleyen cemaat ileri gelenleri, İstanbul’da bir “Karma Ulusal Konsey” oluşturdular. Bu arada bazı siyasi parti oluşumları da faaliyetlerini arttırdılar. Bunlardan en önemlisi, başında İlarion Makariopolski ile Dr. Stoyan Çomakof’un olduğu “Ulusal Hareket Partisi”dir. Halk, cemaat toplulukları, entelektüeller ve demokrasi yanlıları da onları desteklemişlerdir.

Diğer guruplar şunlardır:

Nayden Gerov, Todor Burmov gibi mülayimler,

Gavril Krısteviç, Tıpçileşov Kardeşler, İvanço Hacıpençoviç v.s gibi Osmanlı taraftarları,

Dragan Tsankov, Dr. Georgi Mirkoviç v.s gibi Batı yanlıları.

Hepsinin ortak arzuları kilise probleminin Bulgar Ulusu yararına neticeye vardırılması olsa da. 19. Yüzyıla gelindiğinde Bulgarların açısından iki farklı hareket yan yana ilerlemeye başladı. Bunlardan biri Fransız İhtilali’nin ardından yayılan milliyetçilik akımlarının, Balkanlarda da zuhur etmesi ve Bulgarlar arasında Osmanlı yönetiminden ayrılarak bağımsız bir Bulgaristan kurma düşüncesiydi. Diğer bir akım ise Osmanlı’dan ayrılmayı düşünmeden, hatta Osmanlı’nın ve de Sultan’ın desteği ile Rum Milleti içinde telakki edilmekten kurtulmaktı. Bu bir anlamda dinsel, diğer anlamda ise Patrikliğin cismani yetkilerinden kurtulmaktı. Rum despotların topladığı vergiler, Bulgar Dili’ne olan baskı ve bu baskı neticesinde kiliselerde Yunanca ibadet etmeye zorlanma ile Bulgarların okullarda da Yunanca eğitime zorlanmaları başlıca sıkıntılardı. Bulgarlar özetle; Rum Patrikhanesi’nden bağımsız bir kilise çatısı altında idare edilmek isteğindeydiler. Bulgarların patrikhanenin idaresinden kesinlikle ayrılma eğilimine girmeleri ve büyük bir kilise inşa etmek üzere padişaha bir dilekçe vermek üzere hazırlık yapmaları, Rum Patriği Kirilos’u da harekete geçirdi ve Bulgarların dostluğunu kazanmayı amaçlayan bir yaklaşımla bu istidayı bizzat
kendisi saraya götürdü.

27 Şubat 1870 Cuma günü, Sultan Abdülaziz, Patrikhaneden bağımsız bir kilise kurulmasını sağlayan “Ferman”ı imzaladı. Ertesi gün, 28 Şubat Cumartesi, Todor Günü, Veziriazam Ali Paşa, Bulgar heyetini temsil eden Gavril Krısteviç ve İvanço Hacıpençoviç’e ve Rumlardan oluşan bir heyeti makamına çağırarak Padişah fermanının birer kopyasını iletti.

Ertesi gün, 1 Mart 1870, Ortodoksluk Bayramı’nda, Haliçteki eski ahşap kilise ve bahçesini mutlu bir cemaat doldurmuştu. Ayinden ve şükran duasından sonra İlarion Makariopolski halka şöyle hitap etti:

”3 Nisan 1860’da ulusal ve dinsel bağımsızlık hareketimizi doğduğu kutsal bir gündür. Bu gün ise 1 Mart 1870 çok daha önemli ve kutsal bir gündür. Halkın arzusunun gerçekleştiği gün, Sultan Fermanı ile her şeyin neticeye bağlandığı, noktanın konduğu gündür. Hasat yapmak, tohum ekmekten daha tatlıdır. Ümit ile tohum eken, hasadını da yapar. Evlatlarım, biz 3 Nisan 1860 günü tohumumuzu ektik, bu gün 1 Mart 1870 meyvemizi alıyoruz. İşte bu ferman evlatlarım, yüksek idare tarafından dün Bulgar Halkına verildi.”

İlarion Makariopolski aynı anda; deri bir kılıftan fermanı çıkartarak cemaate gösterdi. İstanbul Bulgarları sevinç gösterileri yaptılar. Herkes “Yaşasın Sultanımız, yaşasın onun vekilleri, yaşasın İlarion Makariopolski” diye bağırıyorlardı.

Hemen her tarafa kutlama telgrafları gönderildi. “Milli kilisemiz kutlu olsun. Kilise meselemiz bizim lehimize halledildi.” Sultan’a ve Babıali’ye kilise olarak ve tüm loncalar birer teşekkür telgrafları gönderdiler.

Eylül 1858’de verilen bir fermanla kilise inşaatı için izin alındı. Bir yıl sonra, 25 Ekim 1859’da yapılan bir törenle, bu günkü Demir Kilise’nin bulunduğu yere temel atıldı. Törene Fener Rum, Kudüs, İskenderiye ve Antakya patrikleri de katılmışlardır. Bir süre sonra zeminin sağlam olmadığı ve kaydığı ortaya çıkacak ve inşaat işi duracaktır. Zemine buharlı bir şahmerdan kullanılarak, birkaç yüz adet çam ve meşe kazık çakılarak sağlamlaştırılma yoluna gidilmiş fakat bundan kesin bir sonuç alınamamıştır. Bu arada kilise yapımı için toplanan para da bitti ve temelleri zemine kadar atılmış bir şekilde kilise inşaatı yarım kaldı.

Yıllar geçtikçe Rum ve Bulgarlar arasındaki anlaşmazlıklar daha da arttı. 1869 yılına gelindiğinde; bu çok uzayan mücadeleden ve kilise kavgalarından artık rahatsızlık duyan Bab-ı Alive Ali Paşa meseleyi ele aldılar ve önemli bir adım atarak 1869 yılında Rum ve Bulgarlardan itibarlı kişileri bir araya getiren bir komisyon kuruldu. Ortaya çıkan mazbatanın maddelerine patrikhanenin itiraz etmesine rağmen bu mazbata Ali Paşa tarafından 5 Mart 1870’de Babıâli’ye sunuldu. Meseleyi bir ferman ile çözmeye karar veren Sultan Abdülaziz de 6 Mart 1970’de Bulgarlara müstakil bir kilise kurulmasını, ruhani ve idari açıdan patrikhaneden ayrılmalarını kabul etti. (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:104’den naklen.

Nihayet 11 Mart 1870’de (8 Zilhicce 1286) 11 maddeden oluşan “Bulgar Eksarhlığı Fermanı” kabul edildi. (Başbakanlık, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 14 Kasım 1996 tarihli Bojidar Çipof’a hitaben verilen cevabi mektuptan alıntı.)

27 Şubat 1870 tarihli ferman ile 15.Asrın başlarında kaybedilmiş olan Bulgar Kilisesi’nin bağımsızlığı tekrar tescil edilmiş oldu. Bazı çevreler; fermanın temelde Bulgar Kilisesi’ne “Otonomi” tanıdığı, Babı-Ali’nin ruhani bir problemi çözmeyi denediği, Bulgarların Ortodoksluktan koptukları ve İstanbul Patrikhanesi’nin önderliğini kabul etmedikleri anlamında algılandı. Ancak ferman hukuki bir vesika olarak analiz edildiğinde 1856-1870 dönemi içinde yaşananlar da göz önünde bulundurulduğunda, bunun doğru olmadığı anlaşılmaktadır.

Böylece Babıali, İmparatorluğun genel refahı ve ikbali için, aynı din mensubu Bulgarlar ve Rumlara hakkaniyetli davranıyordu. Fermanda, Türk tarafından, herhangi bir antikanonik durum yoktur. (Kanon=Kilise yasaları.) 1867’de Rum Patriği 6. Grigorios tarafından hazırlanan bir proje ile yine kendisi tarafından revize edilmiş olan Bulgar-Rum Komisyonu’nun 1869 tarihli projesi de fermanda temel olarak alınmıştır.

Fermanın, 4. 6. ve 7. maddelerine göre Bulgar Egzarhlığı’nın İstanbul (Fener Rum) Kilisesi ile doğrudan münasebeti olmaktadır. Fermanın diğer maddeleri de kilise kanonları ve faaliyetleri ile ahenk içindedir. Sadece 10. Madde Rum Patrikhanesi için -kendilerince- bir engeldir. Bu madde Bulgar Egzarhlığı’nın dinsel faaliyet sahasını belirlemekte ve aşağıdaki şu episkoposlukları kapsadığını belirtmektedir:

Ruse, Silistra, Şumen, Tırnovo, Sofya, Vratsa, Loveç, Vidin, Niş, Pirot, Köstendil, Samokov, Veles, Varna (kısmen), Sliven Sancağı, Sozopol Kazası, Filibe (kısmen)

8 Mart 1870 günü Ortaköy’deki Egzarhlık Binası’nda (Kiralanan bir Musevi evi) getirdiği bir muvakkat karma kurul oluşturuldu:

Siviller: Gavril Krısteviç, Hacı İvanço Pençoviç, Georgi Çaloğlu, Hacı Nikola Minçoğlu, Dr. Stoyan Çomakov, Dr. Hristo Stambolski, Hristo Tıpçileşkov, Dimitır Geşoğlu, St. Kamburov, Velyu Mişoev

Din adamları: İlarion Lovçanski, Paisiy Plovdivski, Pamaret Plovdivski, Antim Vidinski, İlarion Makariopolski

Bu kurul 30 Mart 1870 günü Sultan “İradesi” ile onaylandı. Kurulun birincil görevi; Bulgar Egzarhanesi’nin idaresi için bir tüzük projesi hazırlamaktı. Böylece Gavril Krısteviç tarafından amaçla kaleme alınmış olan bir tüzük taslağı, temel olarak alındı. 27 Eylül 1870’de bu muvakkat kurul, tüzüğün hazırlığını bitirdi ve bir broşür halinde bastı. Aynı zamanda Bab-ı Ali de bu tüzük taslağını görüşmek, kabul etmek ve Egzarhı seçmek üzere İstanbul’da bir ulusal dini kurultayın toplanmasına izin verdi.

1871 Ocak ayından itibaren seçilen delegeler İstanbul’a gelmeye başladılar. Hazırlık mahiyetindeki birkaç toplantıdan sonra 23 Şubat 1871 günü, “Ulusal Kongre” törenle açıldı. Bu kongreye 11’i din adamı, 39’u sivil olmak üzere toplam 50 kişi katıldı. Kongrenin başkanlığına en yaşlı episkopos olan İlarion Lovçanski, sekreterliğe de Marko Balabanov seçildiler. Toplam 37 içtimadan sonra 14 Mayıs’taki oturumda “Bulgar Egzarhlığı”nın tüzüğü kabul edilip imzalandı. Kongre, Egzarhı seçmek için ise 2 ay netice alamadan bekledikten sonra, 24 Temmuz 1871 tarihinde sona erdi.

Egzarhlığın tesisinde; Osmanlı Devleti de yardımcı/yol gösterici olmuştur. 11 Şubat 1872’de toplanarak Egzarhı seçmelerini istemiş, hatta dayatmıştır. Ertesi gün seçim yapılmış ve 2 ay sonuç alamadan çalışan kurul bu kez biraz da kerhen, en yaşlı metropolit olan İlarion Lovçanski’yi ilk Egzarh olarak seçti. Ancak Bab-ı Ali’nin ve bazı politik çevrelerin baskısı sonucu Lovçanski derhal istifasını verdi ve 16 Şubat’ta yapılan ikinci seçimde Vidin Metropoliti Antim Egzarh olarak seçildi. 23 Şubat’ta Bab-ı Ali bu seçimi onaylamış ve 17 Mart 1872’de görevini üstlenmek üzere Egzarh Antim İstanbul’a gelmiştir. 1876 Nisan’ındaki başarısız Bulgar ayaklanmasından sonra Egzarh Antim fazlaca öne çıktı ve bu Osmanlı Hükümeti’nin hoşuna gitmedi ve uzaklaştırılması istendi. 12 Nisan 1877 tarihinde Egzarhlık makamından indirilerek Ankara’ya sürgüne gönderildi.

24 Nisan 1877’de Ortaköy’deki Egzarhlık merkezinde toplanan 3 metropolit ve 16 sivilden oluşan seçici kurul, Loveç Metropoliti Yosif’i (1840-1915) yeni Egzarh olarak seçti ve Padişah bu seçimden memnun olarak kendisine “Birinci Rütbe Mecidi Nişanı”verdi. (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, İrade-i Hariciye, No:16616 ve 166637’den naklen.)

Egzarh Yosif; çok güç bir dönemde Bulgar Kilisesi’nin başına geçmiştir. Çünkü Türk-Rus Savaşı başlamış ve Bab-ı Ali’nin Egzarhlıktan memnuniyetsizliği ise gün be gün artmıştı. Sen Sinod’un birliği de bu arada sarsılmış, karma Egzarhlık kurulu da dağıtılmıştı. Bulgarlar da kendi aralarında ikiye ayrılmışlar Osmanlı taraftarları ile bağımsızlık peşinde olanların kavgaları ayyuka çıkmıştı.

Görkemli bir kilise inşa etme fikri ise bu geçen süre içinde düşünce bazında kalacak ve ancak 1877’de Bulgar Prensliği’nin Pre kurulmasından sonra tekrar ivme kazanacaktır. Bulgar Prensliği’nin Pre kuruluşundan sonra, 1878’de yarım kalan kilisenin bitirilmesi için ciddi girişimlere tekrar başlandı ve Aralık 1887’de sonuçlandı. Prenslik de kilise yapımına devam edilmesi için gereken maddi kaynağı sağladı.

Rusya ise yapılacak bu kilise için gün hâlâ kullanılan altı adet çan hediye etti.(Bulgar Eksarhı 1. Yosif’in günlüğü “Eksarh Yosif 1, Dnevnik” Günlüğün tıpkıbasımı ve güncel Bulgarca ile tercümesi birlikte basılmıştır. Sofya 1992, s.216 )

Egzarh Yosif, Rusların farklı isteklerine tereddüt göstererek şu net neticeye vardı: Egzarhlığın İstanbul’da kalması gerekir. Çünkü ancak oradan Makedonya ve Trakya halkı ile direkt temasta olabilir. Onu iktidarın ve diğer yabancı ülkelerin her türlü propagandalarından bu suretle koruyabilirdi. Küçük ve dış görünüşü hayli çirkin olan eski ve ahşap Sveti Stefan Kilisesi’nin yerine inşa edilen Demir Kilise’nin tamamlanmasında Yosif’in rolü büyüktür. Yosif, 20 Mayıs 1889’da (20 Ramazan 1306) saraya tekrar müracaat ederek kilisenin yapımına devam edilmesi için gereken izni aldı. (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:876, Lef 13)

Projeler ünlü Ermeni mimar Josef (Hovsep) Aznavur tarafından yapılmıştır. Uzun arayışlardan sonra varılan sonuca göre kilise Avusturya’da Vagner Firması’na yaptırılmış tamamen sökülebilir özelliği olan bu kilise evvela firmanın bahçesine kurulmuş ve bilâhare sökülerek İstanbul’a nakledilmiş ve bir kez daha burada monte edilmiştir. Haliç’te demirden inşa edilen Aziz Stefan (Sveti Stefan) Kilisesi birçok mimari özelliğinin yanı sıra Osmanlı toprakları üzerindeki ilk prefabrik yapı olma özelliğini de taşır.

Başbakanlık Arşiv Belgeleri’ne göre; Sveti Stefan Kilisesinin açılış günü 20 Eylül 1898’dir. (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri,No:1290)

Fakat bazı Bulgar kaynaklarında ise bu tarih 8 Eylül 1898 olarak belirtilmektedir. Demir Kilise’nin açılış töreni ile ilgili olarak birçok Başbakanlık Arşiv Belgesi bulunmaktadır. Alınan istihbarat bilgilerine istinaden, açılış esnasında bazı Rumların taşkınlık yapabilecekleri ve bunun şehrin asayişini bozacağı ve bunun için önlem alınması defalarca saraya iletilmiştir. Bu nedenle Balkanlardan gelecek Bulgarların engellenmesi ve hatta gelecek kişi sayısının sınırlı tutulması için resmi görevlilerce saraya tavsiyelerde bulunulmuştur.

Bu belgelerden birisi ise taşıdığı imzalar nedeniyle ayrı bir önem taşır. 7 Eylül 1898 tarihli bu belgenin altında Şurayı Devlet Reisi, tüm nazırlar ve Şeyhülislam ile müsteşarların imzaları bulunmaktadır. Belgeden bazı alıntılar şöyledir: (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri,No:1290, Lef 1/b)

“Rumlarla Bulgarların mezhepçe olan ihtilafları malumdur. İnzibatı ihlal edebilecek bazı münasebetsizlikler vukuuna ihtimal vardır (...) Bulgarların nakline muvafakat olunmamasının şimendüfer kumpanyalarına tebliğine...”

Demir Kilise’nin devreye girmesinden sonra Egzarh Yosif’in ısrarı üzerine Edirne’deki Papaz Okulu da 1891’de İstanbul’a taşınmış ve zamanla 6 sınıflı tam bir ruhban okuluna dönüştürülmüş, Egzarhlık, 1897 tarihinde itibaren Şişli’de büyük bir bahçenin içindeki kendi binasında faaliyet göstermeye başlamıştır.

1895 yılında, fermanın 25. yıldönümü nedeniyle “Hayırsever Derneği” de kuruldu. Bu derneğin temel gayretlerinde biri ise İstanbul’da bir hastanenin yapılmasıydı. Hastanenin inşaatına 1896 sonbaharında başlandı. Binanın temel taşı 20 Nisan 1897 tarihinde atıldı, açılışı ise 25 Nisan 1902’de yapıldı. Bu tarih aynı zamanda Egzarh Yosif’in 25, Egzarhlık hizmet yılına denk getirilmiştir.

Bu hastane, günümüzde Bulgar Vakfı’nın yapmış olduğu idari hatalar sonucunda hukuksal açıdan mazbut hale düştü ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün denetimine girdi. Daha sonra ise Vakıflar Müdürlüğü’nce yapılan kiralama ihalesi sonucunda İhlas Grubu’na kiralandı ve halen “Türkiye Gazetesi Hastanesi” olarak faaliyet göstermektedir. (İstanbul Bulgar Cemaati mensupları için her ay belli bir kontenjan sağlık hizmeti bedelsiz olarak verilmektedir.)