Türkiye ile Yunanistan arasında yıllardır sessiz sedasız gelişen ilişkiler, son dönemde yeniden gerilmeye başladı.

Yunanistan’ın Ege’de attığı son adımlar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Atina ziyaretinde Lozan Antlaşmasını tartışmaya açması, “Türk-Yunan barışı bitiyor mu? neler oluyor” sorularının sorulmasına neden oldu.

Bu gergin ortamda İstanbul’a Yunanistan’dan çok önemli bir konuk geldi. Halen Sosyalist Enternasyonal Başkanlığı’nı yürüten, Yunanistan eski Başbakanı ve Dışişleri eski Bakanı Yorgo Papandreu, CHP Beylikdüzü İlçe Başkanlığı ve Beylikdüzü Belediyesi’nin verdiği “vefa ödülünü” almak için Türkiye’ye geldi.

Yunanistan eski Başbakanı Yorgo Papandreu Yunanistan eski Başbakanı Yorgo Papandreu


İki günlük Türkiye ziyareti sırasında sadece SÖZCÜ Gazetesi’ne konuşan Papandreu, “barış” mesajı verdi. Papandreu şunları söyledi:

ANLAŞMALARA UYULMALI

- Uluslararası hukuka saygı duymamız gerekiyor. İmzalanmış, sınırlarımızı belirleyen uluslararası anlaşmalara saygı duymamız gerekiyor. Bu anlaşmalar, Avrupa’da barışı kuran anlaşmalardır. Avrupa tarihine bakarsanız yüzyıllar boyunca pek çok sınır değişiklikleri olmuş. Bu sınır değişiklikleri yüzünden de pek çok savaş yaşanmış, acılar çekilmiş. Ve sonunda Avrupa’da şu görüş hakim olmuş. Birbirimizin sınırlarına saygı duyalım. Birbirimizle savaşmayı bırakalım. Bu sınırlar mevcut olsa da, halklarımız özgürce seyahat edebilsinler, mesela, birbirimizin sınırlarına saygı duymazsak, Schengen anlaşmasını yürütemeyiz. Saygıyla birlikte güven, güvenle birlikte de ülkeler arasındaki işbirliği mümkün oluyor.

KORKU İKLİMİ TEHLİKELİ

- Sınırları tartışmaya açmak, Türkiye’nin çıkarına değil. Eğer siz sınırları tartışmaya başlarsanız, başka ülkeler kendi sınırlarının da doğru çizilmediğini söylemeyi seçebilirler. Bu söylem hiçbir yere varmayacak bir söylem. Yıkıcı bir söylem.

- Hem Türkiye’de hem de Yunanistan’da aşırılığı ve korkuyu teşvik etmek tehlikeli bir yol. Bu kısa vadede bazı siyasetçilere oy kazandırsa da, sonu felaket olabilir. Bu felaket olduğunda bunun kazananı ne Türkiye ne de Yunanistan olur. Böyle bir durumdan sadece bölgemizi ve ülkelerimizi istikrarsızlaştırmak isteyenler fayda sağlar.

İLİŞKİLERİMİZ SAĞLAM

- Barış bizim besleyip büyütmemiz gereken, saygı duymamız gereken bir olgu. Son dönemde Türk-Yunan ilişkilerini sağlamlaştırdık. Retorikten çok daha derinlere taşıdık. İki ülke arasında çok az ticaret vardı. Şimdi ticaret milyar dolarları aştı. İnsanlarımız arasındaki ilişkiler arttı. Şimdi milyonlarca turist karşılıklı ziyarette bulunuyor. Ticari ortaklıklar oluştu, ortak yatırımlar yapılmaya başlandı. Enerji anlaşmaları yapıldı. Pek çok alanda işbirliği başladı. Kültür alanında da büyük gelişme oldu; ortak televizyon programları, yemek kitapları, filmler yapıldı.
Tüm bunlar, iki ülke arasındaki derin ilişkilerin göstergesi. İki tarafın siyasetçileri tarafından yapılan sert açıklamaların farkındayım. Ama asıl bakılması gereken bunlar.

SİYASET KOLAYI SEÇİYOR

- Bir başka sorun da kalite meselesi. Zenginlik artıyor. Ancak kalite, zenginlikle eş ölçüde artmıyor. Bu açıdan, bazı politikacılar için, köklerimize dönmemiz gerekiyor demek çok kolay bir yol. Kişisel olarak da bir güvensizlik hissettiğinizde ilk yaptığınız şey evinize girmek, kapınızı, pencerenizi kapatmaktır. Mesela İngilizler bunu Brexit ile yaptı. Eskiye dönmeliyiz dediler. İnsanlar için, olumsuzluklar için kendilerini değil de başkalarını suçlamak daha kolay geliyor.

Bu siyasetçiler için, yaşanan olumsuzluklara karşı gösterilebilecek çok kolay bir tepki.

SUÇLAMAK ÇÖZÜM DEĞİL

- Yaşanan sorunlar için başkalarını, başka ülkeleri suçlamak sorunları çözmüyor. Çünkü karşı karşıya olduğumuz sorunlar, küresel sorunlar. Bunları çözmek için birlikte hareket etmemiz gerekiyor. İşbirliği yapmamız gerekiyor.

Tüm dünyada milliyetçiliğe prim veren bir söylemin yüklendiğini görüyoruz; İngiltere’de Brexit yaşandı, Fransa’da Le Pen’i görüyoruz, Avustruya’da ultra milliyetçilerin yükselişi var, Yunanistan’da altın şafak. Bunlar, sorunlara çözüm bulmak yerine, diğerlerini hedef almayı tercih ediyorlar. Kendilerinden olmayan “diğerlerini” suçluyorlar. Azınlıkları, göçmenleri, diğer ülkeleri hedef alıyorlar. Ancak bu bir yere varmaz.

Karşı karşıya olduğumuz sorunlarla mücadele için ortak değerler ortaya koymalıyız; mesela yoksullar için adaletli gelir dağılımı için, iklim değişikliği ile mücadele için, insan haklarına saygı için, sınırlara saygı için birlikte çalışmalıyız. Birbirimize saygı duymalı, birlikte çalışmak için yeni yöntemler bulmalıyız. Alternatif budur.

SİYASETÇİ ÖĞRETMENDİR

- Bazı siyasetçiler oylarını hızlıca artırmak için duygulara, insanların korkularına oynuyorlar. Siyasetçiler, sadece lider değildirler. Aynı zamanda birer öğretmendirler. Halkı nefret etmek konusunda da eğitebilirler ya da aksine halklarını sorumluluk almak, sorunları çözmek için diğerleriyle birlikte çalışmak konusunda da eğitebilirler. Bu sadece Türkiye ve Yunanistan’ın sorunu değil. Tüm dünyanın sorunu haline gelmiş durumda. Bu nedenle Sosyalist Enternasyonel’de biz farklı liderlik şekillerini tartışıyoruz. Dünyaya hakim olan adaletsizliği ortadan kaldırmak için birbirimizle çatışmak yerine birlikte çalışıyoruz.

- Yunanistan’da cunta iktidardayken, küçük bir çocuk olarak evimize gelen askerin kafama dayadığı silahın bende yarattığı şoku unutmadım. Askerlerin evde babamı bulup, gözaltına almalarını, hem babamı hem de büyükbabamı hapishanede gördüğümü unutmadım. Aile olarak sürgüne gitmek zorunda kalmamızı unutmadım. Şiddet, savaş, infaz, işkence, insan hakları ihlalleri, ayrımcılık, gaddarlık bir toplumun krizde olduğunu gösterir.

Türkiye eşsiz konumda bir Avrupa ülkesi, neden bundan vazgeçiyor?


- Türkiye, bölgemizde eşsiz bir konuma sahip. Bu eşsiz konumunu kullanarak, Avrupa’da çok önemli rol oynayabilir. Sadece Avrupa da değil; Avrupalı bir ülke olarak Asya’da, Ortadoğu’da, Kafkasya’da da önemli rol sahibi olabilir. Türkiye bu eşsiz konumundan dolayı geçmişte büyük çıkarlar sağladı. Şimdi neden bu eşsiz konumdan vazgeçebileceğini anlayamıyorum.

Türkiye karşıtlarına hep karşı durdum Türkiye ile AB arasındaki üyelik görüşmelerini bitirmek isteyen ülkelere de karşı duruyorum. AB olarak, Türkiye ile üyelik müzakereleri devam ettirilmeli. Ancak şu da unutulmamalı; bu iki yönlü bir yol. Bir başka deyişle, tango yapmak için iki kişi gerekir. Türkiye’nin kriterleri yerine getirmesi gerektiği kadar, Avrupa’nın da yapması gerekenler var. Türkiye karşıtlarına hep karşı durdum
Türkiye ile AB arasındaki üyelik görüşmelerini bitirmek isteyen ülkelere de karşı duruyorum. AB olarak, Türkiye ile üyelik müzakereleri devam ettirilmeli. Ancak şu da unutulmamalı; bu iki yönlü bir yol. Bir başka deyişle, tango yapmak için iki kişi gerekir. Türkiye’nin kriterleri yerine getirmesi gerektiği kadar, Avrupa’nın da yapması gerekenler var.


BİRLİKTE ÇALIŞMALIYIZ

- Diğer yandan Türkiye’nin AB içindeki geleceğini tartışan liderler de var. Bu tartışmanın doğru yönü, Türkiye’nin AB’nin ortaya koyduğu kriterleri yerine getirme zorunluluğudur. Ancak tartışmanın bir de yanlış tarafı var; Bazı Avrupalı liderler sadece ‘Türkiye’nin AB üyeliğine hayır” diyorlar. Bu yanlış. Mesela, Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy böyle diyordu. Ben de ona kesinlikle bu görüşüne katılmadığımı söylemiştim. Ona “Yanlış düşünüyorsunuz” dedim. O da bana “Ama sizin Yunanistan olarak Türkiye ile ilişkileriniz kötü” dedi. Buna, “İlişkilerimizde sorunlar olabilir. Ancak ilişkilerin tümü sorunlardan ibaret değil. Biz birlikte çalışmak da istiyoruz” dedim.

12erdogan

Sert söylemlerin bir faydası yok


- Siyasetçilerin kullandığı sert dilin kimseye bir faydası yok. Herhangi bir katkı sağlamak bir tarafa, böyle sert açıklamalar toprak bütünlüğü gibi konularda belirsizlik yaratıyor. Bu retorik iki ülke halkında rahatsızlık yaratıyor.

- Liderler sert söylemler kullanarak, ne kadar güçlü olduklarını ortaya koymaya çalışıyorlar. Ancak aslında bu sert söylemler, zayıf olduklarını kapatmak için kullanılıyor. Fakirlik, iklim değişikliği, çevre sorunları, işsizlik büyük sorunlar. Bunları çözemeyen liderler, vatanseverlik söylemine başvurup, kutuplaşma yaratmayı tercih ediyorlar. Ne kadar güçlü olduklarını, güçlü ve sert söylemlerle ortaya koyup, zayıflıklarını örtmeye çalışıyorlar. Aslında hiç güçlü değiller. Ama buna rağmen, otoriter kişiliklerin giderek daha çok ortaya çıktığını görüyoruz. Bu otoriterleşme eğiliminin nedeni, demokrasinin istenen şekilde işlememesi.