İki bin beş yüzyıllık tarih, felsefi düşünce ile inançların arasındaki gerginliğe tanık. Akıl ile vahiy, felsefe ile din, ontoloji ile teoloji arasındaki korelasyon doğru kurulamadığı ya da kulvarların zemini ve hedefi idrak edilemediği sürece bu kavga bitmeyecek gibi.
İlahiyat ve felsefe alanında yaptığı çalışmalarla tanınan düşünce adamımız Dücane Cündioğlu’nun şu tespiti fevkalade dikkat çekici: “Din aydınlatmaz, ısıtır; felsefe ısıtmaz aydınlatır.” İlk etapta dindarları kızdıracak ve hemen itiraz ettirecek gibi gözüken sözün sahibi; kırk yıl tefsir çalışmış, temel İslami ilimlerle yoğrulmuş, geleneği çok iyi bilen ve fakat bir o kadar da Antik Yunan Felsefesine ve teolojik tartışmalara vakıf ve yakın tarihin önemli filozoflarını ve bilim insanlarını orijinal eserlerinden tetkik etmiş bir düşünür.
Geçtiğimiz hafta, Diyanet Vakfı’nın salonunda verdiği konferansa şu sözlerle başladı Dücane Cündioğlu: “Madenleri tanımıyorlar, bitkileri tanımıyorlar, hayvanları tanımıyorlar, insanı tanımıyorlar; ama Tanrı’yı güya tanıyorlar. Fiziksiz metafizik"!

EŞYANIN HAKİKATİ VE FELSEFE

Hayatla ve varlıkla ilişkimizi doğru kuracak bir din diline ihtiyacımız var. Felsefenin, bilimin, sanatın önünü açacak, onların kendi kulvarlarında bağımsız bir şekilde ilerlemesine katkı sunacak bir dilden bahsediyorum.
Öncelikle şu hususun altını kalın bir çizgiyle çizmek durumundayız: Din hayatın bütününü kapsamaz.
Hayatın bütün alanlarını din ile açıklamaya çalışmak, pek çok alanı dışarıda bırakmak demektir.  Din bilim değildir (teşvik edebilir), din sanat değildir (ilham verebilir), din felsefe değildir (düşünmenin önemini bize hatırlatabilir). Antropolojiyi, etnolojiyi, zoolojiyi, biyolojiyi, sosyolojiyi, psikolojiyi; matematik ya da tıp bilimi gibi alanları yadsımak;  insanlığın ortak birikimini ve ürünlerini görmezden gelmek; cehalettir, akla ve hakikate ihanettir.
Her türlü yaratmanın kaynağının ilahi ve insani olduğunun altını çizen, "Muallimi-i Sani" ünvanını almış büyük filozof-bilge Farabi; “Kesin bilgide doğrunun şartı arizi ( gelip geçici) olmamaktır. İşte bu bakımdan, insanın inancının varlığa uygun olduğunun bilincine varması ve onu bilmesi gerekir” der. Cündioğlu’nun da çabası bu; insanı düşünmeye sevk etmek, bir başka ifadeyle, inanan insanı aklıyla karşılaştırmak!
Duyular aracılığıyla elde ettiğimiz ve değişime konu olan her sav, her tikel durum, sanılar-kanılar-inançlar (doxa) üzerinden kendini gösterir. Dolayısıyla Platon’un “episteme” dediği; zorunlu, kesin, tümellere dayanan düşünce (soyutlama) aklın en üst seviyede çalıştırılmasıyla elde edilir. Bu bakış, fikirlerin sağlamasının nasıl yapılacağını bize gösterir. Bu bakış, insanın varlıkla hemhal olmasını zorunlu kılar. Bu bakış kolektif aklın birikiminden haberdar olmayı gerektirir. İnancın inançta kalmayıp, kendisini bir üst basamağa taşımasını sağlar. Hakikat yolculuğu tam da bu demektir. Bu yolculuk, şaşırarak, hayretten hayrete düşerek yapılır. Bu yolculuk “Bana eşyanın hakikatini göster” talebidir. Bu yolculuk; insan, hayvan, yeryüzü, gökyüzü vs. kısaca tüm varlığı anlama ve anlamlandırma çabasıdır.

İYİYİ AKILLA ELDE EDERİZ

Aklın olmadığı yerde kokuşma başlar. Aklın olmadığı yerde ahlaksızlık hükmünü sürdürür. Güncel bir örnekten hareketle söyleyelim; aklın olmadığı yerde, aklını ve dinini kadın vücuduyla bozmuş sapıklar türer: “Ya benim çok sapık duygularım var ya da şeytan onlara uğramıyor... Bir genç kızın vücut hatlarını gördükten sonra şeytan size üflemiyorsa ya erkekliğinizi ya da imanınızı kaybetmişsiniz demektir” sözleriyle; saçmalıklarını, cehaletlerini, sapkınlıklarını ortaya koyan aklı evvellerin düşünceleri din olarak insanlıkla buluşuverir. Bu inançların hâkim olduğu bir toplumda huzur olmaz, ahlak olmaz, birlik ve dirlik içinde yaşanmaz.
Elbette din toplum hayatında önemli bir yer tutar. Ancak neye talip olduğumuzu bilmek durumundayız: “Hayatta kalmak için ısınmaya ihtiyacımız var. Yaşamaya, omuz omuza vermeye... İnanç bu alanda yararlı olduğunu tarih boyunca kanıtlamıştır. Ama uygar toplumlar, yaşamda kalmayı marifet bilmezler. Modern toplumlar iyi yaşamayı amaçlarlar. İyi yaşam daima ussal (akılsal) yaşamdır. Usun (aklın) kılavuzluğundaki yaşamdır...” diyen Cundioğlu, kanıtlanamaz olduğundan dolayı hiçbir inancın çürütülemeyeceğini, bilimsel önermelerin ise kanıtlanabilirlik koşuluna bağlı olduğunu söyler ve şöyle devam eder: "Ussal yaşam, ahiret yaşamıdır, imgesel yaşam dünya yaşamıdır.”  Ahiret yaşamın us yaşamı ebedidir. İmge yaşamı maddeye bağlı olduğu için hazlara bağlıdır, geçicidir. O yüzden inançlı biri, vahye harcadığı emek ve zaman kadar aklın niteliği, mahiyeti üzerinde durmalı ve anlamaya çalışmalıdır.”
“Sadece ussal yaşam vardır Tanrı’nın yurdunda; onun için akılsal yaşama emek vermeyenlerin, yeniden dirilmesine ihtiyaç yoktur” diyen Farabi’yi dikkate alsalardı Müslümanlar, belki de bugün çok daha farklı konuları konuşuyor olabilirdik.
(2018 yılının Türk Milleti’ne ve insanlığa hayırlar getirmesini diliyorum.)