Geçen haftaki yazımızda belirtildiği üzere; milliyetçilik ideolojisinin politika yapımında bir anlam ifade edebilmesi için çeşitli stratejilerle desteklenmesi gerekir. Bu anlamda milli politikalar oluştururken siyasi ve ekonomik tarih çok iyi tahlil edilmelidir. Geçmişi bilmeyen geleceği kuramaz zira... Bugün dünyanın ekonomik ve siyasal anlamda en güçlü sayılabilecek ülkelerinin yakın geçmişlerine bakıldığında dış dünyadan gelebilecek ekonomik, sosyal ve siyasal asimilasyonlara karşı zaman zaman korumacı politikalar izledikleri görülür.

Bilindiği üzere; 18. Yüzyıl’da dönemin güçlü devletleri olan İngiltere ve Fransa bugünkü ABD topraklarında sömürge yarışı içerisindeydiler. O dönemde Kuzey Amerika, İngiltere’nin sömürgesi durumundaydı ve henüz ABD diye bir ülke yokken, Kuzey Amerika topraklarında yaşayan 13 koloni, bağımsızlıklarını ilan ettikleri 1776 yılına kadar İngiltere’nin sömürgesi içinde yaşadılar.

ABD’nin bağımsızlığını kazanmasının ardından izlenen politikalara bir örnek vermek gerekirse; dönemin ABD Başkanı James Monroe, 2 Aralık 1823 tarihinde, kongreye sunduğu bildiride, ABD’nin tarafsızlık politikası içinde olacağını ve öncelikli amacın ülkenin güvenliği olduğunu bildiren prensiplerini duyurmuştur. ABD’nin Yalnızlık Politikası olarak da bilinen Monroe Doktrini’nde Kutsal İttifak Devletleri’nin (Avrupa devletleri) siyasal sistemi Amerika’nınkinden tamamen farklı olduğu vurgulanmıştır. Kutsal İttifak Devletleri’nin kendi sistemlerini Kuzey Amerika’da yaymak için yapacakları herhangi bir girişim, ABD’nin barış ve güvenliği için tehlikeli olarak görülmüştür. Amerika’nın bundan böyle Avrupa devletlerinden herhangi birinin kolonileştirme isteklerine konu olamayacağı vurgulanmıştır.

İKİNCİ ÖRNEK ALMANYA

1800’lerin sonlarında, Friedrich List isimli bir iktisatçı; Alman ekonomisinin, siyasi birliğini ve endüstrileşmesini sağlamış olan İngiltere ve Fransa karşısında dış ticarete açılması sonucunda Alman ekonomisinin rekabet edemeyerek bu ülkelerin açık pazarı haline geleceğini belirtmiştir. Bu nedenle Almanya’nın siyasi birliği ve sanayileşmesi sağlanana kadar, o dönemde ekonomide yaygın olan ‘Bırakınız Yapsınlar, Bırakınız Geçsinler (Laissez Faire, Laissez Passier)” şeklindeki serbest piyasa ekonomisi tezinin aksine; Almanya sanayisinin bir bebekmiş gibi korunarak güçlenmesi için “Bebek Endüstriler Tezi”ni ortaya atmıştır. Bu teze göre Almanya dışa kapalı korumacı bir ekonomi politikası izleyerek, önce iç piyasalardaki bozuklukları tamir edecek, dış piyasalarla rekabet edecek düzeye gelinceye dek devletin müdahalesi ile dış piyasadan korunacaktı. List, Alman ekonomisi İngiltere ve Fransa gibi ülkelerle rekabet düzeyine erişinceye kadar bu korumacı politikaların sürmesi gerektiğini belirtmiştir.

Tarihte büyük devletlerin benzer korumacı politikalar izlediklerine birçok kez rastlanabilir. Hatta bugün Trump’ın izlediği politikalar bazı uzmanlar tarafından “yeni korumacılık” dâhilinde değerlendirilmektedir. Bu politikalarda temel saik milli çıkarları korumaktır.

ATATÜRK’ÜN HAKLI ÖNGÖRÜSÜ

Kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk; bağımsızlığımızı kazandığımız Kurtuluş Savaşı’nda, işgalci Yunan güçlerini yenilgiye uğratıp 9 Eylül 1922’de işgalden kurtardığı son vatan parçası olan ve Türk kurtuluşunun simgesi olan İzmir’de, 17 Şubat 1923’te “İzmir İktisat Kongresi”ni düzenlemiştir. Kongrenin açılış konuşmasında Mustafa Kemal Paşa, tarihi ve çağı yine çok iyi tahlil ettiğini müşahede ettiğimiz şu sözleri söylemiştir: “Yeni Türkiye’mizi layık olduğumuz düzeye eriştirebilmemiz için mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız. Çünkü zamanımız tamamen bir ekonomi devresinden başka bir şey değildir. Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmamışlarsa, meydana gelen zaferler devamlı olamaz. Ekonomi demek, her şey demektir, yaşamak için, mutlu olmak için, insan varlığı için ne lazımsa onların hepsi demektir. Ziraat demektir, ticaret demektir, çalışma demektir, her şey demektir.”

SONUÇ YERİNE

Günümüzde gelişmekte olan ülkelerin üzerinde gelişmiş ülkelerin gözle görülür bir baskısı bulunmaktadır. Bu baskılar da gelişmekte olan ülkelerin iktisadi gelişmelerini desteklemek için emperyalist ülkeler tarafından önerilen politikaları benimsemelerine yöneliktir. Bu politikalar arasında dış ticaretin serbestleştirilmesi, özelleştirme, devlet müdahalelerinin azaltılması gibi politikalar bulunmaktadır. Ancak gelişmiş ülkelerin zamanında birer gelişmekte olan ülke konumundayken şu anda bizim gibi gelişmekte olan ülkelere önerdikleri politikaların neredeyse hiçbirini uygulamadıkları görünmektedir. Dolayısıyla, Atatürk’ün sözlerini iyi anlamalıyız. Üzerinde yaşadığımız toprak parçasını, emperyalist ülkelere karşı kazandığımız askeri zaferlerle vatan haline getirdik. Halen emperyalist ülkelerin bu vatan üzerindeki emelleri son bulmuş değil. Ancak, artık savaşlar askeri olmaktan çok ekonomiktir. Bu nedenle bu vatan toprağında daha emin yaşamak için, daha müreffeh yaşamak için, daha iyi yaşamak için çalışmaktan, üretmekten başka çaremiz yoktur.