“Kayhan” son yılların en sorumsuz, en hikayesiz, en eğlencesiz filmi olabilir...

Sinema görüntünün diliyle hikaye anlatma sanatıdır. Bu, ‘sinema filmi’nin en basit ve yalın tanımıdır. Elbette en başta bir eğlence aracı olarak doğmuştur. Sinema endüstrisi eğlence filmi de üretir; bir derdi, bir meselesi olan film de. Bazen de ikisini birden yerine getirir... Ama saf eğlence için üretilseler dahi bir temanın üzerine oturmak zorundadır yaptığınız film. Çünkü sinema kitleleri etkiler. İki saat karanlık bir salona gönüllü olarak, para verip girersiniz. Tanımadığınız insanlarla ortak bir duyguyu paylaşırsınız. Bazı filmler sizi geliştirir, bazısı eğlendirir, bazıları da siz isteyin ya da istemeyin sizi temsil ettiği fikre şahit yazabilir. Toplumun önüne çıkardığınız film sizin iç dünyanızın bir yansımasıdır. Aslında çıkardığınız her filminizle kendi dünyanıza, bakışınıza, meselenize ortak ararsınız diğer yandan. Bu nedenle her sanat dalında üretim yapan kişinin bir derdi olmalıdır diye bakılır. Bu dert sadece para kazanmaksa eğer bu çok bencilce bir şeydir ve sinema buna sadece alet edilmiş demektir. O zaman yapılan iş de tüccarlıktır, sinemacılık değil.

kayhan_1

“Kayhan”, Şahan Gökbakar’ın kardeşi Togan Gökbakar ile beraber yaptığı 9. sinema filmi. Bir insan dokuz sinema filmi sonunda bir parça olsun kendisini, sinemaya bakışını geliştirmez mi? Birazcık da olsa kendi içinde ‘komik bir karakter yaratayım, varsın biraz klişe ya da biraz basit olsun ama en azından ayakları yere basan, içine biraz da zeka katabildiğim bir hikaye anlatayım’ derdine düşmez mi? Ya da bırak ayaklarının yere basmasını, öyle çılgın bir komedi hikayesiyle çık ki karşımıza, ‘vay be bu ne kadar da cesur bir mizah anlayışı böyle’ diyelim. Ya da bütün bunların hepsini bırak, insan bu kadar para kazanmış filmler yaptıktan sonra biraz daha prodüksiyon değeri yüksek bir film denemez mi artık? ‘Gerek yok ki böyle de kazanıyor’ demesin kimse. ‘Yaratıcı’ dediğimiz insan bunu en başta kendi için istemeli, kendisini dahi aşmak adına...

Elbette kendilerinden bir komedi klasiği bekleyemiyoruz bu saatten sonra, ama TV şovu “Dikkat Şahan Çıkabilir”deki parlak komedyenin tek kusuru, gerçekten komik skeçlerini biraz fazla uzun tutup buluşlarını biraz fazla sağıyor olmasıydı. Olumsuz anlamda bir tahrip ediciliği yoktu. Şimdiki halinin tersine, daha eleştirel bir mizahın peşindeydi.

Bu nasıl karakter?

“Kayhan” son yıllarda izlediğim en hikayesiz komedi filmi. Tek özelliği, üzerinden çıkarmadığı hokey tişörtü ile çıkık dişleri olan ne idüğü belirsiz bir ‘çocuk adam’, annesiyle otobüs terminalinde vedalaşıp otobüse biniyor. Daha ilk dakikadan itibaren etrafındaki herkese bağırıyor, pardon böğürüyor. Üstelik hem haksız, hem kaba, hem de antipatik!
Bir komedi film karakterini izleyici neden izler? Eğer izleyicinin empati duygularını azıcık da olsa harekete geçirmeyecekseniz biz bu karakterin yaşadıklarını niye takip edelim?
Kayhan adlı bu adam da 20 sene önce mezun olduğu eski lisesinin pilav gününde tekrar basılan yıllığıyla ilk kez karşılaşır. Meğer sınıf arkadaşları onun için pek de güzel cümleler yazmamışlar. (Neden? Ne yapmış ki onlara?) Şimdi hepsinden teker teker intikam alınacaktır.

kayhan_3

2018 yılındayız, hâlâ bir komedi filminde bir adam bir resim sergisini basıp ressamı ve konuklarını soyut resim beğenileri üzerinden aşağılıyor, “ben böyle sanatın...” gibi cümleler kurup etrafı tahrip ediyor! İnsanın Tophane’deki resim galerilerinde yaşanan vandallık vakaları ortadayken böyle bir mizah sahnesi yazmaya/çekmeye eli gitmez, utanır normalde!
Devam edelim, Kayhan 20 yıldır görmediği insanları ‘benim gençliğimi çürüttünüz’ diyerek mahvediyor film boyunca! (Niye? Ne olmuş ki?) 20 yıl önce lise çağlarında yazdıkları üç beş meymenetsiz cümle yüzünden arkadaşlarından kimine elektrik veriyor, kimine tekme tokat girişiyor, kiminin işini, kiminin arabasını, kiminin de yüzünü bozuyor, hakaret ediyor. Ne Kayhan’ı tanıyıp, onunla empati kurup onun yanında duruyoruz, ne de onun sataştığı insanları tanıyıp onlara üzülüyoruz. Ama film ve Kayhan tam 105 dakika boyunca bağırıyor ve hönkürüyor! Galiz küfürler olmasa da sürüyle kallavi hakaret havada uçuşuyor. Bence filmin hiçbir sahnesi komik de değil. Zaten “Recep İvedik”lerin komedi anlayışını ya da bu anlayışa gülen, karşılık veren izleyicileri de ben hiçbir zaman hor görmedim. Benim bu benzer türevdeki filmlere verdiğim tepki şuursuzlukları yüzünden. Bir sinema filminde mesele, bir hikayeyi doğru düzgün anlatmaktır ve özellikle ürettiğiniz esere çocukların ilgisi de varsa, hikayeye ekstra ahlaklı ve sorumlulukla yaklaşmak gerektiğidir.

“Kayhan”ın diyaloglarındaki argo kullanımı değil sadece burada rahatsız eden şey. Doğru düzgün bir motivasyonu olmayan, ön dişlerine uğraşıldığı kadar kişiliğiyle kağıt üstünde bile uğraşılmamış bir karakterin sağa sola haksızca saldırması ve bunun komik, haklı ve sempatik gösterilmeye çalışılması çok sorumsuzca.
Bu karakterin yaratıcısına önceki yaptıklarından da hareketle şu soruları neden sormuyorlar röportaj yapanlar mesela: Neden sanatla uğraşan insanlara, işiyle gücüyle varolan, çalışarak bir yerlere gelmiş insanlara her filminizde böyle nefret ve kinle saldırıyorsunuz? Neden çocuk seyircilerinize böyle karakterleri örnek gösteriyorsunuz? Yeterince vandallaşılmadı mı, yeterince hoyratlık yaşanmıyor mu şu an toplumda? Kayhan ya da Recep İvedik gibi bir baltaya sap olamamış karakterler, herkesi dövmeli, madara mı etmelilerdir? Örnek aldığınız değerli komedyenlerimizden hangisi böyle bir şey yapmıştı kariyerlerinde?
Güldürürken düşündüren komedi yapmayın tamam da, niye ‘güldürürken kötüleştiren’ filmler yapmakta bu kadar ısrarcısınız? Topluma bir eser üreten ‘yaratıcı’ kişinin bu toplum üzerine hiç mi bir manevi sorumluluğu yoktur?
“Kayhan” filmi 13 yaşının üstüne hitap eden bir film. Ana karakterinin olumsuz tavırlarını olumlayan, şuursuzca üretilmiş, bağırış çağırış içinde başlayıp biten, eğlencesiz bir film. Yine de izlemeyi tercih ederseniz bunu bilerek izleyiniz...

1 yıldız
Kayhan
Yönetmen: Togan Gökbakar
Oyuncular: Şahan Gökbakar, İrfan Kangı, Gökçe Eyüboğlu
105 dakika, 13+

Hangi özgürlük?

Bu yazı film hakkında bazı sürprizleri açık edebilir, baştan uyarayım. Çünkü filmde çok matrak ve saçma bazı şeyler yaşanıyor, bahsetmeden olmaz...
“Alacakaranlık” serisini beğenmemiştik, çünkü ilk film dışında sinematografik bir değer görememiştik hiçbirinde. Yaratılan karakterlerin ‘görkemli’ sığlıklarıyla alay ediyorduk. Olay örgüsü, kurtadam-vampir efsanelerinden, edebiyatından derme çatma bir şekilde oluşturulmuş yeniyetme fantezileriydi.

“Elli Ton” kitapları ve film serisi de “Alacakaranlık” gibi ama bu sefer genç kadın kitlesini hedefleyen, ama tersini yapıyormuş gibi görünse de onların hayal dünyalarını sömüren ve küçümseyen bir yapıda kaleme alınmış bir öykü anlatmakta. Bu öykü de erotik edebiyat ve sinemadan (“Emmanuelle”, “O’nun Hikayesi”, “Dokuzbuçuk Hafta” vs.) kopyaladığı fikirler üzerinden yine derme çatma bir omurga kurmuştu kendisine.

İlk film “Grinin Elli Tonu”nda, tek iddialı özelliği gençliği ve güzelliği olan Anastasia (Ana) adlı bir genç kız; gizemli, kaslı ve paralı bir işadamının dünyasına giriverir. Christian adlı bu çok zengin adamın evinde bir ‘kırmızı oda’ vardır. Kendisi sevgilileriyle normal bir sevişmeden ziyade, çeşitli seks oyuncaklarıyla birlikte sadizme gönül vermiş bir adamdır! Bu konuda da o kadar yüzeysel takılmaktadır ki sadizmin ‘baba’sı Marquis de Sade’yi mezarında ters döndürür adeta!

ozgurlugun_1

İkinci film “Karanlığın Elli Tonu”nda Anastasia (Ana) kendisini sadece bir seks nesnesi olarak gören sevgilisine “benim de bir beynim, bir kişiliğim” var diye sızlanırken her seferinde adamın lüks dairesine, özel uçağına tav olur ve bir şekilde hep kırmızı odanın müşterisidir artık! Christian’ın “Benim değil misin, döverim de severim de. Hem merak etme sen de zevk alacaksın” tarzındaki tutkusu zenginliğiyle doğru orantılı olduğu sürece sorun yoktu nitekim!

Aslında sorun bir adamın farklı cinsel fantezileri olması değil, yanlış anlaşılmasın. Bu adamın zenginliği olmasa çekilmez bir hali var ve kadınlara bunun ‘işte sevilecek bir adam’ şeklinde sunulması.
Ana şimdi üçüncü film “Özgürlüğün Elli Tonu”nun hemen başında, işte bu adamla evleniyor, sonra ver elini Paris ve Güney Fransa sahilleri... Balayında plajda herkes bikinisinin üstünü çıkartmış güneşlenirken bizim adam Ana’ya kızıyor “herkes sana bakacak!”, Ana onu dinlemeyip üstsüz uykuya dalınca akşam ‘kırmızı oda’da kelepçe bekliyor onu.
Ana önceki filmde kendisini taciz etmeye çalışan eski patronu Jack’i hem dövdürüp hem de işine, ofisine konmuştur o bomboş haliyle! Zaten ‘kociş’i o yayınevini de satın almıştır. Ancak Ana yine de bir asilik yaparak (!) mail adresinde kendi soyadını kullanmak istemiştir! Birkaç saat sonra Christian apar topar kızın işyerini ‘ne oluyor lan?’ diyerek basar! Kızın iş görüşmesi yaptığı roman yazarını filan bakışlarıyla aşağılayıp dışarı kovalar. Ana’yı akşam yine kırmızı oda ve kelepçeler bekliyordur. Süper bir aşk ve şahane bir evlilik hayatı!
Ana evlerindeki ilk sabah kahvaltısında çocuk istediğinden bahsedecek olur, Christian o dakika azarlar karısını: “Çocuk olursa sevişemeyiz!”. Kızın gönlü olsun diye lüks arabasını kullanmasına izin verir, arkadaşlarıyla görüşmesine kızdığı için hepsini toplayıp özel uçağıyla yazlığa götürür filan!
Her tarafından özel uçaklar, spor arabalar, lüks evler fışkıran ama iki boş insanın kabus gibi bir evliliğine şahit oluyoruz uzun bir süre. Sonra bu eski yayınevi editörü Jack eskiden entelektüel, metroseksüel, bakımlı, yelek giyen bir adamken bir anda şantajcı, adam kaçıran, sabotaj yapan, bıçak tabanca filan taşıyan pis bir gangster olup çıkıyor Ana’nın karşısına! Christian elbette gereken önlemleri alacaktır zaten hiç merak etmeyin...

ozgurlugun_3

Farkındayım, resmen kötü bir hikayeyi üzerinize boca ettim. Ama baştan uyarmıştım.
Diğer iki filme göre daha cesur seks sahneleri içermesine rağmen cesur bir hamle yok pek. Mesela “Temel İçgüdü”nün yanına bile yaklaşamaz...
Dünyanın en kötü serilerinden birinin nihayet son filmi olan “Özgürlüğün Elli Tonu”nda kimse özgürleşmiyor aslında. İki karakter de bu serinin en başında daha özgürlerdi doğrusu! Pardon aslında sadece ‘artık başlamışken bitireyim bari’ gerekçesiyle bu saçma sapan ilişkiyi üç filmdir takip etmek zorunda kalan seyirciler özgürleşiyorlar...

1 yıldız
Özgürlüğün Elli Tonu
Fifty Shades Freed
Yönetmen: James Foley
Oyuncular: Dakota Johnson, Jamie Dornan, Eric Johnson
105 dakika, 18+