BAŞIMDAN GEÇEN ŞEYLER

İşe bakın; İstediğimiz bir özel hastaneyi seçebiliyormuşuz


Söylemesi ayıptır, artık yaş belli bir düzeye geldi. Eskiden hiç aklınıza gelmeyen sağlık sorunları artık başınıza geliyor. Ya da “gelme ihtimali” giderek artıyor. Geçenlerde sevgili doktor dostum Metin Ağcaoğlu ile sohbet ederken “Sigarayı bıraktın iyi oldu. Kilolarını vermen lazım. Ama daha gidip bazı testler yaptırmalısın sonra başına iş açılmasın” dedi. Doktor tavsiyesi bu, şaka değil, “git” diyorsa gitmek gerek. Adını vermeyeceğim bir doçent doktor arkadaşımı aradım. Büyük bir özel  vakıf hastanesinde çalışıyor. Atladım gittim. Muayeneler yapılacak, giriş işlemleri halleden genç kız “Can Bey özel sigorta mı yoksa SGK’mı?” diye sordu. 90’lı yıllardan bu yana özel sağlık sigortamız da var. Ancak AKP genel başkanının her fırsatta anlattığı “Biz geldik sağlık hizmetleri ne kadar güzel oldu görüyorsunuz” sözleri kulaklarımda çınlayıverdi. Ne diyor iktidar partisinin başkanı “Bugün artık hiçbir ayırım yok, benim en yoksul vatandaşım en zenginlerin gittiği hastaneye de gidebiliyor, istediği doktoru seçebiliyor.” Kendi kendime “Zaten çok şükür kırk yılda bir doktora gidiyorum. Bu kez de hakkım olan SGK’yı kullanayım” dedim. Bankoda genç kız “Tabii bu durumda katkı payları var” dedi. AKP genel başkanı “Özel hastanelerden de bedavaya çıktığımızı” söylediği için “Tabii” dedim, “eğer fark çıkarsa elbette  ödeyeceğim.” Bunu dedim ve sağlık hizmetlerinin ne kadar mükemmel hale getirildiğini en yoksulun bile en zenginlerin gittiği hastanede nasıl tedavi olanağı bulduğunu adım adım ama ibretle görmeye başladım. Önce doçent arkadaşım tarafından muayene edildim. Arkadaşım bir kan tahlili, bir idrar kürü, bir ultrason tetkiki istedi. Bunlar bilgisayara girildi elime de barkodlar verildi. Hemen odanın dışındaki bankoda görevli kız “Efendim 200 lira” dedi. Doktor parasıymış. “Maaşallah” dedim SGK’lı bile bu kadar fark ödüyorsa?” Kız gülerek cevap verdi “Ama doçent doktora muayene oldunuz. Profesör olsa daha fazlaydı.” İyi de o doçent arkadaşım yahu. Ardından laboratuvara gittim. Kanımı aldılar. Aynı yerde “SGK katkı payı olarak 28 lira daha” ödedim. Sonra ver elini idrar kürü. “Efendim SGK katkı payınız 116 lira” dediler burada da. Derken ultrasona girdim. Buradaki katkı payı ise 120 liraymış. Şimdi gelin toplayalım ödediğim parayı. 200 lira doktor artı 28 lira tahlil, 116 lira kür, 120 lira. Ne etti. Tam 464 Türk Lirası. Hepsi tek bir konuda doktor muayenesi. SGK’lı olarak fakir de olsak istediğimiz hastaneye gidip istediğimiz doktoru seçebiliyoruz. Çok doğru da bunlara astronomik para ödedikten sonra olabiliyor. Bu kadar parayı ödedikten sonra, açıkçası biraz içime de oturdu, doçent arkadaşıma uğradım en sonunda. Hiçbir şeyim yokmuş. Böyle erken davranıp kendime baktırdığım için çok iyi bir şey yapmışım. Bundan sonra hayatıma ve sağlığıma daha dikkat etmeliymişim. Bunlar güzel. Sonra sordum “Bu nasıl iş; millete ne anlatılıyor burada neler oluyor?” dedim. “Yahu Can’cım bu konuda söyledikleri her şey gerçek dışı. Devlet hastaneleri felaket durumda. Kimse doğru düzgün sağlık hizmeti alamıyor. Ama yaratılan algı herkesin isterse özel hastanelere de gidebileceği yönünde ancak başına gelen anlıyor gerçeği” dedi. Hastaneden çıkarken dönüp binaya baktım. Gerçekten muhteşem bir bina. Kullanılan tıbbı aletler de belli ki son model ve son kalite. Ama bunun tüm halka ulaşmasını sağlamadıktan sonra neye yarar ki. Bir tek şeye yarıyor belki. Bu milleti kandırmak için iktidara çok güzel bir malzeme verilmiş oluyor.

NOT: Ne doçent arkadaşımın ne de hastanenin adını özellikle yazmadım. Sonuçta bütün özel hastanelerde durum aynı. Sadece birinin adını vermek hem yanıltıcı olur hem de kişi ve kurumlar iktidarın hışmına uğrar.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Müteahhit içeride belediyeciler ortalıkta geziyor


İstanbul Esenyurt’ta yüzlerce kişiyi mağdur eden ve aylardır aranan müteahhit Temel Bulut geçen hafta bir çay bahçesinde çay içerken yakalandı. Bulut İnşaat’ın sahibi olan Temel Bulut çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklandı. Şimdi diyeceksiniz ki “Ne var yani bunda, yüzlerce kişiyi mağdur eden adam tutuklanmış, daha ne istiyorsun?” Tabii bir şey istediğim yok. Ama merakım şu; Bu müteahhit yüzlerce kişiyi dolandırırken ona inşaat yapma izinlerini veren Esenyurt Belediye Başkanı pürü pak mı? Tayyip Erdoğan tarafından azledilen bu başkan elini kolunu sallayarak geziyor. Oysa olayın gelişimine baktığımızda ilçe belediyesinin de bu konuda dahlinin olduğu görülüyor. Çünkü bu müteahhite izinleri veren bu belediye. Temel Bulut her nasılsa 10 kat üzerine imar almış. Sonra bunları daha maket halindeyken satmış. Sonra belediye belli ki usulsüzlüğün tadını kaçırdığını anlamış ve inşaatları durdurmuş. 7 kata inilmesini istemiş. Ama yine her nasılsa daha sonra tekrar izin çıkmış. Bu arada yaratılan kargaşada yüzlerce kişi mağdur olmuş. İlçe belediye başkanı gibi Büyükşehir Belediye Başkanı da gayet rahat. O da biliyorsunuz Erdoğan tarafından azledildi. Esenyurt’taki skandallar sadece bu müteahhitle ilgili değil. Oradan çok kötü kokular geliyor ama işin iki sorumlusu da “görevden azledilerek cezalandırıldı” ve adlarının karışma ihtimali olan onlarca dosya da  kapatıldı. Ne güzel ülke olduk değil mi?

Bİ SORALIM BAKALIM

Bu kişilere akademik unvanlar nasıl veriliyor?


Son zamanlarda televizyon ekranlarından adeta “fırlayan” ve isimlerinin önlerinde şatafatlı akademik unvanlar olan kişiler akla ziyan konuşmalar yapıyorlar. Örneğin Sakarya Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu Google’ı aslında Abdülhamid’in bulduğunu söyledi geçen günlerde. Yine İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Örnek Hazreti Nuh’un tam tufan başlarken oğlunu gemiye binmesi sağlamak için cep telefonu ile aradığını ileri sürdü. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Abdullah Akın da camilerin genelev yapıldığını, Birleşmiş Milletler’e girebilmemiz için ezanın Türkçe okunduğunu ileri sürdü. Bu tuhaf açıklamaları sıradan insanlar yapsa hem haberimiz olmaz hem de asla ciddiye almayız. Ancak bu kişilerin isimlerinin önünde akademik unvanlar var. Ebubekir Sofuoğlu profesör olmuş. Demek ki bir dili iyi derecede biliyor. Tez yazmış, bilimsel araştırmalar yapmış bunlar bir bilimsel heyet tarafından incelenmiş, takdire şayan görülmüş ve bu kişi profesör yapılmış. Merakım şu ki Sofuoğlu’nun profesörlük tezi ne üzerinedir, bu tezi inceleyen heyette kimler vardı? Yardımcı Doçent Dr. Abdullah Akın da belli ki yakında profesör olacaktır. Zaten aksi düşünülemez, bu iktidar bu kişiyi mutlaka taçlandıracaktır. Acaba tezi ne üzerine olacak. Kimler kendisine bilimsel rehberlik edecek ve profesörlük unvanını verecek?

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Bu kadar kötü duruma gelmeyiz herhalde


Popülizm çok fena bir hastalık. Ucunu kaçırırsanız inanılmaz hatalar yaparsınız. Ayrıca popülizm aşırıya kaçtığında halk da bunun çok etkisi altında kalacağı için bu inanılmaz hatalar görülmez ve adeta içimize işler. Son günlerin en çok konuşulan konusu Afrin ve şehit edebiyatı. Öyle ki Erdoğan asker üniforması giymiş küçücük bir çocuğu herkesin önüne çıkarıp “Bayrağı da cebinde, şehit olunca üzerine örtülecek” diyor diyebiliyor. Dinleyenler de söylenenin vahametini hiç görmeyip çılgınca alkışlıyorlar. Yine kalabalıkların asla fark etmediği korkunç bir slogan daha var. Artık moda oldu. Erdoğan nereye gitse ateş topu gibi olmuş gençler “Reis bizi Afrin’e götür” sloganları atıyorlar Erdoğan önceki gün bu sloganın atılmasından sonra “Böyle bir karar aldığımız anda hemen haber veririz, önce şahsım sonra da milletim hep birlikte cepheye yürürüz. Şimdi eğitimli kadrolarımızı gönderiyoruz. Sefer görev emri olanlar bir defa öncelikle hazır olsunlar. Şu an ihtiyaç yok. Karar verildiği anda yola revan oluruz” dedi. Yine çılgınca alkış aldı. Ancak burada çok vahim iki durum var. Birincisi “bazı kişilere sefer görev emri” mi gitti? Eğer öyleyse bu bir seferberlik hareketidir. Şu anda bilmediğimiz bir savaşa mı gidiyoruz? İkincisi Erdoğan neden sıklıkla Afrin’e “eğer gerek olursa” topyekun gitmekten söz ediyor acaba? Afrin terörle mücadele operasyonu yapılmıyor mu? Yoksa aslında bir savaşın içinde miyiz? Askerimiz başarılı olamadığı için genç ihtiyar dinlemeden herkese ihtiyaç mı doğacak? Elbette bunların hiçbiri yok. Olan Erdoğan’ın popülizmin sınırını hoyratça aşmasıdır.

BUNU YAZMAK GEREK

Muharrem İnce’nin tüzük önerisi yanlıştır


Ana muhalefet partisinde sular hiç durulmuyor. Hesapta parti içinde bir mücadele yokmuş gibi görünüyor. Oysa ben dışarıdan izliyorum sıkıntı büyük. Hemen hemen kimsenin Genel Başkanın Kemal Kılıçdaroğlu olmasına bir itirazı yok. Buna karşı yine herkes biliyor ki bu yapı ile seçim kazanmak da çok zor. Ancak gözlediğim kadarıyla CHP ne yazık ki ne yeni isim ne de yeni siyaset üretemiyor. Bu durumda kalanlar mevcut durumu ve tabii ki kendilerini korumak zorunda kalıyor. Parti içinde mücadele eder gibi görünen tek isim Muharrem İnce. Kurultay’da yine aday oldu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun karşısına çıktı ve yine kazanamadı. Bana göre burada müthiş bir taktik hata yaptı. Eline geçen fırsatı tepti. İmza oyununa uğramış olmasına rağmen seçime katıldı ve yine “yenilmiş” duruma düştü. Oysa ilk sözünde dursa ve “Lütufla aday olmayı” kabul etmese şimdi daha güçlü olurdu. Muhtemelen öyle bir durumda kendisine verilen oylar boşa atılan oylar olurdu ve bu da genel başkana olan tepkiyi gösterirdi. Oysa seçime katılınca yarışan ama kazanamayan durumuna düştü. İnce şimdi de Tüzük Kurultayı için öneriler hazırlamış ve imza topluyor. Diyor ki “İki kez partiyi birinci yapamayan genel başkan istifa etsin.”  İlk duyulduğunda kulağa çok hoş geliyor. Öyle ya seçimi kazanamazsan gidersin. Ama bu bana göre içi boş bir popülizmden başka bir şey değil.  Örnekle anlatayım. Başkanlık sistemine geçmek üzereyiz. 2019’da ilk seçim yapılabilirse ve şöyle bir durumla karşılaşırsanız ne olacak? Partiniz birinci parti çıkıyor. Parlamentoda da en fazla milletvekiline siz sahip oluyorsunuz. Ama başkanlık seçimini başkası kazanıyor. Yani hep şampiyonsunuz ama asla iktidar olamıyorsunuz. Ya da tekrar parlamenter sisteme geri dönüldü. Partiniz birinci olamıyor hep ikinci. Ancak birinci parti tek başına çoğunluğu sağlayamıyor, başka bir partiyle koalisyon da kuramıyor. Siz ikinci parti olarak üçüncü ve hatta dördüncü partiyle koalisyon kuruyorsunuz. Bir dahaki seçimde de aynısı oluyor. Birinci olamıyorsunuz ama başbakanlık hep sizin. Birinci değilsiniz buna karşı hep iktidarsınız. Ne olacak o zaman? “Sen birinci olamadın, başbakan olsan da gideceksin” mi denecek? Ya da başka açıdan bakalım. Birinci parti oluyorsunuz ama diğer partiler hep aralarında anlaşıp koalisyon kuruyor. Siz asla iktidar olamıyorsunuz. Ne yapacaksınız bu durumda? Diyeceğim şu ki siyasette akla gelen ve o sırada parlak gibi görünen fikirleri sloganlaştırıp ortaya alternatif gibi çıkmak geçerli olmayabilir.