ANALİZ

Koalisyon umacısından yerli ve milli ittifak ucubesine


İktidar 16 Nisan’da “evet çıktığını ilan ettiği” referandumla başkanlık sistemini dayatırken “artık koalisyonlar dönemi bitiyor” sloganını çok kullanmıştı. İktidar yandaşları ekranlardan “artık o korkunç günler bir daha yaşanmayacak” diye haykırıyordu. Koalisyonlar Türkiye’yi mahvetmişti, ekonomiden sosyal hayata, demokrasiden hukuka kadar her şey bu koalisyonlar yüzünden bozulmuştu. Oysa yeni sistemde artık koalisyonlar olmayacağı için her şey çok güzel olacaktı. Ama şimdi geldiğimiz noktaya bir bakalım. Koalisyonların çok kötü olduğunu anlatanlar daha seçime neredeyse iki yıl varken şimdiden koalisyon kurmaya soyundular bile. Tabii koalisyon değil ittifak diyorlar. Sözlükte “koalisyon nedir” diye baktığınızda karşınıza şu tanımlamalar çıkıyor; “ayrı görüşteki çeşitli güçlerin belli bir amaçla oluşturdukları birlik, değişik güçlerin işbirliği.” Yine sözlükten “ittifak nedir?” diye sorguladığınızda “anlaşma, bağlaşım, bağlaşma, oybirliği” tanımlarını görüyoruz. Yani “koalisyon” ile “ittifak” özellikle siyaseten ele aldığımızda aynı anlamdalar. Daha önceleri de yazdığım gibi; koalisyonlar ille de kötü sonuçlar verecek ortaklıklar değildir. Türkiye koalisyon hükümetleriyle çok başarılı gelişmelere imza atmıştır. Unutmamak gerekir ki Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli olaylarından biri olan Kıbrıs Barış Harekâtı koalisyon hükümetlerinin başarısıdır. Gümrük Birliği anlaşması da yine koalisyon hükümeti tarafından yapılmıştır. Avrupa Birliği Uyum Yasaları’nın da pek çoğu koalisyon hükümetleri tarafından çıkarılmıştır. Bunların en önemlilerinden biri olan “idam cezasının kaldırılması” koalisyon hükümeti tarafından gerçekleştirilmiştir. Peki, AKP ve sözcüleri neden koalisyona çok karşılar? Çünkü onlar geçmiş deyince sadece 28 Şubat dönemini hatırlamak ve hatırlatmak istiyorlar. Oy alınan kitlenin “yakın tarihle” ilgili sınırlı bilgisini mağduriyet edebiyatı ile harmanlayıp siyasette kullanmak elbette AKP’nin çok işine geliyordu. Laikliğin neredeyse tamamen ortadan kaldırıldığı, devletin tüm işlerinin dini kurallara göre şekillendirilmeye başlandığı bir dönemde koalisyonları 28 Şubat’la anmak ve yerin dibine batırmak çok daha kolay olacaktı. Rejim değişikliği dayatmasına karşı çıkanlar olarak koalisyonların söylendiği gibi kötü olmadığını anlattığımız gibi yeni rejimle birlikte aslında “kirli koalisyonlar döneminin” başlayacağını söylüyorduk. Demokratik parlamenter sistemde partiler aldıkları oy oranında milletvekili çıkardıktan sonra eğer tek parti çoğunluğu alamamışsa partiler arası uzlaşma yolları arınır. Bu uzlaşma çalışmaları toplumun gözü önünde yapılır. Oysa yeni rejimde başkan adayı seçimlerden çok önce pazarlıklara girişecek ve kamuoyunun bundan haberi bile olmayacaktır. Ya da “koalisyon gibi gözükmeyen” anlaşmalar yapılacaktır. Bu anlattıklarımız şimdi gerçek oldu işte. MHP seçimlere iki yıl kala başkan adayının Erdoğan olduğunu  “yerli ve milli ittifak içindeyiz” diyerek açıkladı. Hesapta hiçbir pazarlık yapılmadı. Türkiye’ye karşı ayıptır, yazıktır. Türkiye’yi “koalisyon umacısıyla” korkutanların hiçbir anlamı olmayan “ittifak ucubesiyle” aldatmaya kalkmaları hepimize hakarettir.

13krk05a_ist_izm_ant_ank_trb

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Kürt koridoru neden oluştu?


Halk TV’deki Yazıişleri programının dünkü konuğu şair Ataol Behramoğlu idi. Şiirden, sanattan, siyasetten pek çok konuyu konuştuk Ataol Behramoğlu ile. Yayından sonra da hemen yanımızdaki Şairler Parkı’na gittik. Bu parkta Nazım Hikmet, Cahit Külebi, Cahit Sıtkı Tarancı gibi şairler heykelleriyle yaşıyor.  Ama en güzeli “yaşayan” bir şairin, Ataol Behramoğlu’nun da heykeli var. Programdan sonra rica ettim ve heykelin önünde birlikte fotoğraf çektirdik. Benim için de unutulmaz bir anı olacak. Program sırasında Ataol Behramoğlu’nun söylediği bir cümle çok dikkatimi çekti. Suriye’deki son gelişmeleri konuşurken söz İdlib’e yönelik Suriye ataklarına geldi. Ben de “Erdoğan çok çarpıcı açıklamalar yaptı, kuzeyde bir koridor ve bir devlet oluşturma çabalarına karşı artık sabrımızın taşmaya başladığını söyledi” diyerek “Sizce bölgede ne oluyor bir savaş mı söz konusu olacak?” diye sordum. Ataol Behramoğlu soruma şu soruyla karşılık verdi; “Suriye’nin kuzeyinde bir koridor konusu ne zaman gündeme geldi? Suriye’deki iç karışıklığa müdahale etmeseydik böyle bir koridor söz konusu olabilir miydi?” Behramoğlu “Bilmem ki daha başka bir şey söylemeye gerek var mı?” diyerek tamamladı cevabını. Öyle ya onca yıldır PKK terörünü yaşayan bu ülkede hiç kimsenin aklına Suriye sınırımızda Kürt devletçiklerinin kurulabileceği gelmezdi. Yani bir anlamda bu bir hayaldi. Ama AKP ile bu da gerçek oldu.

ŞAŞIRDIM

Bütün seyahatlerini THY ile yapan adam


Dünyaca ünlü Vitaly Piserengo Türkiye’ye geldi, konser verdi. Ünlü piyaniste sponsorluğu Sabah grubu yapmış. Tabii böyle olunca gazetenin magazin ve sanat servisleri de Piserengo ile pek çok haber yaptılar. Verdiği konser, yediği içtiği, gittiği yerler hepsi haber oldu. Bu tür durumlarda adettir, gelen konuklara mutlaka Türkiye ilgili iyi bir şeyler söyletilmeye çalışılır. Ama Sabah’çılar ünlü piyanisti Türkiye üzerine konuştururken bu kez ölçüyü kaçırmışlar. Çünkü Piserengo demişki “Bütün seyahatlerimi Türk Hava Yolları ile yapıyorum.” Hepimizin hoşuna gider değil mi bu sözler? Gider gitmesine de, bu sözlerin doğru olması mümkün değil. Nedeni çok basit. Çünkü Piserengo eğer bütün uçuşlarını THY ile yapıyorsa, nereye gidecekse, önce Türkiye’ye gelmesi ve THY uçaklarına buradan binerek gitmesi gerek. THY ya da bir başka ülkenin uçağı, dış seferlerini sadece kendi ülkelerinden yapabilirler. Bir uçak şirketi yabancı bir ülkeden başka bir yabancı ülkeye uçak uçuramaz. THY ile New York’a Türkiye’deki bir havaalanından uçabilirsiniz ama başka bir ülkeden gidemezsiniz. Sabah’ın konuşturduğu piyanist elbette Türkiye’ye her gelişinde THY’yi kullanmış olabilir.

BUNU YAZMAK GEREK

Bırakın artık bu diplomasi oyununu da bir tık üste çıkın


Artık tüm dünyayı titreten süper ülkeyiz ya, bize karşı ne yapılırsa “mütekabiliyet” esasında cevap veriyoruz. Örneğin Avrupa ülkelerinden birinin havaalanında Türk yolcuların bavulları köpekle mi aranıyor, hemen Türkiye’ye gelen o ülke insanlarının bavullarının başına köpekleri gönderiyoruz. Amerika vize işlemlerini askıya mı alıyor, biz de anında aynı açıklamayı yapıyoruz. Örnekler çok. Ama sonuncusunu da dün yaşadık. Amerika kendi vatandaşlarına yönelik bir güvenlik çağrısı yayınladı. Buna göre bazı ülkelere “asla gitmeyin” uyarısı yapılırken bazı ülkelere de “gitmemeniz sizin için daha iyi” notu düşüldü. Bu ülkelerden biri Türkiye. Amerika Sudan’la aynı statüye soktuğu Türkiye için “Hiçbir gerekçe gösterilmeden tutuklanabilirsiniz” diyor. Bizim Dışişleri de anında karşılık verdi ve Türk vatandaşlarına yönelik bir açıklama yaparak “Amerika güvenli ülke değil, hiçbir gerekçe gösterilmeden tutuklanabilirsiniz” dedi. Elbette Amerika’nın densizliğine cevap verilecektir. Bu diplomatik oyun yanlış değildir ama şunu da görelim, Amerika benzer bir uyarı yaptığında ne kadar etkili oluyor kendi halkı üzerinde, bizimki ne kadar etkili? Örneğin dün Dışişleri’nin bu açıklamasından sonra THY’nin Amerika uçaklarındaki rezervasyonlarından iptal edilen olmuş mudur acaba? Sanmıyorum ama Amerika’dan gelmeye cayanlar olduğu gibi başka ülkelerden de gelecekleri etkilemiş olma ihtimali büyüktür. Ayrıca “mütekabiliyet esasına” göre hep biz başkaları bir şey yapınca harekete geçiyoruz ve aynısını yapıyoruz. Bir “tık” üste çıkmak gerekmiyor mu artık? Önce biz bir şey yapsak da diğer ülkeler bize aynısını yapmaya kalksa.

DÜZELTME

Ali Tarakçı kendisini vuranları tanıdığını söyledi


Bir konuya açıklık getirmem gerekiyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun son operasyonları görevden alınmamak için yaptığı yolunda iddialar olduğunu yazdığım yazıda oğlu ile ilgili bir ayrıntıya da yer vermiştim biliyorsunuz. Daha önce gazeteci Ali Tarakçı’nın yazdığı “Süleyman Soylu’nun oğlunun arabası polisler tarafından durduruldu ve arandı” haberini tekrarlayarak bunun en tepelerden gelen bir talimatla yapıldığı dedikodusunu duyduğumu belirtmiştim. Bu arada Ali Tarakçı’nın bu haberi yazdıktan sonra silahlı saldırıya uğradığını da yazmıştım. Tabii bu ister istemez zihinlerde haber/saldırı/Süleyman Soylu bağlantısı kuruyor. Böyle değil tabii. Bu benim de hatam oldu. Nitekim dün Ali Tarakçı aradı ve “O saldırıyı yapanları biliyorum. En azından Süleyman Soylu ile hiç bağlantısı olmadığı konusunda eminim. Ayrıca emniyet de gerçek suçluları bulabilmek için yoğun çaba harcıyor” dedi. Tarakçı “Ama Süleyman Soylu’nun oğlu ile ilgili yazılarımın arkasındayım. O haberler kesinlikle doğru” dedi. Bu arada Soylu’nun fedaileri böyle bir olayın olmadığını bana akıl almaz hakaretlerde bulunarak yazmaya devam ediyorlar. Soylu’nun oğlunun arabası aranmamış, ne olmuş biliyor musunuz? Soylu’nun oğlu dedesinin evine gitmiş, kapıda park halindeki aracın etrafında çocuklar birikmiş, bu sırada yoldan geçen Yunuslar işgüzarlık yaparak arabada arama yapmaya kalkmış. Ama Soylu’nun oğlunun koruma polisleri duruma müdahale edince iş kapanmış. Mantığım zorlanıyor. Niye park halindeki aracın etrafına çocuklar toplanır? Çocuklar toplanınca oradan geçen Yunuslar neden arama yapma ihtiyacı duyar? Aklımızla alay ediyorlar madem o zaman yeni bir şey daha sorayım; Korumalarla Yunuslar birbirine silah doğrultmuş da olabilir mi?