Sevgili okurlarım, Türkiye iki gün önce çok değerli iki insanını yitirdi. Toplumun büyük bölümü ikisini de bilir ve tanırdı, ikisi de sevilen insanlardı...
Ve ikisi de 90 yaşın üzerinde idi.
Sağlıkları bozulmuştu, o yüzden son yıllarda medyada ikisiyle ilgili haberler fazla yer almıyordu.
İlki Münir Özkul...
Büyük sanatçı... Türk Tiyatrosu’nun ve sinemanın unutulmaz ismi...
Biz onu özellikle Hababam Sınıfı’nın Mahmut Hocası olarak sevmiştik. 70 yılı geçen sanat yaşamında nice rollerle karşımıza çıkmış, yüreklerimizde yer etmişti.

* * *

İkinci kaybımız Aydın Boysan 100 yaşına merdiven dayamıştı. Türkiye’nin en renkli insanlarından biriydi.
Nice büyük eserlerin projelerini çizmiş olan yüksek mimar...
Ve gerçek bir mizah ustası...
30’a yakın kitap yazmış olan muhteşem bir mizah yazarı... Onunla bir kez birlikte olmuş olmanın onurunu yaşıyorum. Sohbetleri de yazıları ve kitapları gibi mizah doluydu.
Nice kitapları vardı ama Aydın abinin en büyük özelliği “Rakıcılığı” idi.
Ona “Rakının efendisi” derlerdi.
Sohbetlerinde, yazılarında ve kitaplarında aynı şeyi ısrarla vurgulardı:
“Rakı içmenin bir adabı vardır, kuralları vardır. Öyle her önüne geleni rakı sofrasına oturtmamak, herkesle o masayı paylaşmamak gerekir.”

* * *

Şu kaderin cilvesine bakın ki Münir Özkul ustamızla Aydın Boysan ustamız aynı gün vefat ettiler. Dün bazı gazetelerde ikisinin de ölüm haberleri vardı.
Ancak ne ilginçtir, yandaş basın Aydın Boysan’ın ölümünü hiç görmemiş ve habere yer vermemişti.
Dün sabah her yandaş gazeteye, yani havuz gazetelerine dikkatle baktım, çoğunda bir satırlık bir haber bile yoktu.
Nedeni belli:
Aydın Boysan rakı içerdi! Bir “Rakıcıya” sayfalarında yer vermeleri elbette ki söz konusu olamazdı!
Hiç kuşkum yok, onun ölümü gazetelerine ulaştığında “İyi olmuş sarhoşa, onun haberini kullanmayın” demişlerdi. Oysa o sarhoş falan değil, rakıyı adabıyla içmeyi bilen ve insanlara bunu öğreten biriydi.

* * *

Her konuda, dirilerde olduğu gibi ölülerde de artık ayrımcılık yapıyorlar, “O bizim adamımızdır, öbürü karşı taraftandır” diyorlar. Bu ayrımcılık her alanda var. Açılan davalardan tutun da sanatçılara ve futbolculara kadar toplumu böldüler, içimize nifak soktular, ülkenin bireylerini birbirlerine düşman ettiler.
Bu son iki ölüm olayı bir kez daha gösterdi ki bunlar sadece bu dünyada değil, ölüm olaylarında bile ayrımcılık yapıyor ve toplumu geriyorlar.
Çok yanlış ve tehlikeli bir iştir.

Bir çarpık kafa


İlki İstanbul’daki bir üniversitemizde öğretim üyesi... Yani hoca... Gençleri yetiştiriyor! Bu kafa TRT ekranına çıkmış konuşuyor, aman yarabbim:
“Hazreti Nuh, gemiye binmeyen oğlunu ikna etmek için onu cep telefonuyla aradı...
Bu gemi 400 metre yükseklikteki dev dalgalara bile dayanıklı idi ve nükleer enerji ile çalışıyordu...
Nuh tufanı bütün dünyada gerçekleşti. Nuh o sırada döllenmiş bir dişi yumurtasıyla bir erkek yumurtası sipariş etti. Bu siparişler Amerika ve Fransa’dan gönderildi...
İşin doğrusunu bilmek gerekir. Nuh’un gemisinden güvercin değil, insansız hava aracı İHA gönderildi...
Bütün bu sözlerim bilimsel kanıtlara dayalıdır. Ben bilim adamıyım ve burada bilimsel kanıtlara göre konuşuyorum!..”
Üniversitede gençlerimizi eğiten (!) bu şahıs acaba akıl hastası mıdır, şarlatan mıdır, yoksa TRT ekranına çıkıp hepimizi bir güzel işletmeye mi kalkışmıştır!
Bunu hangi sivri zekalı bulup devletin televizyonuna çıkarmıştır!
İnsanda biraz utanma olur be!
Demek ki “Bilim (!)” bu gibilerin eline kalmış, öğrenciler bu çarpık kafalara emanet edilmiştir.
İşte size 21. yüzyıl Türkiye’sinden mide bulandırıcı bir örnek.

Bir sapık kafa


İkinci örneğimiz daha da vahim ve içler acısı.
Yer Diyarbakır’da bir imam hatip lisesi... Bir öğretmen, 16 yaşındaki kız öğrencisini taciz ediyor. Kız babasına şikayet edince olay ortaya çıkıyor ve hakkında Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılıyor.
Tacizci serbest... Ama suçunu kabul ediyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı tek şey ise bu herifi başka bir okula atamak.
Herif yine de başına bir iş gelmesinden korkuyor ve kızın şikayetinden vazgeçmeyen babasına mesajlar atmaya başlıyor:
“Ben bir hata işledim ama bu suça Allah’ın şeriat mahkemesinde bakılması gerekir. Sen ise Allah ve onun şeriatına iman ettiğini söyleyen bir kişi olarak, davayı şeriata taşımak yerine Allah’ın yasakladığı tağutun (şeytanların, puta tapanların) hükmüne (devletin yargısına) havale ettin.
Gel şu meseleyi bir imama götürelim. Aramızda imam hakim olsun. Şeriat benim ölümüme hükmetsin, eğer ölümden kaçarsam yerlerin ve göklerin laneti üzerime olsun.
Tağutun hükmü adalet sağlamaz. Seni tağuta müracaattan vazgeçip Allah’ın hükmüne çağırıyorum. Şeriatçılık sözle olmaz. Şeriata gidelim, cezam ölüm de olsa razıyım.”

* * *

Bu herif evli ve üç çocuk babası!
İmam hatipli kız tacizin aylarca sürdüğünü, korkudan şikayetçi olamadığını söylemiş.
Sanık öğretmen ise “Kendisiyle evlenmek istiyordum. Suçlamayı kısmen kabul ediyorum. Cezam neyse razıyım” demiş!
“Ben devletin kanunlarını takmam, sizin kanunlarınıza göre suçtur ama şeriata göre ben bu kızla ilişki yaşarım” diyor.
Devletin verdiği muhteşem ceza (!) başka bir okula atanarak kesilmiş bile!
İlk örnekte olduğu gibi bu adam da acaba bir ruh hastası sapık mı?
Kız öğrencileri üzerindeki faaliyetlerini (!) şimdi gittiği yeni okulunda sürdürecektir.
Hayırlı başarılar dilerim.
İşte size dünkü gündemden iki haber... Biri üniversite hocası, diğeri imam hatipte öğretmen...
Yazıklar olsun bunlara, yazıklar olsun bu gibilere göz yuman, gençlerimizi ve çocuklarımızı bu kafalara teslim eden iktidara.