“Turhal’da doğdum. Türkiye’nin ilk kurulan dört şeker fabrikasından biridir. Biz Yeşilırmak kenarında bu güzel kasabada büyüdük. Fabrikamız Atatürk döneminde getirilen Alman mühendisler tarafından yapılmıştı.
Turhal, fabrikayla bütündü.
Çarpık yapılaşma olmadı.
Bugün bile bu düzenleme sayesinde Yenişehir dediğimiz bölgede planlı yapılaşmayı bozamadılar.
Düzgün parseller.
Her kareye dört bahçe.
Her bahçeye bir ev.
Mahalleler böyle kuruldu.
Fabrika üretim alanı ve çevresine yerleştirilen çift katlı son derece estetik lojman evleriyle yapılaşma bütündür. Onun etrafında kooperatif mantığı ile yapılan işçi evleri uzanır. Bunları size 133 Evler, 60 Evler, 36 Evler, 42 Evler, 52 Evler, 100 Evler diye isimlendirip sayabilirim.
Hepsi bahçelidir.
Turhal Şeker işçisi bir aile babası, hem evini geçindirip hem de bu evlerden birine çok rahat sahip olabiliyordu. Bu olanağı veren çalıştığı kurumun şahane sistemiydi. Evlerde kalorifer vardı. Fabrikanın ürettiği sıcak su ile ısıtılırdı. Bildiğim kadarı ile Almanlar sistemi kurarken fabrikanın ürettiği su ile tüm şehrin ısıtılabileceğini planlamışlar ve bunun yapılmasını önermişler.
Ama becerilememiş.

* * *

Fabrika tesisleri içinde sadece şeker üretilmezdi. Tarım ve hayvancılık da yapılırdı. Bunlar yapıldığı gibi eğitimi de verilirdi. Fabrikada üretilen sütlerin günlük olarak cam şişelerde satıldığını hatırlıyorum. Süt, cam şişeye Turhal Şeker sayesinde girdi. Bunun için ayrı tesisi vardı. Fabrikanın orkestrası, tiyatrosu, sinema salonu, lokantası, kantini, havuzu, kuaförü, doktoru, veterineri, ziraat mühendisleri vardı; eksiksiz bir sosyal yaşam için aklınıza gelebilecek her şeye sahipti. Ulusal bayramlarda balo, dini bayramlarda bayramlaşma töreni olurdu. Düğünler bunun için düzenlenen fabrika bahçesinde, kışın salonunda yapılırdı. O dönem için şimdinin beş yıldızlı oteli ayarında hizmet alırdınız. Fabrikanın salonunda yemekli düğün yapmak prestij demekti. Benzer bir hizmet yakın ilçelerde hatta Tokat şehrinde bile yoktu. Yıl sonu ve mezuniyet geceleri, defile, kermes, yardım geceleri ve yazın bahçesinde piknikler yapılırdı. Bahçesinde bisiklet ile gezilir, yazın dondurmasını alan yürüyüşe çıkar, göz alabildiğine uzanan çimlerin üzerinde oturup sohbet edilirdi. Muntazam yürüme ve bisiklet yolları vardı. Vardiya değişimi olunca ortalık bir anda bisiklet ile dolardı; Turhal sanki “küçük Çin gibi” olurdu.

* * *

Cumhuriyet döneminde demir yolu ağı kurulurken “Turhal Şeker Fabrikası” bu ağın içinde yer almıştı.
Bu çok şey demekti.
Üretilen şekerin nakliyesi çok ucuza tren ile yapılırdı. Bölgenin çiftçisi, ürettiği tarım ürünlerini, kavunu, karpuzu, yetiştirdiği büyük baş hayvanları kolaylıkla vagonlar dolusu Ankara’ya satmaya götürürdü. Artık dumanları tütmeyen fabrikamızın kokusunu özlüyorum. İçim yanıyor. TÜLAY KAYMAZ

* * *

“Ben mühendisim ve tanığıyım. Ankara Şeker Fabrikası, Türkiye’nin en büyük ve en gelişmiş ağır sanayi makine fabrikasıdır. Pek çok şeker fabrikası, burada üretilmiştir. Yani Ankara Şeker, fabrika yapan fabrikadır. Bir örnek vereceğim. Demir Çelik fabrikalarında erimiş sıvı demiri taşıyan vagonlar vardır. Bunların ilk 26’sı yurtdışından (yanılmıyorsam Almanya’dan) alınmış, 27’nci vagon Anadolu Metalürji-Gündüz Makine ve Ankara Şeker işbirliği ile yerli olarak yapılmıştır. Ankara Şeker’in bu ülkede ağır sanayinin milli olarak gelişmesine sessiz, sedasız katkısı çok büyüktür. Amerikalı, Avrupalı bunu biliyor, bizimkiler uyuyor. SERDAR ERLER.”

* * *

Pancar taş olsun!
Başınıza düşsün.
Turhal Şeker Medeniyettir.
Başınıza insin.
Ankara Şeker.
Misak-ı Millidir.
Gözünüze girsin!