shutterstock_631647425

Kim söylemişti hatırlamıyorum ama yaz sonu leylekleri göç ederken görünce yerimden fırlayıp koşmaya, zıplamaya başlıyorum. Neden mi? Sene boyunca bol bol seyahat edeyim diye…
İşe yarıyor mu ne? Bu hafta da size Londra’dan yazıyorum. Hava buz gibi ama yine de çok güzel. Londra benim ilk göz ağrım. Çok severim burayı. “İstanbul’dan başka nerede yaşarsın?” diye sorsalar ilk “Londra” derim.
Evet, havası pek muhteşem sayılmaz. Genellikle kapalı ve yağışlıdır. Ayrıca yaşam çok da pahalı. Biz Türklere daha da pahalı... Her şeyi 5.3 ile çarpıyorsunuz, yani onlara 10 lira olan şey bize 53 lira.
Trafik desen İstanbul’la yarışamasa da aratmıyor diyebiliriz.
Ama yine de ben çok seviyorum burayı. Buradaki düzeni, parkları. Keşke İstanbulumuzda da böyle bir sürü büyük, yemyeşil parklar olsa. Keşke belediyelerimize yeşili, doğayı biraz daha sevdirebilsek...

* * *

İnsanın gittiği yerin dilini konuşabilmesi önemliymiş gerçekten. Yoksa kendinizi oraya ait hissedemiyorsunuz bir türlü.
Paris’te kalırken daha iyi anladım bunu. İnsanın sokak isimlerini bile söyleyememesi öyle kötü ki! Oh, şimdi vatanımda gibi hissediyorum kendimi.
İlk kez, İngilizce öğrenmek için 13 yaşında gelmiştim buraya. Babamım çok yakın arkadaşı duayen gazeteci Bora Paran ve eşi Feryal ablam burada yaşadıkları için onların yanında kalmıştım birkaç ay. Çok güzel gezdirmişlerdi beni, çok güzel ağırlamışlardı. Belki de onun için çok kanım ısındı buraya, çok sevdim.
Onları ve sohbetlerini çok sevdiğimden her geldiğimde mutlaka evlerine uğrar, hatırlarını sorarım. Bu sefer uğradığımda Bora abi geçen haftaki yazıma istinaden, “Ne yaptın öyle kızım? Sen Nehri için “Çamur akıyor” demişsin. Bitirmişsin Paris’i; bütün romantikliği gitmiş” diye takıldı.
Neyse ki Londra’ya gönül rahatlığıyla gelebilirsiniz. Pahalılığı dışında burası çok güzel...

‘İnsanat Bahçesi’ olur mu?


Londra’nın hayvanat bahçesi ünlüdür.
Daha önce gitmiştim.
Bu sefer oğlumla düşündük ve hayvan hapishanesi olan ve hayvanları doğal yaşam alanlarından kopararak demir parmaklıklar arkasına ya da beton odalara kapatıp bundan para kazananlara destek olmama kararı aldık. Hayvan gösterileri yapan sirklere de gitmeyeceğiz.
Her şeyin yaratıcısı Allah’a gerçekten saygı göstermek istiyorsak önce onun yarattığı doğaya, hayvanlara, hayata saygı göstermeliyiz diye düşündük.
Aynı muamelenin 1958’lerin sonuna kadar Avrupa ve Amerika’da insanlara yapıldığını biliyor muydunuz?
Kurulan insan hayvanat bahçelerinde, ‘İnsanat Bahçesi’ de diyebiliriz, Afrika’daki kabilelerden, Uzakdoğu’dan ya da egzotik ülkelerden kaçırılıp köle yapılan insanlar kafeslerde ‘insana en yakın varlıklar’ olarak sergileniyorlardı.
Kendinden başkasını insan olarak kabul etmeyen ve farklı olandan üstün olduğunu iddia eden ‘beyaz ırk’ yıllarca bu zavallı insanlara etmediğini bırakmadı.
İşin içinde insan olunca bir tuhaf oldunuz değil mi?
Hayvanların da bu dünyada yaşamaya bizim kadar hakları var ama bu zalimlik, hayvanlar üzerinde hâlâ devam etmekte…
Biz de kendi çapımızda buna ‘dur’ dedik!