Bugün gözlerimi yaban ellerde, Paris’te açtım. Kızım, Erasmus eğitim programıyla altı ay Paris’te eğitim görecek. Erasmus programı, yükseköğretim kurumlarının kısa süreli öğrenci değişimi yapabilmelerini sağlayan bir sistem. Böylece gençler yeni ülkeler görüp, diğer kültürleri tanıma imkanı buluyorlar.

Ne güzel gençken dünyayı gezip görmek, her şeyi tecrübe ederek öğrenmek. Bir daha dünyaya gelsem gezgin olurdum herhalde…

* * *

Paris çok güzel bir şehir. Burası için ‘dünyanın en romantik kenti’ diyorlar. Ben romantik bir tarafını göremedim henüz. “Belki de yanında sana bunları hissettirecek biri olması gerekiyordur” diyeceksiniz ama zaten yanımda bana bunları hissettirecek biri varsa ha Paris olmuş ha Pekin; ne önemi var şehrin?

Şu Fransızların ‘Sen Nehri’ diye ölüp bittikleri, bildiğiniz çamurdan bir nehir. İnanın ayağınızı sokmaya iğrenirsiniz. Nerede turkuaz İstanbul Boğazı! İşte pazarlamanın ve reklamın önemi…

Bu şehirde sanat çok önemli. Adım başı sanat galerisi, müze... Çoğunlukla da çağdaş sanat eserleri sergileniyor. Bu yüzden de şehre, sanatın ve eğitimin getirmiş olduğu güzellik ve estetik anlayışı hakim. Bu şehirdeki binalar o kadar güzel ki… İşte Paris’i özel yapan da bu! Bizde de eksik olan…

Tarihi mekanları ve binaları öyle güzel muhafaza etmişler ki hayran kalmamak; diğer bir yanda da ülkemizde telef edilen tarihi yerler ve güzellikler için üzülmemek elde değil. İşte böyle tuhaf hisler içinde dolaşıyorum bu şehri.

* * *

Eskiden Fransızlar bilseler dahi İngilizce konuşmamaya gayret ederlerdi. Şimdi ise özellikle kafe ve restoranlarda çoğu kişi İngilizce biliyor ve konuşuyor. Bindiğim taksilerdeki şoförler bile çat pat da olsa İngilizce konuşmaya ve bize yardımcı olmaya çalıştılar. Belki yabancı turistlerin çokluğundan, belki de Paris’te yaşayan yabancıların yoğunluğundan Paris, İngilizce’ye boyun eğmiş durumda.

Darwin’in evrim teorisinde iddia ettiği gibi “Uyum sağlayan hayatta kalır”. Bu sayede burada bir-iki Fransız’la sohbet etme fırsatı buldum. Onlar da bizim gibi pahalılıktan, vergilerden ve siyasetçilerden çok şikayetçi. Çoğunluğun durumdan memnun olmadığını iddia ediyorlar.

Bunları duyunca insan “Dünya nereye gidiyor?” demekten kendini alamıyor.

* * *

Burada bir de insanların yalnızlığı dikkatinizi çekiyor. Etrafımıza bakınca yalnız yemek yiyen, yalnız kahve içen insanların ne kadar çok olduğunu fark ediyorsunuz. Yaşlılar sokaklarda yürüteçleriyle zar-zor, tek başlarına yürümeye çalışıyorlar.
Biz yaşlılarımızı zaten o halde sokağa çıkarmayız. Hadi çıktı diyelim, yanında, kolunda illa aileden biri olur. Zaten bizim daha çok yalnız kalamama, aileden ayrılamama problemimiz oluyor.

Şaka bir yana, Avrupa’da yalnızlık gerçek bir sorun. İngiltere’de daha yeni ‘Yalnızlık Bakanlığı’ kuruldu. İlk duyduğumda gülümsemiştim ama sonra düşününce çok mantıklı geldi. Sadece İngiltere’de 9 milyon kişinin bu durumdan etkilendiği açıklandı. Gerçekten de küçümsenecek bir rakam değil. Bir de yalnızlık üzerine araştırma yapmışlar ve yalnızlığın günde 15 adet sigara içmek kadar zararlı olduğunu bulmuşlar. Bu açıdan ülke olarak diğerlerinden daha şanslıyız.
Avrupa’nın bizi kıskanabileceği bir özelliğe sahip olduğumuz için mutlu olmalıyız.