Son 140 yılın üç büyük gazisi; Gazi Osman Paşa, Gazi Ahmet Muhtar Paşa ve Gazi Mustafa Kemal Paşa savaş meydanlarında, cephelerde gazi oldu. II. Abdülhamit ise cepheye gitmeden “saray gazisi” olmuştu.

Geçen hafta AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk, Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’a “gazilik” unvanı verilmesine ilişkin bir kanun teklifi hazırladı. Teklifin gerekçesinde millet için yapılan her mücadelenin “gaza” olduğu belirtilerek Sayın Erdoğan’ın One Minute Cephesi, MİT Krizi Cephesi, Gezi Cephesi, FETÖ, PKK, DAİŞ, DHKPC cepheleri v.b. pek çok cephede savaştığı (!), dolayısıyla “gazi” olmayı hak ettiği iddia edildi.
Peki ama gazilik nedir? Siyaseten değil de “gerçekten” gazi nasıl olunur?

GAZİLİK 

Gazi, (çoğulu guzât, guzzâ, guziy), “hücum etmek, savaşmak, din uğrunda cihad etmek” anlamına gelen “gaza” (gazve) sözcüğünden gelir ve savaşta başarı kazanan kumandanlara, hatta hükümdarlara şeref unvanı olarak verilir.
Bugün herhangi bir savaşa fiilen katılan TSK mensuplarına “muharip gazi” denilir. Herhangi bir savaşta veya terörle mücadelede yaralanan ve tedavi sonrası sakatlığı raporla kesinleşenlere de “malul gazi” denilir.
İstiklal Savaşı’na, Kore Savaşı’na ve Kıbrıs Harekâtı’na katılanlar “İstiklal Savaşı Gazisi” ünvanıyla anılır.

[caption id="attachment_2193339" align="alignnone" width="880"]İstiklal Savaşı gazileri... İstiklal Savaşı gazileri...[/caption]

İLK GAZİLERİMİZ

Türk tarihinde gazilik, Müslüman Türklerin Anadolu’yu ele geçirme sürecinde sıkça kullanılmaya başlandı. Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’nun fethinde etkili olan Emîr Dânişmend, Emîr Mengücük, I. Süleyman Şah aynı zamanda “gazi” unvanıyla anıldılar.
Türkler, gazinin karşılığı olarak “alp”i de kullandı. Hatta Anadolu’nun Türkleşmesini İslamlaşmasını sağlayan tasavvuf dervişleri “alp-eren” olarak adlandırıldı.
Batı Anadolu’daki Osmanlı Beyliği Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, Orhan Gazi tarafından devlet haline getirildi.
Yani ilk gazilerimiz, bu toprakları vatan yapanlar ve bu topraklarda devlet kuranlardı.
Osmanlı’da savaş kazanan, fetih yapan bazı padişahlara da gazi ünvanı verilmişti. Örneğin, I. Mahmud’a, III. Mustafa’ya ve I. Abdülhamit’e gazi unvanı verilmişti.

II.ABDÜLHAMİT’İN GAZİLİĞİ

II.Abdülhamit’e 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın (93 Harbi’nin) başında gazi ünvanı verildi- Şeyhülislâm Hayrullah Efendi’nin fetvasıyla gazi olan II. Abdülhamit, tuğrasına ve paralara bu unvanını koydurdu, hutbelerde okuttu. Fetvadaki ifadeyle “Allah yolunda bir gaziler ordusu teçhiz eden kimse gazi olur’ hadisi şerifince efendimiz hazretlerinin şeren gazi olduğu anlaşıldığından” II. Abdülhamit’e gazilik ünvanı verilmişti. (Fetva için bkz. Mir’at-ı hakikat, Çorluluzade Mahmut Celalettin Paşa, 1317, Haz. İsmet Miroğlu, 1983, s. 381). Ancak Abdülhamit’in öncesinde “gazi” olduğu 93 Harbi, zaferle değil, çok ağır bir yenilgiyle sonuçlanacaktı. Nitekim dün “siyaseten” gazi olan II. Abdülhamit’in gaziliğini bugün hatırlayan yok gibidir.
1878’den 2018’e, 140 yıllık yakın tarihimizde sadece 1 padişaha, 3 komutana ve 1 şehre özel olarak “gazilik” ünvanı verildi: 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda II. Abdülhamit’e, aynı savaşta Plevne Kahramanı Osman Paşa’ya ve Doğu Anadolu Cephesi Kumandanı Ahmet Muhtar Paşa’ya, Milli Mücadele’de ise Sakarya Zaferi’nin Başkomutanı Mustafa Kemal Paşa’ya ve Antep şehrine...

[caption id="attachment_2193337" align="alignnone" width="442"]Gazi Osman Paşa Gazi Osman Paşa[/caption]

GAZİ OSMAN PAŞA

24 Nisan 1877’de Ruslar Osmanlı’ya savaş ilan ettiklerinde Vidin’de Garp Ordusu Kuvvetleri Kumandanı olan Osman Paşa, kendisine verilen emirle 25.000 kişilik bir kuvvetle 7 Temmuz 1877’de Plevne’ye geldi. 8 Temmuz’da, 18 Temmuz’da ve 11 Eylül’de tam üç Rus saldırısını önleyerek arka arkaya üç zafer kazandı.
İşte 93 Harbi’ndeki bu Plevne kahramanlığı nedeniyle Osman Paşa’ya “gazilik” unvanı verildi.
Atatürk de Gazi Osman Paşa’dan etkilendiğini, onu örnek aldığını belirtmişti.

[caption id="attachment_2193338" align="alignnone" width="880"]Gazi Ahmet Muhtar Paşa Gazi Ahmet Muhtar Paşa[/caption]

GAZİ AHMET MUHTAR PAŞA

Ahmet Muhtar Paşa, 7 Nisan 1877’de Erzurum’a giderek Doğu ordusunu düzenledi. 48.000 askerle 300 km’den fazla bir alanı kontrol etmek zorundaydı. Gerekli hazırlıkları yapıp beklemeye başladı.
Rusların Doğubayazıt’i işgal etmeleri ve Kars’ı kuşatmaları üzerine Ahmet Muhtar Paşa 21 Haziran 1877’de karşı hücuma geçti ve Rusları önce Deli Baba (Halyas Savaşı) çarpışmalarında, sonra da 25-27 Haziran’da Zivin’de mağlûp etti, Rus kuvvetleri Gümrü önlerine kadar çekildi. 25 Ağustos 1877’de Ruslara karşı Gedikler (Kızıltepe) Zaferi’ni kazandı. Bunun üzerine II. Abdülhamit Ahmet Muhtar Paşa’ya “gazilik” unvanı verdi. (Rifat Uçarol, “Gazi Osman Paşa”, TDV İslam Ansiklopedisi, s. 445-448).

Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk


Atatürk, 1911-1912 arasında gönüllü olarak gittiği Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı savaştı. Trablusgarp’taki çarpışmalar sırasında gözünden yaralandı.
1914’te Sofya’da ateşemiliterken I. Dünya Savaşı çıktı. “Vatanın müdafaasına ait faal vazifelerden daha mühim ve yüce bir vazife olamaz. Arkadaşlarım muharebe cephelerinde, ateş hatlarında bulunurken ben Sofya’da ateşemiliterlik yapamam...” diyerek yurda dönüp cepheye gitti.
Çanakkale kara savaşlarındaki kahramanlığıyla bir milletin kaderini değiştirdi: 25 Nisan 1915’te  Arıburnu Zaferi’ni kazandı. 9 Ağustos’ta I. Anafartalar Zaferi’ni kazandı. 10 Ağustos’ta Conkbayırı taarruzunu gerçekleştirdi. 21 Ağustos’ta II. Anafartalar Zaferi’ni kazandı. 10 Ağustos’ta Conkbayırı’nda kalbine isabet eden bir şarapnel parçasının göğüs cebindeki saate çarpmasıyla yaralandı.
16.Kolordu Komutanı Atatürk, 7 Ağustos 1916’da Muş’u Rus işgalinden kurtardı. 22 Ağustos’ta Ruslar yeniden Muş’u işgal etti. Atatürk, 2. Ordu Komutanlığı sırasında 14 Mayıs 1917’de Muş’u ikinci kez Ruslardan kurtaracaktı. 8 Ağustos’ta da Bitlis’i Rus işgalinden kurtarmıştı.

18 Eylül’de Filistin cephesine yönelik genel İngiliz taarruzu başladı. Ordular dağıldı, savunma yarıldı. Yıldırım Orduları Komutanı Liman von Sanders canını zor kurtardı. Dağılan parçalanan, başsız kalan orduları 7. Ordu Komutanı Atatürk, adeta tek başına Halep’in kuzeyine çekmeyi başardı. 26 Ekim 1918’de Halep’in kuzeyinde İngilizlere karşı I. Dünya Savaşı’nın son zaferini (Katma) kazandı. Böylece kendi ifadesiyle Türk süngüleriyle sınır çizdi.
31 Ekim 1918’de Alman Liman von Sanders’in yerine Yıldırım Orduları Komutanlığı’na getirildi. 1-10 Kasım arasında Adana’da, Ali Fuat Cebsoy’un ifadesiyle “direniş yuvaları” kurdu. Milli Mücadele’nin ilk hazırlıklarını Adana’da yaptı. Yetkilileri uyardı.
13 Kasım 1918-16 Mayıs 1919 arasında işgal İstanbul’unda direniş hazırlıkları yaptı. Her kapıyı zorladı, tüm yurtseverlerle temas kurdu. Sonunda kurtuluş için mutlaka “İstanbul surlarının dışına çıkmak” gerektiğine karar verdi.

gazi

Anadolu’ya geçip
milli direnişi örgütlemeye başladı. Havza Genelgesi, Amasya Genelgesi derken İngilizlerin baskısıyla geri çağrıldı. Geri dönmeyince görevden alındı. Rütbeleri, nişanları söküldü. Hakkında idam fermanı yayımlandı. Öldürülmesinin dinen caiz olduğu söylendi. Üstüne Halifelik Orduları (Kuvayı İnzibatiye) gönderildi. Valilere, kaymakamlara, komutanlara emir vermesi, hatta telgraflarının çekilmesi bile yasaklandı. Bütün bu kararları Padişah Vahdettin onayladı.
Bu koşullarda askerlikten istifa edip sine-i millete döndü. Milli Mücadele’yi örgütlemek için Amasya’dan Erzurum’a, Sivas’tan Ankara’ya kilometrelerce yol kat etti. Halka dokundu.
23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM’yi açtı. Bu Meclis, düzenli orduyu kurdu. I. ve II. İnönü zaferlerini kazanan düzenli ordu Kütahya’da yenilip geri çekildi. 19 Temmuz 1921’de Eskişehir Yunanların eline geçti. Düşman Ankara’ya doğru geliyordu.
Karadeniz’deki Yunan filosu 19, 20 Temmuz’da Trabzon’u, 25 Temmuz’da Sinop’u bombaladı.

Toz toprak içinde ve tıraşı uzamış yorgun yüzüyle Meclis kürsüsüne çıkan Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa, 23 Temmuz’daki TBMM gizli oturumunda Ankara’nın boşaltılacağını ve Meclis’in Kayseri’ye taşınacağını söyledi. Meclis’te sert tartışmalar oldu.
28 Temmuz’da Kütahya’da toplanan Yunan Meclisi Ankara’ya yürüyüş kararı verdi.
31 Temmuz’da Yunan Karalı Eskişehir’e geldi.

İşte o günlerde
her şeyin bittiğini düşünen muhalifler, Atatürk’ü harcamak için, Atatürk’ün başkomutan olup cepheye gitmesini istediler. Atatürk bu görevi kabul etmezse “kaçtı” diyecekler, kabul ederse kaçınılmaz görünen yenilgi sonrasında tüm sorumluluğu ona yükleyeceklerdi. Atatürk bu görevi kabul edeceğini, fakat görevin 3 ayla sınırlandırılmasını ve bu 3 ayda Meclis’in bütün yetkilerinin kendisine verilmesini istedi. Görüşmeler, tartışmalardan sonra 5 Ağustos 1921’de 184 oyla Atatürk’ün başkomutan olması kabul edildi. Edirne Mebusu Şeref Bey, “Milleti kurtaracaksın ve tarihe adın altın harflerle yazılacaktır” dedi. Bursa Mebusu Muhittin Baha Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın evvelce “Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, bulunur kurtaracak bahtı kara maderini” dediğini hatırlatarak “Çanakkale’de olduğu gibi Anadolu’da da bir Kemalyeri kuracaksınız” dedi. (Mahmut Goloğlu, Cumhuriyete Doğru, s. 189,190).Atatürk’ün başkomutanlık yetkisi, savaş halinin devam etmesi yüzünden üç kere daha uzatıldı.
Başkomutan Atatürk, 5 Ağustos’ta “Orduya ve Millete Bildiri”sini yayımladı. “Düşmanın, yurdumuzun harim-i ismetinde boğulacağını” bildirdi. 8 Ağustos’ta da, halkın elinde avucunda ne varsa yüzde 40’ını, sonradan geri ödenmek koşuluyla, orduya vermesi anlamına gelen Tekâlif-i Milliye Emirlerini yayımladı.
12 Ağustos’ta Fevzi Paşa’yla birlikte Polatlı’daki cepheye gitti.

16 Ağustos’ta Atatürk, cephe sol kanadını denetlerken, İnlerkatrancı yakınındaki tepede atının ürkmesiyle atından düşüp yaralandı. Ankara’ya döndüğünde iki kaburgasının kırık olduğu anlaşıldı. O gece Çankaya’da kaldı. Yanındakilere “Yarın sabah erkenden cepheye gideceğini” söyledi. Gerçekten de 17 Ağustos’ta cepheye döndü.
19 Ağustos’ta Ali Kemal şöyle yazıyordu: “Yunanlar Ankara kapılarına dayandılar. Mustafa Kemal’e barınacak yer kalmayacak. Hesap sorma zamanı geldi.”
23 Ağustos’ta Yunan taarruzuyla Sakarya Savaşı başladı...
Başkomutan Atatürk, “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” stratejisi doğrultusunda en uygun zamanı ve yeri buluncaya kadar geri çekildi. Bu geri çekilme, Yunan ordularının hem moralini bozdu hem ikmalini zorlaştırdı. 10 Eylülde, Atatürk’ün emriyle Türk karşı taarruzu başladı. İki gün içinde Duatepe, Kartaltepe, Çaldağı, Mangaldağı geri alındı.

Yunan orduları 13 Eylül’de Sakarya’nın batısına çekildi. Böylece 22 gün 22 gece süren Sakarya Savaşı kazanıldı.
Sakarya’da Yunan ordusu 110.000, Türk Ordusu 96 bin civarındaydı. Savaş sonrasında Türk tarafı 3.713 şehit, 18.480 yaralı verdi. Türk Ordusu’ndaki şehitlerin 277’si, yaralıların 1058’i subaydı. Bu nedenle Sakarya bizim için “subay savaşı”dır. (Celal Erikan, Kurtuluş Savaşı Tarihi, s. 267). Yunan kayıpları ise çok daha fazlaydı. İngiliz ve Yunan belgelerine göre 15.000 ile 18.000 arasındaydı.
İngiltere Genelkurmay Başkanlığı’nın Sakarya Savaşı sonrası hazırladığı bir raporda Atatürk’ün savaş planının Yunan komutanların anlayamayacağı kadar karmaşık olduğu ve Türklerin Sakarya’da “parlak bir zafer” kazandığı belirtiliyordu. (Bilal Şimşir, Sakarya’dan İzmir’e, s.231 vd)
Sakarya Savaşı’nın kazanılmasıyla, 13 Eylül 1683’te Viyana’da Kalenberg tepelerinde başlayan Türk geri çekilişi 13 Eylül 1921’de Ankara önlerinde durduruldu.
14 Eylül’de, İsmet (İnönü) ile Fevzi (Çakmak) paşalar Meclis Başkanlığı’na bir telgraf çekerek zaferin baş mimarı Başkomutan Atatürk’e “müşirlik” (mareşallik) rütbesiyle “gazilik” unvanının verilmesini istedi.

19 Eylül’de Meclis’te Atatürk Sakarya Savaşı’nı anlattı. Fevzi ve İsmet paşaların başarılarından, Mehmetçik’in kahramanlığından söz etti. Atatürk’ün konuşması bitince 68 mebusun imzasıyla Meclis’e verilen bir önerge okundu. Önergede “Vatanın kurtarıcısı ve son zaferin yaratıcısı” Atatürk’e gazilik unvanı ile mareşallik rütbesi verilmesi isteniyordu. Önerge onaylanıp kabul edildi. (Kanun 153).
Atatürk ölünceye kadar “gazi” unvanını büyük bir gururla taşıdı.
Atatürk Sakarya Savaşı öncesi yaralandığı için değil, Türk Milleti’nin bu varlık yokluk kavgasında tüm sorumluluğu üzerine alıp, 22 gün 22 gece süren, dünya tarihinin en kanlı muharebesini planlayıp yönetip kazandığı için “gazi” oldu. Atatürk, Trablusgarp’tan Çanakkale’ye, Muş ve Bitlis’ten Suriye-Filistin’e cepheden cepheye koşarak Türk Milleti’ni ve Türk vatanını savunduğu için ve sonunda Sakarya’da Yunan ilerleyişini durdurduğu için “gazi” oldu.
Son 140 yılın üç büyük gazisi; Gazi Osman Paşa, Gazi Ahmet Muhtar Paşa ve Gazi Mustafa Kemal Paşa savaş meydanlarında, cephelerde gazi oldu.
İktidar bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “gazi” unvanı verebilir. Ancak bu gazilik, II. Abdülhamit’in saray gaziliğinden öte bir anlam ifade etmez, zamanla unutulur. Ben şahsen, Sayın Erdoğan’ın bu “siyaseten gaziliği” kabul edeceğini sanmıyorum!