Erdoğan, Boğaziçi Üniversite­si için dedi ki:
“Ülke ve millet değerlerine yaslanamadığı için zayıf kaldı.”
Dikkatimi şu çekti:
Erdoğan, Boğaziçi Üniversi­tesi’ndeki konuşmasında neden “milli değer” vurgusu yaptı?
Biliyoruz ki:
Boğaziçi Üniversitesi’nin “babası” Robert Koleji!
Kolej; ABD’li iki misyoner Dr. Cyrus Hamlin ile Christopher Rheinlander tarafından kuruldu. Faaliyete geçtiği 100’üncü yılı 1971’de, Robert Koleiji, Türk Hükümeti’ne “arazimiz içinde bağımsız bir üniver­site kurabilirsiniz” teklifini götürdü.
Boğaziçi Üniversitesi böyle kuruldu.
Şimdi...
Boğaziçi Üniversitesi Me­zunları Derneği’nde konuşan Erdoğan’ın “milli değer” vur­gusunu nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Erdoğan’ın zihinsel/teo­rik dünyası konusunda pek durmuyoruz!
Her olumsuz olayın altında düşman arayan bir kültür çevresinde yetişti Erdoğan.
Örneğin... Yıl 1975.
Milli Selamet Partisi Beyoğlu Gençlik Kolu Başkanı Erdoğan sahneye çıktı! Hem yönetip hem oynadığı tiyatro oyununun adı:
Mason, Komünist, Yahudi kısaltılmasından oluşturulmuş “Mas-Kom-Yah” idi...
Oyun, Batı kültürünün bir Müslüman aileyi nasıl peri­şan ettiğini anlatıyordu!
Erdoğan’ın teorik dünyası bunu aşamamış görünüyor; “milli değer” bozuluşunun biri­cik sebebi olarak Batı kültürü­nü/pozitivizmi görüyor!
“Kültür teorisi nedir” bil­miyor! “Kültür” denilince salt “manevi değerleri” anlıyor.
Kültür, Latince “Cultura” kökünden türetilmiş Fransızca bir kelime; ekin ekmek, ye­tiştirmek anlamlarına geliyor. Yani, kültürel düzen üretimsiz olmaz.
Sizi teorik kavramlara boğ­mayacağım, ne demek istediği­mi bir örnek olay üzerinden anlatacağım...

ODTÜ’lü üç genç


Yıl, 1975.
İstanbul’da Erdoğan “Mas-Kom-Yah” oyunu oynar­ken...
Ankara’da ODTÜ mezunu üç genç bir tasarım üzerinde gece gündüz çalışıyordu!
Bu, “KD/ETC 542” as­keri el telsiz idi. Çünkü...
II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD, “Türk Ordusu’nun tüm teçhizatını ben sağlayacağım” dedi.
Dışa bağımlı süreç böyle başladı: ABD “savaş artıkları­nı” üç-beş kuruşa verdi.
Siyasal iktidarlar, “ucuzu varken niye pahalıya ürete­lim” dediler. Böylece...
Sadece Türk uçağı üretimi­ne son vermediler. Örneğin, 1925’te kurulan (1937’de Yunanistan’a 1.5 milyon liralık silah satışı yapan) Şakir Zümre Bomba Fabrika­sı’nın kapısına da kilit vurdu­lar. Nuri Killigil silah fabrika­sıyla birlikte havaya uçuruldu. Sonuçta...
ABD’ye teslim olduk...
Kıbrıs krizi ortaya çıkınca meselenin önemini kavradık. ABD dedi ki, “iznim olma­dan silahlarımı kullanamaz­sın!” Öyle anlaşma imzalan­mıştı!
Asıl sorun Kıbrıs Savaşı’n­da çıktı...
Kıbrıs’ta askerimizin Ame­rikan hurdası telsizleri çalışmadı, çalışanların da pili 6 saatte bitti, yedek pil de ABD’den ambargo nedeniyle gelmedi.
Ne yapılacaktı?
Teknim Ltd. şirketi patro­nu ODTÜ mezunu Orhan Akalp, laboratuvarda çalışan üç genç mühendisin yanına gelerek, “çocuklar elinizdeki işleri bırakın orduya telsiz yapacağız” dedi.
Bir “milli değer” böyle orta­ya çıktı...

Ölüm tehdidi


ODTÜ’lü üç genç mühendis gece gündüz çalıştı.
Telsiz devrelerini yapmak pek sorun olmadı. Ama bunu askerin eline tutuşturabilecek, savaş koşullarına dayanıklı bir kılıfa koymak zor oldu.
İtalya’dan kalıpçı getirdiler. Kalıpçı 500 bin dolar isteyince yıkılıp kaldılar. O para kimsede yoktu.
Sonuçta, alüminyum dış cep­he profili kullanarak bir kutu yaptılar. Telsizi seri üretime soktular. Fakat...
Türk Ordusu telsizi almadı. Türkiye’de değil sıfırdan bir askeri telsiz yapmak, mevcudun tamiri bile müm­kün görünmüyordu. TSK yerli üretime güvenini kaybetmişti. Testlerden başarıyla geçen yerli telsizi almakta tereddüt ediyordu. Uzatmayayım.
Satış sözleşmesi imzalandı, teslimat başladı. Tam o sırada “birileri” ODTÜ’lü patronu teh­dit etti: “Bir sabah arabana binersin, havaya uçarsın!”
Orhan Akalp İsviçre’ye git­mek zorunda kaldı.
TSK baktı ki, Türkiye’de telsiz üretilebiliyor ama işin güvenliği özel şirketlerle falan sağlanamaz.
İşte... ASELSAN böyle doğdu.
O gün telsiz üretiminde çalı­şan ODTÜ’lü 14 mühendi­sin 13’ü ASELSAN’a geçerek kurumun çekirdek kadrosunu oluşturdu.
Üç genç mühendisten biri olan Cengiz Ergeneman, 1978’den 2006 yılına kadar ASELSAN’ın genel müdürlüğü­nü yaptı. (Bu askeri kurumlara AKP korumasındaki FETÖ’nün neler yaptığına, cinayetlerine girmeyeyim.)
ASELSAN bugün değerli bir Türk markası.
Şuraya gelmek istiyorum:
Güney Kore şirketi Sam­sung’un 2016’da aldığı patent sayısı 5 bin 518. (IBM ise 8 bin 88.)
Aynı yıl Türkiye’de patent için başvuranların sayısı bile bin 10! (Çin’in patent başvu­rusu 29 bin 839.)
Erdoğan hâlâ “milli değer” vurgusu yapıyor.
Bilimin “millisi” nasıl oluyor­sa? Örf ve adetlere uygun bilim mi? Şaka mı bu?
Erdoğan üniversiteleri rahat bırakıp bilgi-bilim üretmele­rine olanak sağlamalıdır.
Robert Koleji’nden Boğaziçi Üniversitesi’ne hepsi bu ülke­nin çocuklarıdır ve bu ülke için değer üretmektedir.
“Mas-Kom-Yah” oyunu artık sona ermelidir.
Yoksa. Türkiye boş laflarla zaman kaybetmeye devam eder...