İlk kez 1947 yılında sahnelenen “Arzu Tramvayı”nı hâlâ bu kadar cazip kılan nedir? Çok da hızlı olmayan akışına rağmen karakterlerinin derinliği, sahiciliği ve vurucu replikleriyle çarpıcı bir eserdir. Amerikalı oyun yazarı Tennessee Williams’ın bu ölümsüz eseri, sinemaya sadece bir kere (Elia Kazan, 1951); TV filmi olarak da iki kere uyarlandı. Amerikan sinemasının güçlü yönetmenlerinden Elia Kazan’ın uyarlaması o kadar iyidir ki, sinemada bir daha kimse bu hikayeye bir daha el atmak istemedi. [caption id="attachment_2121865" align="aligncenter" width="660"]eliakazan 1951 yılında Pulitzer Ödülü kazanmış Oscar Ödüllü filmi Elia Kazan yönetmiş, baş rollerde Marlon Brando, Vivien Leigh, Kim Hunter ve Karl Malden yer almıştı.[/caption] Oyunun gücü elbette en çok da Blanche karakterinde saklı. 1940’lar... Belle Reve’deki aile evlerini elinden kaybeden otuzlarında bir kadın olan Blanche DuBois, Missisippi’nin küçük bir kasabasında kocası Stanley ile yaşayan kız kardeşi Stella’nın yanına gelir. Blanche mutsuz, çaresiz ve parasızdır. Gidecek başka hiçbir yeri de yoktur. Kocası Stanley’nin güdümünde yaşayan Stella ablasına elinden geldiğince destek olmaya çalışsa da Blanche’ın kontrolü dışına çıkmış sinirleri bu iki odalı evde giderek büyük bir sorun haline gelmeye başlar. Bu sorunu büyüten elbette sadece Blanche değildir. Stanley en başından beri Blanche’ın evi ve edebiyat öğretmenliği işini nasıl kaybettiğini sorgular, sürekli onunla uğraşır. Blanche, Stanley’ni kaba ve gürültücü bir adam olarak görür. Eski evliliğinin bitiş şekli onda büyük yaralar açmıştır, yalnızlığın ve sevgisizliğin içinde debelenen Blanche’ın hassasiyeti, Stanley’in yıkıcı kişiliği karşısında en başta hayli mağrur dursa da giderek zayıflar. Stanley’nin poker arkadaşı, kibar ve iyi bir adam olan Mitch, Blanche için yeni bir umut olur. Ama Stanley Kowalski buna izin verecek midir? Williams’ın oyunu insanın yıkıcılığını, yalnızlık korkusunu, umuda olan ihtiyacını, hayal kırıklığını, neşeyi ve mutluluğu hüzünlü bir omurga üzerinde bir araya getirir. Mitch’i de dahil edersek, yazar dört ana karakterini de satranç taşları gibi dizmiştir yerli yerlerine. 35 yıl sonra ülkemizde tekrar sahnelenen “Arzu Tramvayı”, ara dahil 155 dakika sürmekte ama izleyicisini bir an bile sıkmayacak bir performansla çıkıyor karşımıza. Olayların büyük ölçüde bir apartman dairesi içinde geçmesine rağmen karakterlerin girişleri çıkışlarıyla dinamik bir trafik yaratmak, onları sadece konuşan figürler olmaktan çıkarmak için en uygun sahne tasarımı seçilmiş. Şirin Dağtekin Yenen’in kostüm ve dekor tasarımları göz yormayan, kullanışlı ve hikayeye belli oranda enerji katacak bir anlayışla yapılmış. Mesela karakterler Stella ve Stanley’nin dairesine girip çıkarken seyircinin önünden geçip yürümekteler. Bu hem sahenelere heraket katıyor, hem de oyuncuların çerçeve dışındayken de rol yapmalarını sağlıyor. Haluk Bilginer’in temiz, akıcı ve çağdaş çevirisi de, Williams’ın ağır tonunu günümüz seyircisine yaklaştırmı zaten. Etkili bir oyuncu kadrosu Oyunun merkez karakteri olan Blanche, Zerrin Tekindor’un derinlikli performansıyla vücut buluyor. Tekindor’un rol aldığı dizi ve filmlerde de en dikkat çekici tarafı izleyiciye yansıtmakta hiç zorlanmadığı sahici samimiyeti. Blanche’ın, karşısındakini tedirgin edici, bastırıcı neşesi ve enerjisi Stanley’nin devreye girmesiyle giderek geriliyor, yerini başka türlü bir tedirginliğe, depresyona, inkar ve dengesizliğe bırakıyor. Tekindor oyun boyunca Blanche’ın bütün ruhsal yolculuğunu son derece tutarlı ve detaycı bir performansla seriyor gözler önüne. Elia Kazan’ın filmindeki Oscarlı performansıyla unutulmayan Vivien Leigh’inkine yakın bir performans izliyoruz Tekindor’dan. Stella olarak izlediğimiz Şebnem Bozoklu alıştığımızın bir türle çıkıyor elbette karşımıza. Dramatik bir teslimiyetle kocasına bağlı, olan bitenin farkında olsa da değiştirmeye gücü yetmeyen Stella’da Bozoklu risksiz bir performans sergiliyor. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir sahnesinde Stella’yı oynayan herhangi bir oyuncunun en büyük mücadelesi Blanche gibi baskın bir karakterin karşısında ezilmemek olmalıdır sanırım. Şebnem Bozoklu bunu başarıyor. Tekindor’un Blacnhe’ı karşısında kaybolmuyor oyuncu. [old_news_related_template title="Şebnem Bozoklu: 'Güce tapınmak hayır getirmemiştir'" desc="Şebnem Bozoklu, Zerrin Tekindor ve Onur Saylak, Tennessee Williams imzalı fenomen oyun ‘Arzu Tramvayı’ ile tiyatroseverlerin karşısına çıkıyor. Oyunun yönetmenlik koltuğunda Hira Tekindor oturuyor. Oyunla ilgili konuşan Şebnem Bozoklu,'Güce tapmak hiçbir dönemde hayır getirmemiştir. Her zaman böyle adamların etrafında susan kadınlar ve adamlar vardır. Sadece sistem devam etsin diye' diyor." image="https://sozcuo01.sozcucdn.com/wp-content/uploads/2017/12/arzutramvayi2.jpg" link="https://www.sozcu.com.tr/hayatim/kultur-sanat-haberleri/sebnem-bozoklu-guce-tapinmak-hayir-getirmemistir/"] Stanley’i oynayan her aktörün ise aşması gereken kocaman bir Marlon Brando dağı var. Elia Kazan’ın, filminde, aslında oldukça sevimsiz bir erkek karakter olarak yakışıklılığının ve karizmasının doruğundaki Brando’yu oynatması izleyici için bir ters köşeydi. Zaten tiyatro sahnesinde de bu oyunla birlikte adeta markalaşmıştı oyuncu. Yakışıklı, ideal ölçülere sahip ama görüntüsüyle koşut olarak kaba tavırlarıyla karşısındaki kadınları tahakkümü altına alan bir karakteri oynuyordu. Onur Saylak, Brando etkisini yaratmak için kendine ait başka bir yol buluyor ve onu uyguluyor. Kendi üzerinde Brando cazibesinden daha farklı bir cazibe yaratmaya soyunuyor. Beden dili ise Polonya asıllı bir Amerikalıyla sınırlı değil, Saylak oyunun yönetmeni Hira Tekindor’la birlikte karakterin içine birazcık Türk erkeğinin karışmasına da karar verilmiş sanki. Stanley gibi erkekler dünyanın her ülkesinden, her toplumundan çıkabilmektedir ne de olsa. Hasta annesinin güdümünde yaşayan ve yalnız bir adam olan Mitch’in çocuksuluğu onu oynayan İbrahim Selim’in üstüne cuk oturmuş. Stanley sayesinde geçirdiği değişim karakterin kırılma noktası ve Selim o tümseği de arızasız atlatırken hiç zorlanmıyor... Elbette sinemanın olanakları tiyatrodan çok farklı. 35 yıldır Türkiye’de sahnelenmese de hâlâ gücünü koruyan bir sinema uyarlamasına ulaşmak mümkün. Elia Kazan’ın klasiğinde özellikle Vivien Leigh’nin Blanche’ı Marlon Brando’nun Stanley Kowalski’si de izlenmeli. Ama bu etkileyici hikaye sonuçta yazarı tarafından sahnede sahnelenmek için yazılmış. En büyük etkisini sahnede canlı oyuncular eşliğinde yaratmakta. Siz de Arzu Tramvayı’nın koltuklarından birinde yerinizi gönül rahatlığıyla alabilir, Blanche’ın arayışına tanık olabilirsiniz. Bu hiç eskimeyen, zamansız hikayede insana dair, hepimize tanıdık çok fazla detayla karşılaşacaksınız...