Mercan Dede projesi başlayalı 20 yıl oldu. Nasıl geçti 20 yıl? Geçtiğini bile anlayamadık. 20 yıl fikri, üç-dört ay evvel açıldı. Benim zaman kavramım hiç yok. O zamandan bu zaman baya bir albüm çıktı, birçok şey oldu. Bunu kutlamamız lazım dedim. Çünkü sadece benimle ilgili bir şey değil, albümlere emek veren çok fazla sanatçı var. Sahnedeki üçüncü jenerasyonumuz. İlk kez İstanbul'a geldiğimde sahnede Okay Temiz'le Hüsnü Şenlendirici'nin babası Ergün Şenlendirici vardı. Çok önemli bir trampetçi. Şimdi, bizim grupta Hüsnü'nün oğlu Ergün Şenlendirici var. Üç jenerasyon geçmiş aradan. Geçenlerde hesapladık Mercan Dede ilk çıktığı günden bugüne kadar 3 milyon kilometre dolaşmış. Baya bir yolculuk. Onlarla ilgili ileride bir kitap da yapmak istiyorum. İlk Sufi Dreams'le başladık. Zaten benim hikayem malum. Plastik bir su borusunun ney yapılmasıyla başlayan bir hikaye. mercandedeeBu plastik boru dışında 20 yılı şekillendiren başka mihenk taşları neler oldu? En önemlisi başlangıç olarak ilk konserimizdi. Sahnede Kani Karaca, İhsan Özgen, Yurdal Tokcan, Göksel Baktagir vardı. Tophane-i Amir o zaman bugünkü kadar çok kullanılan bir yer değildi. Çok büyülü bir yerdi. Ben ilk kez sahneye çıkmıştım, saçlarımı falan gördüklerinde büyük bir hayal kırıklığına uğradılar (Gülüyor). Mercan Dede denilince daha oturaklı, yaşlı sanıyorlardı. Bu ismini saydığımız insanlar Türk müziğin yaşayan en büyük ustaları. Ardından Journeys of a Dervish ve Seyahatname geldi. Onun önemi Beyhan Murphy'nin kurduğu Modern Dans Topluluğu'nun müzikleri olmasıydı. O hakikatten modern dansta önemliydi. O da bir mihenk taşıydı. O da ikinci eşikti. Seyahatname, Mercan Dede'nin tanınmasında önemli bir yerde. Onun ardından dünya müzik fuarı WOMEX'e katıldık. O da bize çok katkı sağladı. Ardından Su, Hava, Nefes çıktı. Toprak henüz çıkmadı. 800 albümü de bir Türk sanatçının dünya müzik listelerinde zirvede olması adına önemliydi. Aynı zamanda Mevlana'nın 800'üncü yaş günü olduğu için adı öyleydi. Şu anda Mevlana'nın kitapları Amerika'da kendi türleri içerisinde en çok çevirileri yapılan kitaplar. O zaman öyle değildi. Sonra Dünya albümü geldi. O da dünyadaki önemli müzisyenlerle tanışma süreciydi. Loreena McKennitt'i ilk kez Kanada'da konser verdiği binanın dışından dinlemiştim. Ardından onlarla sahne paylaşmak çok onur vericiydi. Şimdi yeni bir döneme girdik. Çünkü müzik de yeni döneme girdi. Bundan sonra nasıl bir değişim olacak? Benim zaten müzik eğitimin yok. Görsel sanatlar asıl eğitimim. Şimdi ikisi birleşti. Bundan sonra multimedya alanına girdik. Resim alanında sergiler yapıyorum. Özellikle film önemli. Türkiye'de çok fazla bilinmiyor ama yurtdışındaki filmlere baya bir müzik yaptım. Blade Runner 2049'ın albümünde çalıştık. Şu andan itibaren kendimi multimedya alanında görüyorum. Yaşam olarak da öyle bir yerdeyim aslında. mercandede   İLHAM VEREN YER BURASI Kendinizi bir yere ait olarak değil, evrensel olarak tanımlıyorsunuz. Ama hikaye aslında bu topraklardan doğuyor ve sanki yurtdışında size yönelik daha yoğun bir ilgi var. Doğru mu? Semazenlerin bir ayağı hep merkezdedir. Diğer ayaklarıyla dönerler. Sonunda merkez Anadolu. Esas köklerimiz burada. Benim Kanada'da çok değerli bir akademisyen arkadaşım var. Bir gün bana "Siz tırnağınızla toprağı biraz kazıdığınızda, oradan ne kültürler fışkırıyor" demişti. O yüzden özlemimiz hep burada. Ben Kanada Montreal'de eski bir binada oturuyorum. "100 yıllık binada oturuyorum" diye hava atıyorsun ama, burada ayakkabı boyacısı çocuk Roma taşına oturmuş işini yapıyor. İlham veren yer burası. Özellikle bu kadar zengin bir kültürün üzerinde oturduğumuz halde, bir kültür politikamız olmadığı için kendi kültürümüzü çok az tanıtabildik. Bu da bizim borcumuz gibi geliyor. Sahnede üç jenerasyon değişirken, dinleyicilerinizde de böyle bir değişim oldu. Jenerasyon değiştikçe sizin müziğinize yönelik reaksiyon nasıl değişti? Çok farklı kesimlerden insanlar konserlere geliyor. Yaş grubu olarak da, kültürel farklılık olarak da, inanç olarak da. Demek ki müziğin birleştiriciliği orada. Bizim ilk konserimizde punk müzik dinleyen, caz dinleyen, başörtülü, açık insanlar vardı. O devam ediyor. Müzik, kendi içerisinde ilerliyor tabii. Dünya çok hızlandıkça, müziğin algılama biçimi de değişti. Ancak müziği çok seven insanlar bir albüm dinliyor. Genelde single dinleniyor. İnsanların konsantre olma biçimleri değişti. Müzik üreticileri için de sıkıntılı bir durum olsa gerek... Çok sıkıntılı bir durum. Albüme hayatını koyuyor insanlar. Ama genelde bir şarkı dinleniyor. "Albümü dinlediniz mi" diye sorulunca, "Şöyle bir taradık" cevabı veriliyor. 'Tarama' kelimesi müziğin içine girdi. Şu anda bombardıman halindeyiz ama bir parça yavaşlayıp dinlemek lazım. Ben bu duruma tam ters gidiyorum. Normalde parçalar üç dakika, dört dakika yapılınca dinlenmiyor. Ama bizim bir şekilde bunu yavaşlatmamız lazım. İnanılmaz telaşlı dünyayı bir parça durdurmak lazım. Sanatın amaçlarından bir tanesi de bu. Benim tabii alt kişiliklerim de var: DJ Arkın Allen gibi... Arkın Allen'ın müzikleri daha hareketli, daha hızlı. Mercan Dede, daha ağır. Albüm konseptinin ortadan kalkması çok ilginç bir süreç. Düşünsene, sinema öyle bir yere gelmiş ki, en uzun film 10 dakika. Bizim kültürümüzde bir akşam yemeği vardır. Onun bir kültürü, sohbeti vardır. Sosyal bir şeydir. Akşam yemeğinin 6 dakika olduğunu düşünsene. O hayatın biraz dağıldığı bir nokta. Ben bunun karşısında durup, ısrarla bunu yavaşlatmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü "acele giden ecele gider" derler. Ecele giderken, sindirmemiz lazım.mercandede2 TASAVVUF KORKUNUN YERİNE SEVGİNİN KONMASIDIR Sufi anlayış içerisinde de farklı görüşler var. Bazıları kültürel yönünü övüyor, bazıları inanç yönünü yeriyor ya da tam tersi. Sizin için anlamı nedir? Mevlana, bunu cevaplamış gibi. "Doğrunun ve yanlışın ötesinde bir yer var, orada buluşalım" diyor. Bence bizim konserlerde buluştuğumuz yer de orası. Tasavvuf, sufizm dediğimizde tabii çok geniş kavramlar. Bunların içerisinde baya bölümler, fragmanlar var. Hristiyanlığın içerisinde de öyle. Ben kendimi dindar birisi olarak görmüyorum. Dindarla ilgili de şüpheci bir insanım. Dünyanın etrafını bu kadar gezince, dinin devlet düzenine karıştığı hiçbir mutlu ülke görmedim. Bu sadece bize ait bir şey de değil. Din nerede devlet yönetimine karışırsa, orada bir kölelik düzeni var. Mevlana biraz okuyorsa insanlar, ki okumuyorlar, hoşgörüye, sevgiye, barışa ait şeyler söylüyor. Bence laiklikle ilgili de çok etkileyici olan şeylerden bir tanesi, çok farklı görüşteki insanların bir arada yaşayabilmesi. Hem fikir olmaları gerekmiyor. Böyle olmayınca da çok şey öğreniyoruz birbirimizden. Ama önce birbirimizi dinlememiz gerekiyor. Ben tasavvufu, hayatlarımızdaki korkunun yerine sevginin konulması olarak görüyorum. Halbuki, korku çok iyi gelir getiren bir iş. Korkuyu muhafaza ettiğiniz sürece belli bir şekilde hükümdarlık alanı yaratabiliyorsunuz. Bana bazen Instagram'dan "Dinimizde dövme caiz değildir" yazıyorlar. Bu, başkalarının hayatları üzerinde yargılama hakkı olduğunu düşünenler yapıyor. Bunu müzik ve sanatın ötesinde kaygı veren bir işaret olarak da görüyorum. YAKMAK KOLAY VE UCUZ Şiddet, artık sorunları çözme noktasında bir kültürel norm, araç haline mi geldi dünya çapında. Sizin verdiğiniz mesajın tam tersi olan bu durum, müziğinizi nasıl etkiliyor? Şiddet, korkunun eyleme dönüşmüş hali. Biz, şimdi bunları konuşuyoruz ama Yunus Emre'yi, Mevlana'yı okuduğunuzda, 800 yıl evvel dünyayı ne kadar iyi anladıklarını görüyorsun. "Cennet dediğin de, cehennem dediğin de kendi içinde var olan bir şey" diyorlar. Cehenneme herkes kendi ateşini götürüyor. Bir grup insan o ateşe çok meraklı. Bir şey yakabilmek çok kolay. Güzel bir binayı 2-3 yılda baya bir emek vererek yapıyorsun, bir kibritle yakılabiliyor. Yakma eylemi, şiddet eylemi kolay bir eylem. Kolaylıktan kaynaklanan bir ucuzluk hali var. Ama sevebilmek çok zor. mercandede3 Ama zor olana karşı tembeliz... Çok tembeliz. Bir de lüksümüze düşkünüz. Rahatla ilgili bir şey. O rahatı kırmak istemiyoruz. Ama bunların karşısında müzik ve sanat elimizdeki en büyük söylem. Şiddet kelimesi olmaksızın insanların bir arada var olabileceğine inanıyorum. Bunu başarabilen topluluklar var. O yüzden bizim zaten bu müziği yapmamızın, Mevlana'yı bu kadar sevmemizin sebebi bu. Genelde seninle benim arasında ne fark var değil de, ne ortaklık var, onu konuşmamız lazım. Sohbetimiz ortak. Çok şükür, yine inandığımız şeyleri yapabiliyoruz. Bu hayata pozitif anlamda bakmanın ötesinde, yaratıcı da bakmakla ilgili bir şey. Oradan çözümler üretebiliyorsun. Şiddetten üretemezsin. Tüm dünyada ve ülkemizde özellikle kadınlara uygulanan şiddet en önemli örneklerden. 2020'ye yaklaştığımız bir dönemde en tehlikeli olan şiddet uygulayan insanların, buna hakları olduğuna inanması. Bunu politik söylemlerle yıkmak mümkün değil. Kültür, sanat, müzik ile yıkabiliriz. En güçlü ifade tarzları bunlar. Son dönemlerde bütün bahsettiğiniz bu iyilik, güzellik, barış gibi mesajları verenlerde bir yorgunluk var. "Acaba boşa mı kürek çekiyoruz" söylemi çok yaygın. Sizde böyle bir şey var mı? Umutsuzluk hiçbir zaman yok. Kalbimiz attığı sürece umut var. Bizlerin konumundaki insanların, böyle bir umutsuzluğa kapılma hakları olmadığını düşünüyorum. İyi bir yerde olan insanların, daha zor durumda olanlara yardım etme zorunluluğu var. Bu hem toplumsal hem ahlaki hem de kişisel bir sorumluluk. Borusan Kültür ve Sanat Merkezi, mesela bu konserleri düzenliyor. Bunlar yapılması gereken şeylerden bir tanesi. Sonuçta, "Sanatın insanları bir araya getireceğini, umut aşılayacağını ve aralarında diyalog yaratabileceğine inanıyoruz" diyorlar. Genç birçok sanatçı var, takip ettiğimiz ustalar var. Yıllardır yorulmadan devam ediyorlar. Hayat, tek çizgi değil. İnişler ve çıkışlar var. Beyoğlu gibi... Zamanında insanlar çok şık giyinirmiş, sonra tekrar canlandı, şimdi tekrar bir durgunluk var. Yaşam da öyle bir şey. Düşüş dönemlerinde yükseltmek için çabalayan insanların sırtında yükseliyor. Ben Kanada'da yaşadığım için bazen bana da "Size uzaktan kolay" diyorlar. İŞLER ZORLAŞINCA BURAYA GELEN KİTLEDENİZ Türkiye'den yurtdışına giden de önemli bir kitle var... İşler burada zorlaştığı zaman, buraya gelen kitledeniz. Çünkü yardıma ihtiyaç var. Bir de tabii gönülde hepimiz dünya vatandaşıyız. Tabii ki bu topraklara borcumuz var ama esas borcumuz insanlığın tamamı için güzel bir şeyler yaratmak. Umut var olduğu sürece, 30 yıl hapishanede kalsa da Mandela oradan çıkıyor ve Güney Afrika'nın tarihin değiştiriyor. mercandede4 Şu anda dünyanın en çok ihtiyacı olan şey ne? Umut, kardeşlik, barış gibi güzelliklerden bir tanesini neyden dünyaya üfleme şansınız olsaydı hangisini seçerdiniz? Onlar o kadar hepsiyle bir bütün ki. Bir insanın özellikleri gibi. Kulağı var, burnu var, kalbi var. Yaşamın tamamının sıfatları. Belli toplumlarda kültür-sanat "olsa da olur, olmasa da olur" şeklinde değerlendiriliyor. Ama ekonomi için bu söylenmiyor. Ekonomik olarak kalkınan ülkeler, kültürel anlamda da iyi yerdeler. Nefesin içerisinde üflenen tek bir şey var. Ben ona insanın kalbini dinlemesi diyorum. İnsanlar, akılla algıladıkları dünyayı bir saniyelik durdurup, bir parça kalplerini dinleseler, ne kadar aynı yolun yolcuları olduklarını hissedebilseler, bütün sorunlar çözülebilir. Ama kafamızın içindeki ego bir türlü durmuyor. Bir süre durdurabilirsek, dünyayı başka bir halde görebiliriz. O da asıl hali. Akılla ilgili söyleminiz, modernizme dair de bir eleştiri mi? Kesinlikle. Teknoloji, son 15 yılda inanılmaz bir hızla ilerledi. Ben teknoloji taraftarı bir insanım ama muazzam bir teknolojik bombardıman altındayız. Bu bize getirdikleriyle birlikte, elimizden de çok önemli özgürlüklerimizi alıyor. Snowden gibi adamların anlatmaya çalıştığı şeyler onlar. Eller-kollar gittikçe bağlanıyor. Materyalizm, özünde maddi köken demek. Hayata madde üzerinden bakmak. Ego da öyle bir şey. Şımarık bir çocuk gibi düşünüyorum egoyu. Hiç durmuyor. İstediğimiz zaman diliminde, her neredeysek beş saniye sessiz durmaya çalışmak çok zor. İçeride sürekli bir şey konuşuyor. Bir bilgisayar kullanıyoruz, ama onu hiç kapatamıyoruz. Teknolojinin kullandığı bir insan türüne dönüşülüyor. Sadece kendi çıkarını düşünen ego, her şeyi kontrol altında tutmayı çalışıyor. En büyük stres nedeni de bu. Halbuki hayat öyle bir şey değil. Çok daha mucizevi, kaotik ve bu kaos içerisinde var olma serüveni. Türkiye'ye gelirken uçakta okudum. Yetişkin bir insan, sabah kalkıp, gece yatana kadar 2 binden fazla reklama maruz kalıyor. İlk okuduğumda 2 bin çok fazla dedim, sonra düşünmeye başladım. Bir defa telefonla uyanıyorsun. Dişini fırçalarken macun reklamı var. Kapıdan çıkınca bir sürü reklam var. Sürekli bir bombardıman altındayız. Birileri hep sana bir şey satmaya çalışıyor. Bunları işleyen de ego sistemimiz. O kadar kirlenmiş bir hal ki, bir müzik var, müziğin üzerindeki kirli sesten dolayı, özü duyulamıyor. Materyalizmin özünde de bir şeyleri satmak var. O satmanın bir sınırı da yok. Dünya sanki, sınırsız kaynaklara sahip gibi. Kapitalizm, demokrasiyi bile yiyip bitirdi. Teknolojiyi kendimiz için kullanıyorsak orada güzellik var, ama o bizi kullanmaya başlayınca tehlike var demektir. Bizi bir parça durduran şey bu konuda yine kültür-sanat. mercandede5 GÖNÜL PROGRAMININ RUTİNİ YOK Günlük hayatınız nasıl? Belli rutinleriniz var mı? Ana amaç rutin olmadan yaşamaya çalışmak. Nasıl başarıyorsunuz? Başaramıyoruz, ama düşe kalka devam ediyoruz. Teknoloji kullanımını sınırladım hayatımda. Cep telefonu kullanımı günde 45 dakika. Sosyal medya 20 dakika. Fark ettim ki, geçen yıl daha az kitap okumuşum. 32 yıldır televizyon seyretmiyorum. İçinde reklam olmayan filmler izliyorum. Herkes kendi dünyasını yaratıyor. Teknolojiyi birazcık hayattan çıkarınca rutini kırmaya başlıyorsun. Aslında hepimiz çok ciddi bağımlılarız. Bir şey duyuyoruz ve otomatik olarak davranış biçimimiz değişiyor. Bunlar kırılınca, bir anın içerisinde inanılmaz özgürlük alanları doğuyor. Ben güne sokağa çıkarak başlıyorum. Tabiatın olduğu yere gidiyorum. Akşamı da hep öyle bitiriyorum. Tabiat 4,5 milyar yıldır var. Tabiatın içerisinde sekiz gün hiçbir teknolojik alet ve sinyaller olmadan yaşadığında, vücudun bütün sistemleri daha sağlıklı çalışıyor. Tabiat bir de akılla ilgili değil, gönülle ilgili bir şey. Osho, "Ağaçların başbakan olmak gibi bir derdi" yok diyor. Her gün oturup 10 dakika da olsa ney üflediğimde, rutini durduruyorum. Bir büyüğümüz, "Gerçek anlamda derviş, bütün aklın ve nefsin programlarını hack'leyen kişidir" derdi. Gönül programının rutini yok. MEVCUT SİSTEMLER İNSANI META OLARAK GÖRÜYOR Bahsettiğiniz sufizm ve onun gibi anlayışların metalaştırıldığı da görülüyor. Bu konudaki fikriniz nedir? Çok karmaşık bir konu. Birkaç açıdan bakılabilir. Şeb-i Arus zamanında birçok kişi Konya'ya gidiyor mesela. İnsanlar bilet alıyor, üç gün boyunca seanslar yapılıyor. Onun bir misyonu var. Ama orada bir şeyin pazarlanması, turizmle ilgili bir şey. Bunun kendi içerisinde pozitif yönleri de var. Negatif ve pozitif yönleri birlikte. Benim için pornografi, "İçinde öz olmayan her şey" demektir. Bu Ortadoğu'da seyrettiğimiz terör, şiddetin pornografisi mesela. Reklamlar da öyle. Onu yıkma süreci yine çok kişisel bence. Kim olduğumuzla, hayata nasıl baktığımızla çok bağlantılı. Köleliğin olduğu toplumlar, insanın birey olmasından korkan toplumlardır. Özgürün Türkçe karşılığı çok hoş. 'Öz' ve 'gür'... Bu her bireyin, birey olarak muazzam güzellikte bir çiçek gibi var olmasıdır. Mevcut sistemlerin hiçbiri insanı, insan olarak görmüyor. Meta olarak görüyorlar. Onun karşılığı da matematik değer.