Gezimanya 2015 Seyahat Blogları Yarışması birincisi Çağlar Erözgen; bir yere gitmiş olmaya değil, oranın ruhunu özümsemiş olmaya değer veren gerçek bir seyahat aşığı. Bu söyleşiyle tıp dünyasının bu tutkulu gezginini ve fotoğrafçısını tanıma fırsatı bulacaksınız. - Çağlar Erözgen bir gezgin mi yoksa fotoğrafçı mı? Gezmek için çalışan bir seyahat bağımlısıyım sanırım. İzmirliyim, Antalya’da yaşıyorum. Hekimim. Yıl boyunca gerçekten yoğun çalışıyorum fakat en az bir veya iki kez bir yerlere gidemezsem rahat edemiyorum.  Ayrıca gezerken fotoğraf çekmekten de çok keyif alıyorum. Başlangıçta sadece anı fotoğrafları çekerken artık daha ciddi, özenli kareler çekmeye başladım. Fotoğraf çekmek de seyahat gibi bir bağımlılık oldu sanki. Bir de gidip geldikten sonra aklımda kalanları ve öğrendiklerimi blogumda paylaşmak… - Blogunuz http://erozgen.blogspot.com.tr nasıl ortaya çıktı? Hikâyesi nedir? Aslında başlangıçta sadece çektiğim fotoğrafları paylaşmak istemiştim. Fakat bir baktım, bu fotoğrafların altına ufak açıklamalar yapmak isterken anlattıkça anlatıyorum, bayağı bir araştırma da yapıyorum. Ben de en iyisi blog yazmak diye düşündüm. Önceleri itiraf edeyim sadece kendim için yazıyordum, yazma aşamasındaki araştırmalardan, yazmaktan keyif aldığım için. Sonra yazdıklarımı okuyup da bana ulaşan gezginler çıkmaya başladı. Fikrimi soranlar, benim yazdıklarımdan yararlandıklarını söyleyenler oldu. Doğal olarak bu tip geri dönüşler insanın çok hoşuna gidiyor. Ben de her seyahat sonrası yazmayı alışkanlık haline getirdim. Artık seyahatten döner dönmez “Hadi yazmaya başla” diyen arkadaşlarım var. - “Tatil”e çıkan bir hekimken ne oldu da birdenbire “seyahat” tutkunu oldunuz? Aslında ben seyahat etmeye maalesef geç başladım. 30 yaşımı geçmiştim. İlk kez Hindistan’a gittiğimde hem Hindistan’ı çok sevdim hem de seyahat virüsünü kapmıştım. O andan itibaren hep bir sonraki seyahatimi düşündüm diyebilirim. Oysa öncesinde yurtdışına çıkmışlığım da vardı. Seyahatlerim hayatımı daha eğlenceli yapmanın ötesinde bana enerji veriyor desem abartmış olmam sanki. Bir de öncesinde ve gidip geldikten sonra blog yazarken yaptığım araştırma ve okumalardan hem çok keyif alıyorum hem de bir sürü şey öğreniyorum. Yeni yazarlar keşfediyorum, kaçırdığım önemli filmleri buluyorum. Hatta gidip geldikten sonra çektiğim fotoğrafları gözden geçirirken adeta yeniden gidiyorum. Eğleniyorum kısacası, önemli olan da bu sanırım. - Enteresan yerlere seyahatler gerçekleştirdiğinizi biliyoruz. Şimdiye kadar en çok etkilendiğiniz yerler nereler oldu? Ben sanırım gittiğim hemen her yerden etkileniyorum. Ama özellikle anmam gerekirse Namibya’da Etosha Ulusal Parkı’nda vahşi hayvanları doğal ortamlarında, özgür halleriyle görmek çok heyecan vericiydi. Sanırım Etosha’dan sonra bir daha herhangi bir hayvanat bahçesine gitmem. Arjantin Patagonya’sında Perito Moreno Buzulu’nun tam karşısında durduğum o anı da unutamam. Devasa buzul ürkütücü bir şekilde sanki üzerinize doğru geliyor gibi hissediyorsunuz. Ki geliyor, Perito Moreno hala büyümeye devam eden buzullardan. Bhutan ülkeye ilk adım attığım andan itibaren etkiledi beni. Başkentinde bile trafik ışığı olmayan, halkının büyük çoğunluğunun gündelik hayatlarında geleneksel kıyafetlerini giydikleri, sigara içmenin tüm ülkede yasak olduğu ve Anayasalarında Gayri Safi Mutluluk’tan söz edilen bir ülke. İnsanları sıcacık, çok cana yakınlar. Yazar James Hilton’un aynı adlı kitabında kurguladığı Himayalar’daki gizli kalmış ütopik ülke Shangri La’nın gerçek hali adeta. Ve tabii ki Küba. Yıllarca ambargoya rağmen ayakta kalabilmiş, ambargoya rağmen eğitim ve sağlık alanında mucizeler yaratmış bir ülke. Fakirler, binaları, otomobilleri eski püskü belki ama insanları çok güzel, çok eğlenceli ve mutlular, en azından öyle görünüyorlar... - Evet, Küba’yi en iyi yansıtan gezginlerden biri olarak biliniyorsunuz. Çağlar Erözgen’in Küba aşkı nasıl başladı? Küba’ya gitme fikri hep aklımda vardı. Bilirsiniz; Küba için “Fidel ölmeden Küba’yı görün” derler hep. Bir de Küba’ya 1 Mayıs’ta gidin. Fidel hala yaşıyor ama Küba, Fidel’e rağmen değişiyor. Ben de geçen sene 1 Mayıs’ı Havana’nın meşhur Devrim Meydanı’nda izleyebilecek şekilde Küba’daydım. Küba çok güzel bir ülke, insanları güzel, sıcak, cana yakın. Ben çok eğlendim ve bu adayı çok sevdim. Küba’ya gitmek isteyenlere tek önerim şu olurdu; politik görüşünüzü, önyargılarınızı bir kenara bırakın. Uçaktan indiğinizde ne “sosyalizm nedeniyle” mutlu olan insanları arayın, ne de her gördüğünüz eski bakımsız binanın önünde “sefalet içinde yaşıyorlar, sürünüyorlar” deyin. Çünkü Küba ikisi de değil. - Bundan sonraki rotalarınız hangileri olacak? Aslında ben dünya üzerinde her yere ayak basmak istiyorum. Bir seyahat planı kesinleşip biletler alındığında bir sonraki rota ne olsa diye düşünmeye başlıyorum zaten. Ben düşünmesem de birlikte seyahat ettiğim dostlar ortaya bir fikir atmaya başlıyorlar. Ama ben sanırım en çok filmlerden ve kitaplardan ilham alıyorum. Murakami’yi keşfedip kitaplarını okumaya başladığımdan bu yana aklım Japonya’da sözgelimi. Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı filmini izlediğimden beri Grönland hayalleri kuruyorum. Tanrıkent’in ardından Rio’ya gitmek, hatta bir Favela’yı kendi gözlerimle görmek sürekli kafamda olan bir şey. Bu seyahatler ne zaman olur bilmiyorum ama eninde sonunda gerçekleşecekler.