Boruyu döşeyenin kazancı insan hayatından daha değerli…
Arkadaşlar aradı.
Uluslararası Basın Enstitüsü'nden (IPI) saygın gazeteciler gelmiş. Ülkemizdeki ileri (!) basın özgürlüğü konusunda Türk meslektaşlarıyla konuşmak istiyorlarmış.
“Sohbete sen de gelir misin?” diye sordular.
Gelebileceğimi söyleyerek, adresi istedim.
“İstiklal Caddesi, falanca sokak, filanca numara, üçüncü kat…” dediler…
Adresi vermekle yetinmeyip, Taksim Meydanı tarafından geldiğim takdirde, sokağı nasıl bulacağımı da tarif ettiler
* * *
Ben de öyle yaptım.
Ama tedbiri elden bırakmadım.
Randevumuzdan tam 3 saat önce yola çıktım!
İyi ki de öyle yapmışım!
Saatler süren bir yolculuktan sonra Taksim'e vardım ama nasıl?
Lafı uzatmadan sadece son etapta yaşadığımız serüveni anlatayım:
Dolmabahçe yönünden gelerek Taksim'e çıkan araçların kullandığı ara yola girdik. Yaklaşık 100 metre ötedeki The Marmara Oteli'nin önüne çıkacağız. O daracık sokakta sağlı sollu park etmiş araçlara çarpmamak için, 4 kez durmak zorunda kaldık. Allah'tan yardımsever bir milletiz. Vatandaşların “sağ yap, sol yap, hoopp…” diyerek yönlendirmeleri sonucunda, hiçbir araca çarpmadan otele varmayı başardık!
Böylece İkitelli'den Roma'ya gitmenin, Taksim'e ulaşmaktan daha kolay olduğunu anladık!
* * *
Salimen geldiğimize şükredip derin bir “oh” çektikten sonra, arabamızı otelin otoparkına bırakarak yürümeye başladık.
İstiklal Caddesi'nin şimdiye kadar belki de bin kez değiştirilen kırık dökük parkelerinde sekerek ilerlerken, bir de ne görelim?
İş makineleri bizim gireceğimiz sokağı boydan boya kazmıyor mu?
Karşımıza çıkan görüntüyü hiç abartmadan yansıtıyorum:
Yol boyunca derin bir çukur açılmış, yayalar için de, yarım metre genişliğinde bir kaldırım bırakılmış!
Kaldırım açık olsa neyse!
Üzerine mıcır ve kum dökülmüş, böylece birkaç metre yüksekliğinde tepecikler oluşmuş.
Vatandaş, yağmurun kaygan hale getirdiği mıcır ve kum yığınlarını tırmanarak sokağı geçmeye çalışıyor!
Sanki belediye hizmeti değil de “Survivor” yarışması yapılıyor!
Tepeleri tırmanarak, çamurlara batıp çakarak çukura düşmeden ilerlemeyi başaran vatandaşlar birbirini kutluyor!
Hatta “çak” yapanlar bile oluyor!
Bu arada birileri de boruları döşüyor!
İnip kalkarken yayalara teğet geçen kepçeler, insan hayatına verilen değeri gösteriyor.
Toplantıya katılan gazeteciler, gördükleri, yaşadıkları karşısında çok şaşkın…
İçlerinden biri, “Survivor Sokağı”nda paçalarına yapışan çamurları temizlemeye çalışırken “Ben de yaşlandığımı düşünüyordum. Bu engelleri aştığıma göre, meğer hâlâ iş varmış!” diyor.
Ne de olsa kibar insanlar!
Sokaktaki engellerden çok, basın özgürlüğünün önündeki engeller hakkında konuşmak istiyorlar.
İnsan hayatının bu denli ucuz olmasına acı acı gülüyorlar.
* * *
Toplantının ardından çıktığımız sokakta, düşmemek için duvarlara tutunarak ilerlemeye çalışan bir vatandaş tanıyıp, kolumdan tutuyor.
“Uğur Bey adım Ahmet, 70 yaşındayım. İstanbul'da doğup büyüdüm. Beyoğlu'nun yerlisiyim. Size yemin ediyorum, ben Ahmet oldum olalı, böyle bir zulüm görmedim!” diyor.
Ne diyeyim?
“Haklısınız ben de görmedim!” diyorum.
Boruyu döşeyenin kazancının insan hayatından daha değerli olduğu bir ülkede başka ne denir ki?..