Bir öyle, bir böyle…
Kuşku (şüphe), kuruntu (vehim) kişi yaşamını olumsuz etkileyen, hatta kişisel bozukluklara neden olan duygu çarpıklıklarındandır. Eğitimi yetersiz, bilgi yoksunluğu ağır kimileri getirildikleri görevin donattığı yetkilerle kendilerinde insanlık üstü güçler bulunduğu, herkesten büyük, başarılı, becerili ve etkili oldukları kuruntusuna kapılırlar. Büyüklenme hastalığına düşerek alçakgönüllülükten uzaklaşır, bir anlamda toplum dışında yaşarlar. Yanıltan çevresinin gülücük ve alkışlarıyla anlamsız, zararlı denemelere, uygulamalara girişirler. Genelde sonları iyi olmaz. Halk sırtını çevirir, sevilmez ve sayılmazlar. Yaşam gibi, yaşananlar da geçicidir. Yetkiler, görevler, konumlar bir gün mutlaka biter. “Baki kalan bu kubbede bir hoş sada'imiş” sözünü anımsatan iyiliklerin bilincinde olmayanlar, bencilliklerinin yaptırımını er- geç görürler. Geçenleri unutmayarak, örnek alarak, iyi değerlendirerek geleceğe yürümek ve yarınları gözetip düşünmek en yararlı, en gerçekçi tutumdur.
Son günlerde
Günümüz Başbakanı Star ve NTV televizyonlarının ortak programında “Kuvvetler ayrılığı karşıtı” sözlerini, sözde, açıklamak için konuştu. Karşıtlığını yumuşatıp gidermek için yakın çevresinin ve yandaşlarının anlam değiştirme çabaları kanımızca hiç de geçerli ve yeterli değildi. Herkesi kendileri gibi sananlar daha çok aldanır, daha çok yitirir. Bay Erdoğan'ın Atatürk'le kuvvetler birliği anlatımı da yanıltıcı idi. Demokrasi deneyimlerini, uygulamaları, yargıya verilen önemi, Anayasa'da ayrılan yeri söyleyemedi. “Dersim yanlışı” diyerek seçmene selam, CHP'ye, Atatürk ve İnönü'ye saldırıya devam yönteminde direndi.
Asıl yanlışları kendisi yapıyordu. “Cezaevlerine giren ve tutuklu sayısının artmasının nedeni, adalet sisteminin hız kazanmasıdır” sözüne başta avukatların, hukukçuların nasıl güldüğünü görmeliydi. Karar çıkarmak için bölünüp, katılmadığı çalışmanın kararına imza atanlar, dosyaları tetkik yargıçları ile raportörlere bırakanlar, belgeleri yeterince okumadan karar verenler, yandaşlık, mezhepçilik ve tarikat söylentileri, adliye ve cezaevi koridorlarının kalabalıklığı, yapılması planlanan cezaevleri, bilirkişilere bırakılan sonuçlar, gereksiz bilirkişi incelemeleri, yıllarca yapılmayan, vazgeçilen keşifler, dinlenmeyen tanıklar, gizli tanıklar, soruşturulmayan, incelenmeyen sahtecilikler, “sehven” sözüyle yetinilen değerlendirmeler, neler neler… Etkilemeler, etkilenmeler, değişik nedenli yandaşlık, yargıç ve savcı değişiklikleri ayrı.
“Türkiye'de kuvvetler ayrılığı prensibini en güçlü savunan partinin lideriyim” sözü de Bay Erdoğan'ın. Zaten her şey elinde. Tek adam yönetimi eylemli olarak tam yürüyor. Meclis çoğunluğu hükümetin elinde, silahlı kuvvetler, kolluk güçleri- polis buyruğunda, yargı yanında. Yakındığı yargı onun ekmeğine “yağ” sürüyor ama Bay Erdoğan yetersiz bulup yanına “bal” da istiyor. Bu bir doyumsuzluk ve hırs belirtisidir. Kuvvetler ayrılığı, hukukun temelini oluşturduğu demokrasinin doğal açılımı, gereği ve güvencesidir. Başına buyrukluğu, gelişigüzelliği (keyfiliği) önleyen, sorumluluk ve yargı denetimine dayanan düzendir.
Tablo
Bay Erdoğan'ın ODTÜ öğretim üyeleriyle öğrencilerine yönelik kınama sözleri de büyük bir yanlışlık ve haksızlık örneğidir. Bu tür durumların Nazi Almanyası'nda olduğunu sanmıyoruz. Çarktan çok çarkeden var. Yardımcısı hacı Bülent Arınç'ın “Dağa çıkmak” konusundaki sözlerinden tam dönüşü üzerinde çok konuşulacak olumsuzlukları içermektedir. Maliye Bakanı'nın ve öbür kimi Bakanların da. Hele öğrencilerin sabaha karşı evlerine baskın yapılması ve iktidara destek veren yandaş rektörler…
Yöneticilerin sözlerine tepkilerin yoğunluğu, 29 Ekim ve 10 Kasım yürüyüşleri gibi toplumun duyarlığını ortaya koymuştur. Gündem değiştirme amaçlı, kınanacak sözlere bakılmasın. Bir de Cumhurbaşkanı'yla Başbakan arasındaki “çatlak”tan söz ediliyor. Aralarında hiçbir ayrılık olmaz, olsa da kapanır, gizlerler, birbirlerinden kopmazlar. Bir ayrılığa umut bağlayanlar yanılır.
Kendi düşen ağlamaz
Konumunu kendi eliyle bozanlar, bağımsızlığını yitirenler başkalarını suçlayamaz. Nerede demokrasi? Nerede yargı denetimi? Örselenme, yıpratılmadan başlayıp eleştiri ve suçlamalara kapıyı açık tutan yargının yakınmaya hakkı yoktur. Hukuk, insanın ve insanlığın güvencesidir. Hukukun olmadığı yerde insan da, insanlık da yoktur. Demokrasi ancak çoğunluğun tersine düşünenlerin haklarını kullanmasına, özgürlükleri yaşamasına saygı duyulduğu, yaşamlarının hukuksal güvencelerle korunduğu, her yurttaşın her yönden eşit olduğu durumda vardır. Başka söze gerek var mı? Özgürlüğü kendi içinde duymayan ve yaşamayanlar hiçbir bağlamda gerçekçilikle ve içtenlikle savunamaz. Yandaşların yönetiminde bilim özgürlüğü de üniversite özerkliği de olmaz.