Atatürk’ü neredeyse o filmlerdeki Mussolini’ye eşdeğer bir faşist lider gibi göstererek belki Batı’da alkış alabileceğini düşündü. Bir 30 sene önce olsaydı istediği sesi getirebilirdi, ama “Kelebeğin Rüyası” en az Yılmaz Erdoğan’ın kariyeri kadar yerel kaldı.
Erdoğan’ın eşi Belçim Bilgin, Hollywood’un dinamikleri hakkında pek bir şey bilmeden ayak bastığı Los Angeles’ta filmin Oscar süreciyle bizzat ilgilendi. Bir şey bilmemeyi parayla
kapattılar ve para saçarak her şeyin yapılabileceğini düşündüler. Salonlar kiralandı, uzak bir yerde, alakasız bir saatte vizyona sokuldu film. Anthony Quinn’in soyadından nemalanan bir şirketle anlaşıldı, galalar düzenlendi...
Pamuk elleri cebe attıktan sonra bütün bunları yapmak çok kolay. Ama elde var sıfır.
Film hiçbir nitelikli festivale kabul edilmemiş, göste-rilmemiş. Büyük dağıtıcılar filmi görmemiş, izlememiş, izleyen varsa da beğenmemiş, satın almamış. Amerikalı izleyici filmi bilmiyor, fark etmemiş bile. Filmi Los Angeles’ta bile neredeyse sadece Türkler izledi, düşünün gerisini. Kalkıp böyle bir filmle Oscar’a aday olacağını düşünmek... “Param var neden olmasın” mantığı bu işte. Parayla bir şeyler başarmak, tıpkı Erdoğan’ın filmi gibi eski bir dünyanın ürünüydü.
Mesele para harcamak değil, iyi hikaye bulup iyi film yapmakta. Ne yazık ki Erdoğan sadece para harcama kısmını iyi beceriyor.